“Evlenmeden önce gözünüzü dört açın,

                                                                                         evlendikten sonra yarısını kapayın.”

                                                                                                      Benjamin Franklin

 

 

                                               Sizin İçin Uygun mu?

 

“Bir düğünde hemen herkes, bir ucundan eski nikâh defterlerini kurcalar. Geçmiş, evlilikte adanma ya da adanmama bölümleriyle yeni bir yuvanın temelleri atılırken elden geçirilir en çok. O bölümleri incelemeden, o bölümler içindeki kendi durumlarını irdelemeden bir yastığa baş koymuşlar tarafından şöyle: Yürekler cızlayarak, gözler sulanarak, içler çekilerek… Değilse, dudaklarda bir “Ehhh!..”, bir “Hey gidi günler!..” tebessümüyle. Bazen böyle bir yaşamadan en güzel, bazen en çirkin dakikalar yakalanarak. Bazen bir konuşmanın, akılda tutulabilmiş bir iki tümcesine olumlu ya da olumsuz, ama kesinlikle abartılmış, olağanüstü anlamlar yüklenerek.

Böyle günlerde, bir düğünde yani, ne kendini adayarak, ne kendine adatarak sürdürülebilmiş ender birliktelikler bile elden, gözden geçirilir.”

Okuduğunuz satırları yakınlarda kaybettiğimiz usta kalem Adalet Ağaoğlu’nun Bir Düğün Gecesi adlı yapıtından alıntıladım. Bu roman her ne kadar bir dönemin toplumsal ve siyasal eleştirisi olsa da anlatılan kadınların ve erkeklerin evlilik ilişkileri bizi hayli düşündürür. Seçimlerinin arka planında yatan nedenler genellikle maddi çıkarlara dayanmaktadır. Satır aralarında yozlaşmış, mutsuz beraberlikler gözler önüne serilir.

Sizce yaşamdaki en önemli seçim nedir? Şöyle bir düşünün. Kim bilir neler geçiyor aklınızdan? Keşke şu anda düşüncelerinizi okuyabilsem… Bence en önemli seçim evlenmek, yaşamdaki en büyük piyangolardan biri. Kimine amorti, kimine büyük ikramiye, kimine de boş…

Evlilikten beklentileriniz nelerdir? Seçim yaparken gerçekçi olmak ne kadar önemli? Evlilikte hoş göremediğiniz unsurları sıralayın isterseniz. Bu soruların cevapları bizi nereye götürür? Kendimizi tanımaya. Diyelim ki bir insandan kibarlık, incelik bekliyoruz. Peki, biz bu hasletlere ne kadar sahibiz? Anlayış bekliyorsak, ne kadar anlayışlıyız? Bu soruları çoğaltabiliriz. En önemlisi de sevgi, saygı, duyarlılık, şefkat bekliyorsak, bunları ne kadar verebiliyor ya da vermek istiyoruz?

Kısaca olmayacak dualara “Âmin!” dememek için kimden ne alıp verebileceğimizi bilmeliyiz bence. “Beni anlamıyor, konuşamıyoruz artık, çok sorumsuz, çok aksi, çok kaba…” gibi şikâyetlerle yaşamı ne zamana kadar tüketeceğiz? Kendimize önyargısız, cesurca baktığımızı hayal edelim. Yol arkadaşımızı benliğimizin başköşesine bir güzel oturtabilir, yüksek beklentiler içine girebiliriz. Hatta bununla da kalmayıp doğrularımızı ısrarla savunup, onu kendimize benzetmeye çalışabiliriz. Derken bir de bakmışız ki hem kendimiz hem de o kişi yok oluvermiş. Gerçi kaybetmek kazanmaktır bazen… Sağlıklı olan, her bireyin kendini özgür hissederek varoluşunu sürdürebilmesi. Ee, kimse de bize “Hadi, beni benliğinin başköşesine oturt!” demez. Bunu yapmayı seçen kim acaba? Peki, kendimiz dışında kimleri değiştirebildik bugüne kadar?

Yolun başındayken kişiler birbirlerini memnun etmek için çoğunlukla hoşa gidecek şekilde davranırlar. Sonrasında özünden uzaklaştığını hisseden insan öfkeli bir volkana dönüşebilir. Bir yetişkine istemediklerini nasıl zorla yaptırtabilirsiniz? Bence, ötekini olduğu gibi kabul edebilecekseniz adımınızı atın. ‘Onun hayata bakışını zamanla istediğim gibi yoğurabilirim!’ düşüncesi size hâkimse “Durun, bir daha düşünün!..” derim. Yol arkadaşımıza kendi olma şansını vermeliyiz, o da bize aynı fırsatı sunabilmeli. Birbirimizi olduğumuz gibi kabul edip sevebiliyorsak mesele yok, birlikte kafa kafaya verip sorunları tamamen çözemesek de azaltabiliriz. Duygularımızı, düşüncelerimizi çekinmeden, güvenle, özgürce anlatabileceğimiz bir eş, bizimle aynı fikirde olmasa bile doğrularımızı saygıyla kucaklar. Saygının ne kadar önemli bir değer olduğunu hepimiz biliyoruz kuşkusuz.

Değerli yazar İnci Aral’ın Aşkın Güzelliği adlı denemelerinden bir alıntıyla sizi bir kez daha düşünmeye davet ediyorum.

“Ne olursa olsun, aşkı aramak ve beklemek haklı bir çaba. Ancak arayışın kendisinin aşk olmadığını bilmeliyiz.

Kişinin hayatını düzenlemek üzere bir yoldaş ya da yuva kuracağı eşini aramasıyla soyut ya da somut bir aşk arayışını kesinlikle birbirinden ayırmalıyız.

Eş, insanın güvenli bir limanda, olasılıkla candan bir hayat arkadaşıyla ve çocuklarla çoğalarak, huzur içinde, sorumlulukları bölüşerek yaşadığı kişidir. Ya da böyle olması arzu edilir. Bu arzu, doğaldır, açıktır. Ama aşk başka bir şeydir.”

Dilerim, bu konuda şanslı olup yol arkadaşınızla birlikte mutluluk bulvarında yürümeye devam ediyorsunuzdur. İki bedenli yalnızlığı sonlandırabilme cesareti de bana göre gerçek bir başarıdır.

 

 

Evlilik size ne kadar uyuyor?

?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir