SANATTA GÖRSELLİK VE DÜŞÜNSELLİK
Görsel olan yaratım çok boyutludur, yani sadece plastik olan nesneyle sınırlı değildir. Sahne görseldir, orada oynanan tiyatro oyunu da. Sinemasal yaratım görseldir ve operadan baleye kadar görsel olan sanatların varlığı söz konusudur. Bu alan aslında zengin bir içerikle doludur. Fonetik, dilsel pek çok özellik de bazı sanat alanlarını tanımlar.
Bizim amacımız ise plastik olanla, olmayan görsel sanatlar arasında bir bağ kurmak. Ve bunların yapılarını ve ilişkilerini incelemek. Tabii kısa sayfaların olanakları el verdiğince.
Tiyatro gerçekliği; kostüm, dekor bütünlüğü ve de sahnelenen şeyin varlığı nedeniyle görsellik içerir. Elbette bu görsellik de ‘plastik’ bir yapıyla bağlantılıdır; renk, biçim, görüntü anlamında. Bu görselliği, sanatsal ve estetik düzenlemeyle birlikte sunmak zorundasınızdır izleyiciye. Çağdaş bale ve opera artık teatral veya müziksel ‘yan elemanlarının’ varlığı dışında, kavramsal plastik etkiler de sunar içerdiği düşünsellik dışında izleyiciye.
Benim üzerinde yoğunlaştığım alan olan sinemaya gelince, fonetik ve görsel zenginliklerin bütünü olan ve pek çok alandan beslenen bu dal, en fazla plastik sanatlarla ilişkisi olan alan olma özelliğini korur. Görsel düzeni vizörde sağlamak renksel ve biçimsel özellikler içerir. Bunu sağlarken felsefi bütünlüğün varlığını da gözden kaçırmamak gerekir.
Görselliğin büyüsü aslında olağanüstü duyarlı ve yetenek dolu aktarımlarda ortaya çıkar. Sanatçı bu aktarımı yaşarken felsefi bakışını da ortaya koyar.
Çağın yaratım biçimini eğer Monet‘de, Cezanne‘da unuttuysak, belli anlamda yeniliğe dokunmaksızın umutsuz yaratımlar peşinde dolaşıyor olabiliriz. Leos Carax Holly Motors (Kutsal Motorlar) filminde, çağın düşünsel-kavramsal sinemasal yapısını oluşturma amacında olduğunu gösterir bize. Truffaut ve Godard‘dan farklı bir izlek sunar ve bir bakıma o tarz anlatımların geride kaldığını anlatmak derdindedir.
Modern tiyatronun temelini atan Çehov, Ibsen, Wilder ise çok sesli sanatın, operanın, balenin geleceği ile ilgili derinlik anlamında epey şey söyler bize.
Bütün bunları düşünürsek, örneğin otuzuncu ya da kırkıncı sanat yılını kutlayan bir ressam ya da heykeltıraş, bu süreçte dünya yüzünde olan biten teknik ve sosyolojik dengeleri gözetmeksizin hep aynı, birörnek ve biçimsel anlatımı değişmeyen şeyler sunuyorsa bizim için burada ‘çağa tanıklık’ söz konusu değildir. Bu da kanımca eksiklikten hiçliğe gidişin yolunu tanımlar.
Zaten bir yaratımın değerliliği, sanatsal ölçütler dışında, çağdaş estetiğin rolü inkâr edilerek, kişisel ilişkiler, bağlantılar yoluyla yok sayılıyorsa, ‘doğru sanat’ da bu ölçütlerle tanımlanır, ‘felsefi ya da düşünsel anlamlarla’ değil. Doğru olmayan şey de budur.
Çağın önemli sanatçılarının çalışmalarıyla örneklersek, Benoît Maire (d:1978) felsefi yönü güçlü, çok yönlü bir estetikçi ve sanatçı. Kavramsal işler çıkarıyor. Genelde galeriyi ya da mekânı bir bütün olarak algılıyor. Sunusunu yaptığı çalışma kendi içinde bir bütünlük taşırken, genel mekândaki çalışmaların birbiriyle ilişkisi ve ‘bütünselliği’ de ayrı bir ilginçlik taşıyor yeni sanat adına. Güne tanıklık eden bu çalışmalar tabii ki kaynağını en az elli yıllık bir geçmişten alıyor. Ancak bu bile, bir önceki paragrafta örneklediğimiz gibi elli yıl aynı çalışmayı (yaşanılan hayat hiç değişmiyormuş gibi) üreten, sergileyenlerin yaptıklarından daha değerli ve önemli bir şey. Üstelik modern bir dünyada renkçi, lekeci hatta naif resimlerin bile övüldüğü, yarışmalı sergilerde ödül aldığı bir ortamda yaşıyorsak bunun derinliğini anlamamız gerekiyor.
Plastik ve sinemasal görüntü arasında genel bir bağlantı vardır. Bu bağlantının nedeni görsel dengenin sinema veya fotoğrafa katkısıyla ilgilidir.
Fotoğraf bilmek iyi sinema çekmenin nedeni olmayabilir de; resim bilmek sinemasal görselliği yakalamaktır. Fotoğrafın da resimsel denge içermesi gerekmektedir çünkü. Örneğin Akira Kurosawa iyi film çekiyordu, çünkü resim bilgisi üst düzeydeydi.
Plastik olan yapıya tekrar dönersek, bir anlamda Marcel Duchamp ile başlayan, fütürist yapısıyla da bu yüzyıla tanıklık eden, çağdaş ve yeni nitelikler taşıyor sayılabilecek bazı örnekleri yinelediğimizde ilgi çekici pek çok sanatçı ve yapıt çıkar karşımıza.
Şöyle kısaca bir değinelim:
Christian Boltanski (d:1944) kavramsal deneylerini düşünsel-politik-hümanist çerçeveye çekmeye çalışır. Dil yine bu çağı tanımlayan ve sorgulayıcı kavramsal bir dildir. İkinci Dünya Savaşı ve Yahudi soykırımı üzerine olan çeşitlemelerinde olayla, eylemle ve ‘örnek objeyle’ bütünleşen bir tür elektriksel-iletim imgesi kullanır zaman zaman. Portreler-yaşananlar ve de onların evrensel ilişkileri sorgulanır burada. Döneme ve ‘olaya’ tanıklık yine burada ön plandadır. Sanatçı, birey, onun sosyal ve politik kimliği ve bu kimliğin kaybı konusuna yoğunlaşmış bir kişidir. Toplumsal belleğin, trajedi ortamlarındaki ‘yaralı ama cesaretsiz bakışlarına’ dikkati çekmek ister yapıtlarında ve söylemlerinde.
Çok sayıdaki kavramsal-felsefi yapıya uygun çalışmalar sergileyen birkaç sanatçıyı örneklersek; Birgit Brenner (d:1964), zamanla ve mekânla oynayan, hareketi ve manifestoyu öne çıkaran, çağın hızına uygun şeyler yaratırken çağın sosyal yapısına da ‘itiraz eden’ yapıtlar üretir. Pop-kavramsal karışımı yapıtları ‘düşünsel olarak’ Leos Carax filmlerindeki görüntüselliğe eş düşen bir anlam çağrıştırır kanımca.
Keith Arnatt (1930-2008) bu yüzyıla zor ulaşan ömrünün sanatsal bakışını boşluk-madde- mekân üçlemesi üzerine kuran ve de uzay geometrisinin sınırlarını zorlayan bir ‘boşluğu tamamlama’ şeklinde derinlikli işler üretirken, bu çağın modern sanatının ne olması gerektiği konusunda da ilginç ipuçları öne sürer. Astrid Klein (d:1951) ise Maire’nin yaptığını farklı bir dille tekrarlayan, ritmik bir çalışmalara yönelen ve de geometrik yüzeylerin maddesel parıltılarını, boşlukta yer kaplama modellerini ve ana örneğin birbirinin benzeri örneklerle ilişkisini, bazen bir galeri düzenlemesiyle sunarken, bazen de yüzeysel kavramların anlatım dilini kullanan bir yapıda ürünler verir.
Görselliğin 21. Yüzyıldaki anlamı, birincisi bütün sanatlarda ‘öncülük yapısı’, ikincisi de ‘çağına tanıklık etme’ şeklinde tanımlanabilir.
Bütün görüntü sanatları hatta fonetik ve dilsel sanatlar için de geçerlidir bu. Görsel objeyi onun yer kapladığı mekânda kullanmak, değerlendirmek ve anlamlı hale getirmek sadece plastik sanatların sorunu değildir. Bu anlamda bütün görsel sanatlar alanlarında, renksel ve biçimsel örgülerin tanımı yapılmak zorundadır. Bütünlüğü kaçırmak istemeyen bu yapı; resim bilgisini de, üç boyutlu yapıt biçimlendirmelerini de diğer bütün görsel alanlarda kullanmak amacı taşımalıdır. En azından ‘döneme tanıklık’ anlamda gereklidir bu.
Bütün sanatlardaki var olması gereken görüntüselliğin, bizim karşılaştığımız en önemli sorunu, görselliği kullanması gereken sinema, opera ve tiyatronun, plastik anlamda ‘biçimsel görüntüyü yok sayma’ zaafına karşı bir sanatsal önlem almaktaki kararsızlığıdır.
Özetle, görselliğin ve de plastik gerçekliğin, bütün sanat alanlarında geçerliliğini koruyan bir ‘ana motif’ olarak algılanması gerekliliğinin önemini vurgularken; estetik ögelerin yine bütün sanatlar arasında bir bağlayıcı tekrar olması amacına yönelik kullanılmasının anlamlı olduğu gerçeğine değinmek istiyoruz.
Kaynaklar:
1.Christian Boltanski: Sanat Yapıtında Kimlik ve Tanıklık”/ Özlem Özkan(Rh+ Sanat: Kasım 2016/126. Sayı)
2.Şiirsel Sinema: Andrei Tarkovsky/ Agora Kitaplığı (2009)
3.http://www.benoitmaire.com/biography.php
4.Leos Carax: Holy Motors filmi (2012)
5.Thronton Wilder: Our Town (Bizim Şehir) adlı oyunu İ. Berkalp Kitabevi (1944)
Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.