RENKLER VE SESLER
Çok uzun zaman geçmiş ama bugün gibi hatırında. Belleğinin anıları sana bu kadar berrak servis etmesine şaşırıyorsun. Sahne sahne, renk renk.
Ergenliğin uç verdiği, ruhunun bedenine sığmadığı günler. Kapana kıstırılmışsın, seni kimse anlamıyor, beynin bir ateş topu. Zamanından önce uzayan boyuna ayak uyduramayan bedenin gerilerek eşlik ediyor bu duygulara. İleri atılacak gibisin ama bir güç durduruyor seni.
Bu anıların orta yerinde o var. Giydiği renk renk kazaklara büyülenmiş gibi bakıyorsun, böyle giyinen başka birine rastlamadın. Tanıdığın az sayıda insan da renksizmiş, onu görünce anladın. O bambaşka; bir gün mor, bir gün pembe, bir gün turuncu, gözünün önünde salınan bir gökkuşağı. Saçları akarsular gibi iki yandan iniyor renkli kazaklarının üzerine. Sınıfa girişiyle gerginliğin yerini gördüğün rüyalardaki yumuşacık hislere bırakıyor; kırk beş dakika bulutlardasın, teneffüsün gelmesini istemediğin tek ders onunki.
Ne anlattığının farkında değilsin, zaten matematikle aran hiç iyi olmadı, sesi değil sana rüya gördüren, renkleri. Yağmur sonrası tertemiz havada tazelenen yaprağın yeşili, balkondaki minik saksıda yaşamaya çalışan menekşenin kadifemsi moru, gün batımındaki kederli turuncu. Hepsi berrak ve pırıl pırıl. İçinden ayağa kalkmak, renklere dokunmak geliyor, sert öfken yerini pamuk gibi bir arzuya bırakıyor.
Sonra zil çalıyor, gürültü patırtı, haldır huldur dışarı koşanlar. Uyanıyorsun. O çoktan çıkıp gitmiş, tahta harfler ve sayılarla dolu, üstüne üstüne geliyor. Tek başına gri duvarlarla çevrili koridora çıkıyorsun, kaba ayakkabılarının karalığına baka baka geziyorsun. Gözüne başka karalıklar çarpıyor; devriye gezen, duran, yürüyen, koşan.
Onun dersleri için geliyorsun okula, yoksa çoktan bırakırdın. Her şeyden eminsin, yapabileceklerinden, yapmak istemediklerinden, kızdıklarından, nefret ettiklerinden. En çok da arzundan. Hayat henüz karıştırıp bulandırmamış seni.
İsmi kalmamış hatırında, o yıllarda kaç yaşındaydı onu da bilemiyorsun. Ama akarsuların çerçevelediği yüzü ve renkleri capcanlı gözünün önünde. Ona olan arzun ve onun dışındakilere olan öfken at başı gidiyor, karışmadan ve birbirlerini güçlendirerek.
Sonra bir gün, her şey tuzla buz oluyor, bir daha bir araya getirilemeyecek şekilde bin parça artık. Sesi sana yöneldiğinde rüyalarından kaskatı bir gerçeğin ortasına düşüyorsun. Renksiz ve ruhsuz bir tını nasıl da çöreklenip oturmuş o sese.
Gece uyumuyor musun, ne bu güpegündüz hayallere dalmalar, bön bön bakmalar?
Yanına kadar gelmiş, parmağını sallıyor.
Kalırsın sınıfta, olacağı o. Çıktığın delik belli, adam olmaz senden. Suç bende, boşa kürek çekiyorum senin gibiler için.
Renkler dağılınca onun da ayakkabılarının kara olduğunu anlıyorsun. O günden sonra renklerle aran bozuluyor, boşuna renksiz gezmiyormuş herkes. Renklerle aranın düzelmesi yıllarını alacak, belleğindeki güzel renklere ulaşmak için nice yolculuklara çıkacaksın. Uğraşıp didineceksin, düşe kalka, bata çıka.
Bu öykü Panzehir Dergi 2025 Dünya Öykü Günü etkinliğinde yazar tarafından okunmuştur.
Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.