Fatih Altınbeyaz

ÇİLİNGİR SOFRASI

Kahveci Behçet o zamanlar fırtına gibi esiyor. Adından da anlaşılan esnaflığı yapıyor. Beyaz renkli, kocaman spor ayakkabılar giyiyor. Beton zemine bastıkça sporlarının gıcırdamasından büyük zevk alıyor. İşletmeye kimin geleceğine, mekândan kimleri kovacağına hep o karar veriyor. Birisi veresiyeyi ya da siyaset konuşmayı abarttı mı? Yandı gülüm keten helva durumu hâsıl oluyor. Bir yan bakış, metal tepsinin ansızın yere atılması, ocağa geçip sövmeye başlama her şeyi ifade ediyor. 

Kahveci Behçet on sekiz yaşından küçükleri zinhar kahveye almıyor. Boy takıntısı olanlara acıma göstermeden, basketbol oynayıp kendilerini uzatmaları tavsiyesinde bulunuyor. Yaşı tutsa da çekingenliğini üstünden atamamış, kenardaki tahta masada sessizce oturanları da sürekli göz hapsinde tutuyor. Yanlış bir hareketlerini gördüğünde kulaklarından tutup dışarıya fırlatıyor.
Kahveci Behçet işte böyle bir soydan geliyor. Ne Yahya ağabeyine ne de Akın (bazıları ona Akkın der) isimli kardeşine benziyor. Durduk yere insanı kırıyor, ne olduğunu bile anlamıyorsunuz. İster radyodaki sunucuya çat, istersen televizyondaki bir habere; ona göre ters bir yorum yap veya çok sevdiği Ferdi Tayfur kasetlerine dokun. Bakmışsın boğaz boğaza gelmişsiniz ve cümle âlem başınıza toplaşmış. Aksi gibi rahatının kaçmasını istemeyen herkes ondan yana, ondan taraf oluyor.
Kahveci Behçet’in zengin kayınpederiyle başı dertte. Çünkü işlettiği mekânın gelirinin yetmediğini ve Bağ-Kur primini ödeyemediğini karısı aracılığıyla iletse de kayınpeder oralı olmuyor. Biraz da kızını tekme tokat dövdüğü için “Eşek Çekmez” diye lakap taktığı damadını görmezden, duymazdan geliyor. Beriki diş biliyor, çay dağıtırken, çöp dökmeye giderken “Elbet bir gün elime düşeceksin, dar kafalı Fehim Efendi” diyerek tumturaklı söylevlerle büyüğüne ileniyor. Anlatacağımız hadise işte tam bugünlere rastlıyor.
Askere uğurlanan Memduh’un kuzenleri mahalleye dönerken boş gelmemişlerdi. İncir zamanı yeni geçmiş, mal mahsul para etmişti. Biraz meze sardırmışlar, votkasından viskisine varıncaya kadar siyah poşetlerin içine içki doldurmuşlardı. Kimseye görünmeden kıraathanenin ikinci katına çıktıklarını sanıyorlardı. Yalnız, işletme sahibinin fark etmemesi ne mümkündü. Şahsiyet radar gibiydi. İki de bir kontrole geliyor, afra tafra yapıyordu.
“Gençler, burada edebinizle oturun. Beni muhtarla papaz etmeyin, yoksa zor kullanırım.”
Kuzenler, öfkeli, şaşkın. İçlerinden en tahammülsüz olanı, bıraksalar Behçet’e dalacak. Ortanca amcanın damadı, bir Eren Aydın var. Akil insan. En büyükleri; gür siyah saçlı, pala bıyıklı. Kemal Sunal’ın başrol oynadığı Korkusuz Korkak adlı filmde, Gaddar Kerim adıyla nam salmış Hikmet Taşdemir’e çok benziyor. İnsana güven ve emniyet telkin ediyor.
“Sakin olun” diyor Eren Aydın. “Ben bu meymenetsiz, eşek çekmeze yapacağımı bilirim.”
Kahveci Behçet savsaklanarak tekrar damlıyor. Soluklanırken atıp tutuyor. Geçen gün Haşmet Ongun ile buzdolabının yanında nasıl dövüştüğünü, onu nasıl komalık ettiğini hikâyelendiriyor. Oysa güreş develeri gibi ağzı köpüren, sırnaşık bir yapıya sahip Haşmet Ongun bunun kafasını betona sürtmüş, spor ayakkabılarının yırtılmasına neden olmuş. Kırtıpil, kimsenin bilmediğini zannediyor.
Eren Aydın manganın sâkisi. Behçet ocağa geçince çaktırmadan bira tenekelerini dağıtıyor. Amca ve halaoğulları korkuyla yudumluyorlar. Bir eşiği geçmenin verdiği sevinçle açılıyorlar. Dünya neşe ve aydınlık kazanıyor. Sonbahar akşamının böcekleri, kuşları daha bir net duyuluyor etraftan.
Eren Aydın kasasından kola alacakmış gibi kahvecinin yanına varıyor; bir punduna denk getirip rica minnet ediyor. “Lig maçlarını izleten, gece on ikiden sonra kırmızı nokta film açan, en kral esnaf sensin” diye fısıldıyor. “Onun bunun karısını kızını ev telefonundan arayıp rahatsız eden, cins tavuk, Hint horozu meraklısı Haşmet Ongun’u ben de sevmiyorum” diye ekliyor. Baskın Basan adlı, daha çok spor malzemeleri satan dükkâna gıcır botların, deri potinlerin geldiğini haber veriyor.
“Haydi, yap bir babalık. Zâti Memduh askere gitti, tadımız yok. Sizin sülaleden hep kalender adamlar çıkar. Bir kenarda, kimseye bulaşmadan demleniyoruz, bir tatsızlık çıkmayacak, söz.”
Epey bir ısrardan sonra Kahveci Behçet “Tamam” diyor yine de nazla buğuzla. “Bana bak, gürültü çıktığını duymayayım, canınızı yakar, çilingir sofranızı başınıza geçiririm. Bilmiş olun.”
Eren Aydın çay ocağından kurnazca geliyor. Derhal ikinci kadehler içiliyor. Uzaklaşılan hatıralardan, yaşanan aşklardan konuşuluyor; hayal kırıklıkları, aslında başarısız olunup da şişinerek anlatılan genelev maceraları… Şahsi ve sosyal çıkarlarını ön planda tutan insanlar ha bire kötüleniyor.
Kahveci Behçet faraş ile küreği almak için yukarıya çıktığında, Eren Aydın akranını yöntemiyle yanına çağırıyor. Havadan sudan bahsediyor; İzmir Fuarı’ndaki Ferdi Tayfur konserine gidip parklarda yatmalarından… Berberden meşrubat siparişi gelince, Allah kahretsin av elden kaçıyor.
Kuzenler hafiften yükü tutuyorlar. Gözler hülyalı bakıyor. Bir sigara yakan dalıp gidiyor. Yan masadaki delikanlı, başı sonu olmayan bir olay anlatıyor. En sonunda “Oğul uşak, bit yavşak hepsi hesap sormaya gelmişti. İçlerinden, cesaretini toplayıp gık diyen biri olmadı” diye bitiriyor öyküsünü.
Babaları görmesin diye tenhaya, sigara içmeye çıkan gençlerin neskafesini oflaya puflaya getiren Kahveci Behçet’i tekrar lafa tutuyor Eren Aydın. Bir el hamlesiyle ince belli bir bardak uzatıyor. Muhatabı ne yapacağını bilemiyor; önce nekes kayınpederi, sonra Haşmet Ongun aklına geliyor. Bir dikişte yuvarlıyor kadehi. Ufak çaplı bir alkış kopuyor. “Yaşa, Varol” nidaları eşliğinde keyfe geliyor. Kaliteli mallar getirse de çok pahacı olduğu bilinen Baskın Basan’dan tam söz açacakken kaba saba müşteriler sesleniyor, bizimki sunturlu küfürler ederek yine alt kata iniyor.
Eren Aydın “Seni amana godumun çocuğu, elime düştün” diye mırıldanıyor. Yakın akrabalar, damatlarının bir bildiği olduğuna inanıyorlar, kendi içlerine dönüp ufacık bir konuyu abartmaya ve birbirlerini övmeye devam ediyorlar. Şu an otobüste olan Memduh’un askerlik görevini yapacağı şehre indiğinde, inzibatlar tarafından yakalanmamasını Kadir Mevla’mdan diliyorlar.
İlginç. Behçet’in tadı damağında kalmış, çanak anteni düzeltme bahanesiyle alkol alanların yanında tekrar beliriyor. Eren Aydın hazırlıklı. Kahveci bu sefer fazla nazlanmadan ikinci fondipini yapınca, açılıp çenesi de düşüyor. Yahya ağabeyi çultutmaz, iş bilmiyor; yayla merakı, keyfine düşkünlüğü onun sonunu getirecek. Kardeşi Akkın ise sigara yüzünden çok yakında nalları dikecek.
Eren Aydın arkasına dönüyor, bir kimyager edasıyla tıkır tıkır şişeleri elleştiriyor. Önüne doğru devindiğinde “Behçet hadi bakalım” diyor.
“Elini korkak alıştırma. Hayat ödlekleri sevmez.”
“Alkol ve sigara kullanırım ama insanları asla! İşte, beni şerefsizlerden ayıran fark da bu.”
“Bravo tertibim, senden de bu beklenir zaten” diye insafsızca kahkaha atıyor Eren Aydın.
Hâzirun meraklı gözlerle bakıyor, anlamaya çalışıp bu işin sonu için heyecan duyuyor. Kahveci Behçet arada aşağıya iniyor, boş bardakları topluyor, boyuna hareket halinde. Soda, gazoz verdiklerine “Müşterinin sersemi kahveciye çay ısmarlarmış” deyip şakalaşıyor. Üst kata her çıkışında bir kadeh daha alıyor, mezelerden tadıyor, laf çoğaltıyor, gülüyor, zevkleniyor, hep kendini anlatıyor. Koşullar ağır. Çanak yalayıcılardan, boynuzlu karılardan Allah herkesi korusun.
Kuzenlerden nispeten eğitimli olanı, önlem alma hissiyle araya giriyor.
“Eren ağabey yapma. Bu idman pabuçlu herif, gece vakti vukuat çıkarır.”
“Karışmayın siz. Ne zamandır o bizim anamızı ağlatıyordu, şimdi sıra bizde.”
Merdivenleri inip çıktıkça terleyen, gözleri kızaran, ikramlarla başı dönen Kahveci Behçet’in yakası bağrı açılıyor, ağzı dolaştığı için ne dediği anlaşılmıyor ve bağırarak yerlerde yuvarlanıyor. Bir müddet sonra iyice sululuğa başlıyor, ihtiyarlarla bile enseye şaplak göte parmak olayına girmekten kendini alamıyor. Yeminler, tövbeler, ağız dalaşları, yaygara koparmalar havada uçuşuyor.
Zaferle sırıtan Eren Aydın’a soruyorlar.
“Gaddar Kerim, bu iş nasıl oldu böyle?”
“Benim bir suçum yok. Bira, konyak, rakı derken adam karışık içmeyi çok seviyormuş.”
Kahveci Behçet’e o gece ne olduğuyla alakalı çeşitli söylentiler var. Gerçeğe en yakın olanı, kırtıpil önce Haşmet Ongun’a sataşmış. Ondan dayak yiyeceğini anlayınca, şirret şahısın tüneğinin kapısını açıvermiş; gözü gibi baktığı tavuklarını, Hint horozlarını tilkiler sabaha kadar ziyafet çekmiş. Sonra, salya sümük, kayınpederinin kapısına dayanmış.
“Budala Peder Bey, bana gelir sağlayacak büyük bir incir bahçesi vereceksin, geçinemediğimi defalarca söyledim” diye bağırınca, işkilli ve kinci bir yapıya sahip olan Fehim Efendi av tüfeğiyle vurmuş bunu. Allah’tan saçmaların hepsi denk gelmemiş, sadece kestaneyi çizdirmekle kurtarmış. Yoksa az kalsın, Akkın kardeşinden evvel kendisi tahtalıköyü boylayacakmış.

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir