SESSİZCE GEÇİŞTİĞİMİZ ZAMANLAR
Anılara sadık kaldığım kadar, sadık kalamadım insanlara. Kimse de bunu benden beklemedi zaten. Bıraktıkları boşluk, mısır püsküllerinden bir duvak.
Az ötemde, kilim üzerine düşmüş kalemi, kapı altından odaya süzülen bir yaratığın uzanmış koluna benzetiyorum. Ertelenmiş hesaplar görücüye çıkmak ister; o an beni kafamın arkalarına çağıran, eflatuni ince bir patika beliriyor alnımın tam ortasında. Yarasalardan bir haledir krallık tacım şimdi. Öyle de olsa sular çekilince, çamurlu bataklık bitkileri gibi kalakalıyor insan. Yunduğum pek bir şey yok geride.
Gerçekte, en derinde kendimle çarpışarak, bu çarpışmanın sonucunda haklı bir düşünce, bir inanç baloncuğunun içinden yükselerek, yüzeyde bir sivilce başı kadar bile belirivermesine yol açan kendini adamışlıktan ne kadar uzağım.
Kibirsiz, çoklukla kıskançlık içinde, gecenin karanlığında atılan havai fişeklerle ışığa boğulan suyun karşı yakasını, ruhsuzca seyretmenin ne demek olduğunu bilemezsiniz.
Yine aynı derinlikte yol alabilen bir aracın ihtiyaç duyduğu gibi inancımı beslemeye yarayan, bu uğurda hiç çekinmeden içi su toplamış kabarık ellerimde tuttuğum kürekle, içine kürek kürek kömür atabileceğim bir yakıt tankım bile yok maalesef.
Sadece yılda bir gün, bir saat, belki bir an bile düşünmeden seve seve teslim olacağım, her bakanın gözünü kamaştıracak denli ihtişamlı mimari karşısında hiçbir sözün varlığıyla kirletemediği bir sessizliğin içinde vecd ile kendimden geçmek isterdim.
Diğer türlü hayat cimrilik yapar ve vermez bana, uğrunda tüm günahlarımı temize çekebileceğim, arınma sonrası tertemiz bir vicdan. İyi bilirim ne anlama geldiğini.
Kimi sabahlar kendimi dibinde bulduğum bu kutsal yapıyı ayakta tutan yüksek, pütürsüz yüzeyli mermer ayakların birine sarılıp yanan alnımı dayayarak serinletmek isterdim elbette.
Anımsıyor insan yine de, yükselen sisler ardındaki erguvani dağı andıran geçmişini.
Elim bir kazada kopmuş kolunu, bir umut diğer eliyle oradan oraya taşımaya çalışır gibi.
Soluk soluğa, terli uyandığı bir sabah uzanıvermek, kavrayıvermek istiyor parmakları yine de, komodinin üzerindeki bir bardak suyu.
“Yaşasın…” diye mırıldanıyor gözlerinin kalan feriyle, bir eliyle yastığını sırtına tortop yapıp arkasına yaslanınca.
“Yaşasın…Yaşasın…” diye diye yaşayamadığımız, yaşatamadığımız o güzel rüyalarımız.
Mümkün, içinde barındırdığı yanılma payına rağmen o payla gerçekleşir. Kaybolmaz o yanılgı, kışın pencere pervazlarına bırakılan sinek larvaları gibi kımıltısızca durur olduğu yerde, unutuluşa teslim olur. Ancak, kendisine yaşam öpücüğü veren uygun koşullarda, kendini gerçekleştirecek başka başka formlarla işbirliği yapmak için uyanır uykusundan.
Binlerce yıl geçmiş üzerinden, oysa daha bu sabah çıplak ayaklı yeğnik bir bedenin yürümesiyle geçilmiş, iz bırakmış gibi, taze çimenleri yatık patika yolu andıran anı sağanağı.
Yanaklarımda, tüm gece ağız suyumun aktığı yumuşak yastık izlerinin değil de, Alman tanklarının palet izlerinin olduğu, genelevlerde kolonya, peçete satarken, atalarımdan birine denk gelip karşılıklı baş selamıyla, sessizce geçiştiğimiz zamanlar.
“Nasılsın” sorusunu sorma hakkını verdiğiniz kişiler, ilişkiden bunu kendinden yana kazanılmış, samimi bir hak olarak görenlerin çoğu, o an bu soruyu tatmin edilmesi gereken bir merak duygusundan sorarlar. Hikâyeniz, aç köpeğin önüne atılan bir kemik gibi hırsla kemirilecek, sonra emilecektir.
Varsa hikâyeniz dinlerler, -itiraf etmem gerekirse pek de güzel yaparlar bunu- hikâyenizle kurduğunuz ilişkiyle kimse ilgilenmez. Daha çok hikâyenin kendisidir merak edilen. O an sizin de bir şikâyetiniz olmaz, kendinizi bir güzel temize çekebileceğiniz kelimelerin sonsuz gücünü size bağışlamışlardır onlar.
Yaşamlarımızın birbirine benzer haller içermesi, bizden o an uzak, fakat ötekini sarmalayan fabllardan oluşması, bıkmadan yeni bir hikâye dinliyormuş avuntusunu yaratmıyor mu sizce de?
Oysa ne sıkıcı bir durumdur bu! Sisyphos değilsiniz ki siz kuzum, her defasında o kayayı yuvarlandığı yere taşıyasınız tekrar tekrar.
Yine de, yeni bir tanıdıkla karşılaşma olasılığına karşı, cebinizde bayram ziyaretlerinde misafirlere uzatılan, kibar gümüş kaplar içindeki renkli şekerlerden taşırsınız uzunca bir süre.
Eskiden yaşadığımı hayal ettiğim şeyi yaşıyorum artık.
Kendime, kendimden yonttuğum mürit yaratmanın hoşluğu da işin cabası.
Yazarımızın diğer yazılarını okumak için lütfen buraya tıklayın.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.