17 Kasım 1942’de New York Flushing’de doğdu. Sicilya kökenli babası ütücü, annesi ise terziydi. Scorsese çocukken astım hastasıydı ve çoğunlukla yalnız zaman geçiriyordu. Bu dönemde bol bol televizyonda film izledi. Yaşıtları spor ve diğer sosyal faaliyetlerle uğraşırken babası onu sık sık yerel tiyatrolara götürdü. Scorsese, filmlerde kendisi için gerçekte var olmayan heyecanı bulmayı başardı. Genç yaşta 1940’ların ve 1950’lerin Hollywood filmleri konusunda uzman oldu. Cuma geceleri yayınlanan İtalyan neo-realist filmlerin hayran kaldı. O zamandan beri Scorsese Avrupa sinemasına doğru sürüklendi. Hollywood’dan farklı bir film yapım tarzına ilgi duymaya başladı. Liseden sonra Scorsese rahipliğe girdi ve okulu bırakmadan önce bir yıl Katolik seminerlerine katıldı. Bunun filmleri üzerinde büyük bir etkisi oldu. New York City Üniversitesi Film Okulu’nda okudu. Burada Fransız ve İtalyan yeni dalgasının sinematik gerçekçiliğinden büyük ölçüde etkilendi. Scorsese, “Sadece Sen Değil Murray!” ile 1964’te en iyi öğrenci filmi dalında Yapımcılar Birliği Ödülü’nü kazandı. Ayrıca lisans öğrencisi olarak yaptığı diğer kısa filmlerlerle de ödüller aldı.
Mezun olduktan sonra Scorsese, yönetmen olarak kariyerine başlarken New York Üniversitesi’nde temel film tekniği ve eleştirisi konusunda eğitmenlik de yaptı. İlk uzun metrajlı filmi Kapımı Çalan Kim, 1969’da gösterildi. Bu film ile Scorsese, daha sonra 4 filminde daha yer alacak olan aktör Harvey Keitel’i tanıttı. Yönetmen ayrıca filmlerinde sık sık annesi Catherine’i kadroya alıyordu. Scorsese’nin kendisi de bazı filmlerinde rol aldı. Yönetmenin New York City’nin Little Italy bölümünde birlikte büyüdüğü aktör Robert De Niro ile birlikte yaptığı çalışmalar, modern filmdeki en başarılı yönetmen ve oyuncu ortaklıklarından birine dönüştü. Robert De Niro, Scorsese’nin 8 filminde başrolde yer almıştır.
Scorsese 1970’lerde gerçek insanları ve gerçek olayları takip eden belgeselleri yönetmeye başladı.
Scorsese ilk büyük başarısı olan Taxi Driver (1976) ile Cannes Film Festivali’nde Uluslararası Büyük Ödül’e layık görüldü. Pek çok ödülden sonra, 2007 yılında 4 filminde yer alan Leonardo DiCaprio’nun başrolde yer aldığı “The Departed” ile en iyi yönetmen Oscar’ını kazandı.
Çoğu Scorsese filminin ahlaki bir pusulası vardır. Ve kötülük ya da kirli / kirli bir tarih gösterme zamanı geldiğinde, bu çekimleri kırmızıyla yıkamanın zamanı gelmiş demektir… İster bir ateşli silahın görsel etkisi, ister sadece Travis Bickle’ın keyifsiz tarafını gösteren bir stop lambası olsun, kırmızı her zaman yanar. Scorsese kırmızıyı şiddet, tehlike, kan ve şehvet için anında, görsel bir işaret olarak kullanır.
Hayatını sinema sevgisine ve yaratma arzusuna adayan Martin Scorsese…Doğum günün kutlu olsun…
Derleyen: Sedef Ergürbüz
Tebrikler çok iyi analizler