metro
Deniz Köker

MAHCUBİYET DURAĞI

Vahşi bir çift göz bindi Yenikapı durağından. Saçının karalığıyla yarışan gözler. Başının etrafını bir takke gibi kaplayan bukleler. Aynı buklelerden sakallar. Ondan önce binen kalabalık, ilk durak olması sayesinde boş yer buldular, oturdular. Telaşlı telaşlı birkaç durak boyunca oyalanacakları meşgaleye sarıldılar.

Kimi taktı kulaklığı, hemen gözlerini kapadı, kimi tespih gibi kaydırdığı bir aplikasyona daldı. İki kadın vardı, işyerinde birilerine çok kızmışlardı. İstasyonda başladıkları, yerden yere vuruşlara, serzenişlere oturdukları yerden devam ettiler. Yaşlı bir amca, hasta olduğu sararmış yüzünden, ekşimiş benzinden, bükülmüş belinden belli olan karısını oturttu boş bir yere, kendi kadının önünde dikildi. Karısı, yanındakilere açıklama yaptı, neden oturmak zorunda olduğunu, ağrılarının dayanılmazlığını, yoksa er’inin ayakta kalmasına razı olmayacağını anlattı. Gençler, bunlar ne gereksiz açıklamalar diye birbirlerine baktılar, kıkırdadılar.
Kadın, plazadaki işinden yine koşarcasına çıkmış, en civcivli insan trafiğine yakalanmadan Hacıosman hattına binmiş, oradan da Yenikapı’ya geçmişti. Tüm gün topuklunun üstünde, içinden küfrederek dolaştığı işin kokusu üzerinde, sabırsızlıkla kendini eve atmak istiyordu. Tek boş yer kalmıştı. Kendi oturduğu koltuğun yanındaki. Vahşi kara gözler ona doğru yaklaşmaya başladı. Normalde koltuğun sınırları içine iyice çekilmeye çalışırken, şimdi yanındaki koltuk görünmez olsun istedi. Çantasına baktı yaklaşan kara gözlü adamın. Komando desenliydi, büyüktü. Ya bombaysa?
Yaklaşan adam, çantasını kimseye değdirmemeye çalışarak ilerledi. Öteki olmanın iki türlü etkisi oluyordu. Ya Halep tatlısı gibi ezildikçe eziliyordu insan, ya da öfkeli ve saldırgan oluyordu. Kadın, adamın oturacağını anlayınca çekilebildikçe çekildi sınırlarının içine. Omzu omzuna değmemecesine. Az önce, sosyal medyasını sömürürcesine kaydırdığı telefonunu da öteki taraftaki cebine attı. Vahşi kara gözlü adam, yeşil pörsümüş ceketinin uçlarını iyice kendine doğru çekerek, sığındı boş kalan yere. Telefonunu çıkarttı sonra.
Kadın botlarına baktı adamın. Komando desenli çantasını, ayaklarının üstüne koysa da çamura batmış postallarını kapayamıyordu. O çantaya neler sığabileceğini düşündü kadın. İsimlerini çok iyi bilmediği birkaç silah adı geldi aklına. O da yetmedi, art arda sıraladı zihninde. Molotof kokteyli, zaman ayarlamalı patlayıcı ve haber bültenlerinde duyduğu birkaç şey daha. İnşallah, uyuzu muyuzu yoktur diye geçirdi içinden. Öbür yanında oturan iki kadın, seslerini ayarlamaya gerek bile duymadan, hastaneden randevu alabilmek için ne kadar uğraştıklarından, bunların hiç para bile vermeden, anında hizmet aldıklarından bahsettiler. Bedava market kartları da mı varmış ne.
Kadının kulağına, takılıp kalmış bir video sesi geldi birden. Adamın telefonunda yüksek sesle bir şeyler dinlediğini düşündü. Hani tüm abuk sabuklukların serbest olduğu, tikli toklu o uygulamada bir video açık kalmış, defalarca oynayıp duruyordu. Yanındaki kadınlara dönüp fısıltıyla, topluluk içinde yüksek sesle video izlenmeyeceğini de biz mi öğreteceğiz artık demek istedi. Vahşi kara gözler, iki durak sonra, şüpheli çantasını da alarak indi. Takılan videonun sesi, adam gittiği halde devam ediyordu. Kadın, elini paltosunun cebine attı. Aceleyle kaldırdığı telefonun ekranında takılıp kalan videoyu gördü. Önyargı durağından bindiği trenden, mahcubiyet durağında indi.

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir