şapka2
Ayşegül Bayar

BİZ MARİKALAR

 

Şapka dediğin uzaktan izlenir, bunu Marika da biliyor. Şapkalar bizim geçmişimiz. İnsan geçmişine dokunur mu, başına geçirir mi onu? Hiç heveslenme Marika, o dükkâna girilmeyecek! İyi böyle, bir yandan demleniyoruz bir yandan Fikret’in şapkalarını dikizliyoruz. Yıllardır aynı meyhane, aynı masa… Her pazartesi. Yaz kış, kapının önündeyiz; maksat Fikret’in dükkânına yakın oturalım…

Ama Marika iyice huzursuzlandı, hissediyorum. İsyan hazırlığında mı yoksa? Olur mu olur, yılladır dizginlene dizginlene… Neymiş, kedinin ciğere baktığı gibi şapkalara bakıyormuşuz, ne zavallıymışız. Yersiz imalar… Akşam bir delilik yapmasa bari. Ya fırlayıp giderse ya girerse dükkâna, tutamazsam? Bizim masayla Fikret’in dükkânı üç adım. İçime kurt düştü şimdi. Ama yok, cesaret edemez. Hem şapkalara gider gibi çıkıyoruz evden, neyine yetmiyor? Süslenip püslenip. Yağmur yağacak galiba, bulutlar fena. Şemsiyeyi unutmayalım. Hoş, yağmur yağmasa da şemsiye alırız biz, ne olur ne olmaz. Marika pek aldırmaz ama ben aniden bastıran yağmurlardan korkarım. Islanmak, hele bu yaşta… Makyajım bozulur, rimellerim akıp yüzümdeki çizgileri doldurur kara kara. Felaket! Marika sana bir soru: Dağılmış makyajıyla meyhaneye gelen bir kadın mı daha çaresiz görünür yoksa şapkalara uzaktan bakan mı? Hadi bakalım, bu akşamki tartışma konumuz bu. Ama şimdi süslenelim, vakit geldi.
Çıkar ayak yine birbirimize düşmezsek iyi. Her seferinde bir tantana. Ben kapıyı kilitlerim misal, Marika kilitlemedin diye tutturur, döneriz. Tekrar tekrar döneriz. Emin olmak için kapıyı açar yine kilitleriz. Bu böyle yarım saate yakın sürer. Gece de bizi bekleyecek değil ya, kepenkler indiği gibi gösterisine başlar. Pasajlar da kapanır, içlerinden geçip yolları kısaltamayız. Neden kısaltmaya çalışıyoruz şu yolları, acelemiz ne, bilmiyorum. Marika yüzünden hep, bıraksan genç kız gibi sekecek sokaklarda. Fikret’e de göz süzüyor, görmüyor muyum? O da çayını alıp kapının önüne… Geçen, şapkalara bakmaya gelen bir müşteriye “Fötr şapkalar yine moda oldu azizim,” dedi. Yalanın kuyruklusu. Yoksa sahiden mi moda oldu? Marika’ya soruyorum, aval aval yüzüme bakıyor. Modadan anlamaz ki. Gülüyor bir de, ne diye gülüyorsa. Gözlerinden yaşlar geliyor, rimelleri akıp gözlerinin altına bulaşıyor. Kaç kez dedim, makyajlıyken bu kadar gülme, diye. Rimellerimiz akınca suratımız Japon harfleri gibi harflerde doluyor. Bu yüzden, o an çok çirkin göründü bana Marika. Benim kadar çirkin, Fikret’in şapkaları kadar uzak. Çeşit çeşit, renk renk şapka… Bazıları dükkânın önünde, bazıları vitrinde. Nostaljik şapkalar da yapıyor Fikret, meraklısına. Koca koca çiçekler, tüyler falan koyuyor kenarlarına. Elinden iyi iş çıkar ama bir şeyi unutuyor ya da umursamıyor: insan bu kadar çok şapkanın içinde eninde sonunda delirir. Delirmese de yalnızlaşır. Biliyorum. Şapkaların içinden yalnızlık çıktığını gözümle gördüm. Fikret, diyorum. Bari şu sarı ışık olmasın. Bu ışık masum değildir, değdiği her şeyi yalnızlaştırır. Yok! Anlamıyor adam. Yalnızlığın tanımını bilmiyor belki de. Marika’ya göre yalnızlık, çekmecende hiç tatil fotoğrafının olmamasıymış. Âlem kadın şu Marika. Tatil fotoğrafı olsa ne yapacak acaba? Kumburgaz mı burası? Yetmiş iki yazı mıydı? Nasıl da incecikmişim… Boş! Biz sadece şapkaları anarız, anacak başka bir şeyimiz yok. Ve bu kadar ısrarla anılan bir şeyin gölgeye dönüşmesi kaçınılmazdır. Marika’nın anlamadığı da bu işte. Dokunamaz o şapkalara, istese de yapamaz, eli boşluğa gider. Hiç yoktan hayal kırıklığı… Bir o kadar sarı ışık… Vitrinin camı da buğulanıp duruyor zaten, bu kadarı fazla. Bu kadarı çaresizlik Marika. Bu akşam çaresizliğe de kadeh kaldıracağız. Sen ve ben. İki Marika olarak bunu yapmamız gerekiyor. Marika’yla Marika’nın çaresizliği. Marika’yla Marika’nın yalnızlığı. Şapkadan yalnızlık çıkartmak, deyimi buradan geliyor işte. Uyduruyorum tabii ki Marika, bakma öyle, getir kolunu. Kol kola girmezsek kayboluruz.
            Sofraya kesme kadehler geliyor bu akşam. Hayırdır, neyi kutluyoruz? “Marika Hanım’ın asaletini.” Bak sen… Ağzı laf yapıyor bu oğlanın. Ama hangi Marika? O mu, ben mi? İşaret parmağım Marika’yla aramda gidip geliyor. Garson çocuk çok şakacısınız, der gibi omzuma dokunup gidiyor. Fikret kapıda beliriyor. “Geldiniz mi Marika Hanımlar? Nasılsınız?”
            “Çok iyiyiz Fikret. Bugün de ölmedik.”
            Fikret kahkaha atıyor. Marika kahkaha atıyor, her şeye gülüyor bu kadın. Gülsün de görsün gününü. Rimelleri aksın yine. Rimelleri akmış Marika’yla akmamış Marika… Boş ver çaresizliği, yalnızlığı falan. Bu akşam rimellere içiyoruz…
Marika şimdilik sakin. İsyan hazırlığındaymış gibi durmuyor. Ama tedbirli olmam lazım. Şuna bak! Ben kadehi elime almazsam o da almıyor. Neymiş, ben onun büyüğüymüşüm, saygı göstermesi gerekirmiş. Alay ediyor, anlamıyor muyum? Ne saygısı Marika, diyorum, göbeğin benimle mi kesildi? Sen kestin ya Marika, diyor. Haklı. Ben kestim. Ben doğurdum onu. Doğurduğumu kardeş yaptım kendime. İnsan evladına ya da kardeşine ya da her nesiyse ona, kendi adını verir mi? Göçüp gidecek, beni de göçtüm zannedecekler…
“Kim? Kim göçmüş?”
“Yok bir şey Marika, mırıldandım öylesine.”
Hızlı gittik bu akşam, sarhoş olacağız. Fikret de kapıdan bize çay bardağını kaldırıyor. Gelip bir kadehcik içse şurada, ölür sanki. İçmeyen adamı sevmem ben. Biz sarhoş olacağız, sen de bizimle eğleneceksin değil mi Fikret? Bak, bu meyhane bile düşer, biz düşmeyiz, tamam mı? Tamam, Marika, ne kızıyorsun? Şapkalar, kadehler, sarı ışık… Şu tüylü olan ne güzelmiş, annemin de vardı böyle bir şapkası… Düştük düştük düşemedik Fikret, bu ne? “Valla onu bilmem de, onca yıldır şu meyhaneye gelirsin, daha bir kez dükkândan içeriye adımını atmadın. Ne kadınsın be Marika.”
Güzel söylüyorsun, hoş söylüyorsun da, bir akşam olsun karşılıklı içelim, demedin sen de. Şapkalarla birlikte çürüyüp gideceğiz burada, görmüyor musun? Biliyor tabii, zor kadınlarız. Marika da ben de. Ben mesela, bir daha şapkalara el sürmeyeceğim, diye büyük yemin içtim. “Annem mi şu, Marika? Vallahi de o. Bu şapkayı yeni yaptırmış, baksana nasıl güzel.”
“Otur yerine, otur. Annem öleli elli beş yıl oldu.”
“Doğru ya. Elli beş yıl öncesinin annesi ne arar burada?”
Kahkahayı basıyoruz. Marika’nın rimelleri neredeyse dudaklarına varacak. Yüzüyle Japonca yazıyor kadın, ne büyük yetenek. “Marika!” diye atılıyorum. “Babam annemin şapkalarını yakmasaydı…”
“O adam annemi öldürdü Marika! Şapkalar yanmış bir şey mi? Yeter! Sıkıldım artık şapka izlemekten.”
“Ne diyorsun sen Marika?”
“Annemiz şapkalar yüzünden öldü. Dimitri ve onun yaptığı o şatafatlı şapkalar yüzünden.”
“Şapkalara bu yüzden dokunmuyoruz zaten. Ama izlemekten vazgeçemeyiz Marika, mümkün değil. Bu annemin isteği, rüyama girdi de söyledi, biliyorsun. Ayrıca Dimitri’nin şapkaları dillere destandı. Annem için yaptıklarına da bir başka özenirdi… Dur Marika, hayır! Dünyada hiçbir kadın şapka yüzünden ölmez. Yakışıklı Dimitriler yüzünden de. O babam olacak adam…”
“Babam deyip durma şuna.”
“Tamam, o Dündar denen adam,  Dimitri’yi kıskanmasaydı… Neyse, konuşturma beni şimdi… Hem, Fikret’in dükkânına girelim, diye can atan sen değil misin? Şapkaları benden çok seviyorsun.”
“Nereden çıkardın? Dükkâna girmek falan istemiyorum. Unutmak istiyorum ben.”
“Unutamazsın. Seni ben doğurdum. Annemin öldüğü gün doğurdum. Benim unutmadığım hiçbir şeyi unutamazsın.”
“O zaman öldür.”
“Sus Marika, sakın!”
Susuyoruz. Marikalar birbirini dışlıyor. Marikaların içinden Marikalar çıkıyor. Ben Marika, sen Marika, o Marika. “Annemiz de Marika.” diyorum. “Hepimiz Marika’yız artık. Hazır toplanmışken içelim!” Herkes bana mı bakıyor? Neden bakıyorlar yine, neden birbirlerine gösteriyorlar beni?  Hiç mi rakı içen kadın görmediniz? İnadına, kadehimi kaldırıp avazım çıktığı kadar bağırıyorum: “Marikalara!”

 

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir