ZAMAN YOLCULUĞU
Metro yolculuğum öncesi yığınca düşüncenin hengâmesindeydim. Hummalı bir kış mevsimi yaşadığımı düşünüyorum. Kâh takdir edici gözlerin baş döndürücülüğüne maruz kalıyorum. Ki bu her zaman harika bir şeydir.
Kâh stresli durumların beni çökertmesi
ve
okul ile İngilizce kursu, gerek zorunluluktan gerekse keyfi olsun hiç dinlenmeksizin
hafta içi
hafta sonu koşuşturmaktan bedenim yorgun düştü. Çok sevdiğim dostun üzüntüsü de çabasıydı. Muhtemelen aşırı üzülmekten de hasta düşmüş olabilirim, bilemiyorum ama gerçek şu ki fazla ağır geliyordu sevdiğim birini kaybetmek.
Derken zatürre oldum. Ölümün kokusunu duyuyordum artık. Ağır tedavimi tez canlılığımla birlikte devam ediyordu.
Gece ölüyor, gündüz diriliyordum.
Daha çılgın olan şu ki okulda öğrenci ile futbol oynuyordum. Okul sonrası aşırı nefes alamamaktan ve öksürmekten acile kendimi götürüyordum.
Acil ise tam bir fiyasko.
Eh! Trajikomikti biliyorum.
Hatta bir keresinde Alsancak’ta kitap kulübüne gidecektim. Biraz erken evden çıkıp etrafı, insanı analiz etmek istedim. Son bi defa yapıyor gibiydim.
Düşünceler sağanak yağmurdu adeta.
Var olmak nedir?
Düşünüyordum.
Koca bir saçmalık gibi geliyordu.
İnsanı düşündüm.
Kendimi düşündüm.
İyilik nedir?
Kötülük nedir?
Vicdan ne olabilir?
Ölmeden ne yapmak isterim, düşündüm.
İtiraf etmeliyim ki, yazı dosyamı henüz oluşturamadığım için bir telaş tuttu beni.
Bütün bunları düşünürken, şirince şıklığımı bahane eden bir genç adam, iltifat yağmuruna tutuyordu beni takip ederek.
İçten içe gülüyordum,
Seni çapkın, ben gidiciyim. Bakalım sen av olur musun?
İronileşiyordum zihnimde.
Nerden bilsin hislerimi,
düşüncemi
zaman kavramıyla anlaştığımı.
…
Yürüyorum sevgi sokağını.
Mahallenin adalet isteyen yaramaz çocuklarıyla karşılaştım. Grup kalabalıktı, aralarına daldım, keşfe çıkmış en son yolcu gibi. Gündoğdu meydanında halay oynayan gençleri izledim. Ve az ötede sahilde, denize karşı Latin dansı oynadık. Hava serin, rüzgârlıydı.
Gidiyorum işte… Bütün bunlar son olabilir diyorum.
Ama dostu kaybettim.
Ben kayboldum.
Sene sonu öğretmenler kurulu toplantımız için erken okula gidecektim.
Metroda bir genç kız, marjinal saçı ve küpesi ile dikkatimi çekti. Bakarken göz göze geldik. Tebessüm ile selamlaştık. Gülmek ona yakışıyordu. Gülmek insana yakışıyor. Hiç bir güzel söz tanımlayamaz, ifade edemez gülmeyi.
Gönülden gönüle bir geçit. İnsanın kendisine gideceği bir geçit.
Toplantıda yıl boyunca eğitsel kazanımlarımızı konuştuk. Son söz bana verildi.
Konuştum.
Konuşma sonrası duygulanmıştım. Hakikaten hummalı bir senenin sonunda çok güzel işler çıkarmışız meğer.
Hep beraber duygulandık, takdirlendik. Stres ve sorunlu görünenler, gözüme ve yüreğime iyimserlendiler.
Ah insan ah!
Ve tabi sevgili arkadaşım bu koşuşturmada sürpriz yapmıştı.
Sevinç
şaşkınlık
karmaşıklık
karma duygular
heyecan
hüzün
istek ile isteksizlik hepsi bir aradaydı.
Velhasıl ne olduğumuz bilinmez denklemleriz. Sanki çözümü ve formülü varmışız gibi. Bir çubuk ile toprağı eşeliyoruz müsvedde diye.
Daha korkunç olan, birbirimizin katilleriyiz.
Çiftlerin öldürücü kuralları bir eğretidir. Bu sebeple
su akıp yatağını bulmadan önü kesilir.
“Önce bir anlaşalım” ile başlarız.
-Beklenti yok
-Umut yok
-Aşk asla yok yok yok… Kaza bu, belki aşk olur .
-Sevgi yok
-Bağlılık yok
-Paylaşım yok.
-Canımız isterse sen yoluna, ben yoluma.
Dengesiz eylemler ve çelişkiler ise çabası.
Bu yok
O yok
Cehenneme kadar artık denir.
Özel otistik öğrencimiz teşekkürü hak kazandı. Emek kadar tatlı bir şey olamaz.
Var tabii de ama emeğin tadı var.
Yaşam deli gibi koşuşturmaktır, bir o kadar anlamsız.
Anlamlı kılan değerdir, sevgidir. Tatlı tatlı başarılardır.
Sevgi sevgi sevgidir. Gözünden öptüğüm demlenmiş sevgidir.
Yo, başka bir şeye benzemez bu demlenme derim.
Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.