TABİBE HANIM / Halil Çamay

Evet, ama bilincine varmak insanın canını yakıyor!
Lawrence Durrel

“Bizim gibi insanlar evlenmemeliymiş dostum!” diyen bir mektup aldım tabibe hanım. Demir kapının aralığında ki küçücük mazgaldan, kapkara ve resmi bir elden uzanan, dostluğu korkuya şikâyeti mazerete dayalı bir mektup. Parlak bir zarf, özensiz satırlar ve baştan savma cümleler… Demir parmaklıkların arkasında, demir parmaklıklardan da soğuk ve duygusuz bir mektup… “bizim gibi insanlar…”

Ne kadar kolay bizim gibi demek, öyle değil mi tabibe hanım? Oysa heyecan ve düş kırıklıklarıyla dolu bir yaşam demektir bizim gibi olmak. Aslında günlük yaşam içerisinde değerlendirdiğimiz de bizim gibi olmak diye bir şey yoktur tabibe hanım. Bu doğumla gelen bir tür lanettir. Nedir bunun literatürdeki adı diye sorarsa o güzel ağzın, genel tabiriyle serserilik diyebiliriz. İçten içe gıpta etseler de bize statik yaşam içerisinde ‘normal’ diye nitelenen insanlar, onlara pek güven vermeyiz. Yaşam şeklimizi aykırı, düşlerimizi anarşizan bulurlar. Oysa doğamız ne kadar aykırı olsa da, o ‘dostum’ kavramında ki dostluk tam olarak bizi ifade eder. Bu serseri, göçebe yaşamımızda dostlarımız için birçok fedakârlıkta bulunmuşuzdur.

Aslında her birimizin tenhalarda durağan bir yaşam hayali vardır. Bir sahil kasabası, bir çiftlik…

Örneğin öyle çok isterdim ki; bir dağ köyünde bir çobanın oğlu olarak dünyaya gelmek, baba mesleğini devam ettirmek, babanın seçtiği bir kızla evlenmek, soy devam etsin diye çocuk yapmak, düşünmeden sorgulamadan yaşamak…

Kolaydır bu tür yerleşik yaşamlar Tabibe Hanım, statiktir.  Aykırı düşlere, tutkulara, keşiflere yer yoktur. Her şey programlıdır. Oy vereceğin parti bile ata yadigârıdır. Tek kaygı soyu yürütmek ve birkaç baş hayvan daha çoğaltmaktır. Ama müesses nizam içerisinde bizim yaşamız sakıncalıdır, haramdır, yasaktır!

Oysa biz kısa ömrümüzde, tutkularımızın peşinde, maceradan maceraya koşarız. Her düş kırıklığının ardından onlarca defa söz vermemize rağmen kendimize, duracağımıza, durulacağımıza…

Aşk ateşini bilir misin Tabibe Hanım? Asıl olan şudur ki bizim gibi insanlar yüreklerinde üzeri ıslak bir mendille örtülü bir volkan taşır. Zaman zaman o mendil ıslatılmalı ve tekrar örtülmelidir. Unutulur da mendil tutuşursa lavları dünyayı saracak sanırsınız. Oysa paramparça dağılacak ve her bir parçası ayrı bir yangın yerine dönüşecek olan, yalnızca kendi gezgin bedeniniz ve kayıp ruhunuzdur. Yüreğinde gitmek olan bir serseri yerleşik birisine âşık olursa bu bir kıyamet alametidir! Aşkın bağlayıcı duygusuyla direnir gezgin. Yüreğinde alev alev bir tutkuya dönüştükçe aşk, direnir… Kalır, yerleşmeye, bir yuva kurmaya çabalar. Kurup kuracağı göçebe bir kuşun, mevsimlik yuvasıdır oysa.

Direnir… Günler geçer aylar geçer, birkaç mevsim tekrarından sonra tam duruldum derken, sular çırpınmaya, içindeki hayvanın gözü yollara düşmeye başlar. Yerleşik aşk, acıtan bir deneyimdir gezgin için.  Aşkın ateşi tüm damarlarında dolaşsa da alev alev, gözünü yollardan alamaz. Sular çırpındıkça bulanıklaşır. Vahşi toynaklar toprağı dövdükçe suların çırpınışı fırtınaya, deli dalgaları yalçın kayalıkları döven karanlık bir denize dönüşür. Ve sonunda vahşi hayvan şahlanır…

Bir gün hiç tanımadığı bir şehirde, bir otel odasında açar gözlerini. Yeni düş kırıklıklarına programlı,  yeni bir yaşam başlar. Seyahatler sıklaşır, dostlar çoğalır.  Her şehirde bir sevgili, her sevgili de bir yanık izi kalır. Her tende ilk aşk, her bakışta o masal aranır…  Yeni yollar, yeni yolculuklar… Yerin ve yönün bir önemi kalmaz. Üçüncü sınıf otel odaları, kapısına kilit vurulmayan sabahçı kahvehaneleri, istasyonlar, şantiyeler, hapishaneler… Anlamsız yerler, puslu – barok mekânlar…  Kıyıya, kenara sürüklenmiş bir salça tenekesi, bir dondurma külahı, içki şişesi, çikolata ambalajı gibi, bir yaşama dönüşür yıllar geçtikçe o fırtınalarla beslenen gençlik… Rüzgâr bir musalla taşına savurana dek, anılarla çürümüş yaşlı bedeni… Bizlerin yaşamı lanetlidir tabibe hanım, bizlerin yaşamı yasaklı…

Serserinin doğası iyileştirici sezgidir Tabibe Hanım, sessiz yaratıcılık. Biçimlerin ve kalıpların dışında, simgesel anlamları olmaya uçurum çiçekleri… Gitmekse bir başka aşktır tabibe hanım, sanatların en cazibelisi, günahkârların hac eylemi…

Yasak elmayı bilir misin Tabibe Hanım? Kan kızılıdır. Yer yer açık kırmızı damarları vardır. Bol sulu olduğu o damarlardan anlaşılır. Fettan bir dilberin al yanakları gibidir, ısırmak istersin, dişlerini geçirmek, serin sularının dişlerinin arasından sızışını hissetmek. Yasaktır ve tüm yasaklar gibi cazibelidir. Isırırsan sonuçlarına katlanırsın. Âdem ile Havva’nın cennetten kovulması kadar ağırdır sonuçları.  Ama biz Lilith ’in çocuklarıyız Tabibe Hanım. O elmayı ısırıyoruz ve dişlerimizden sızan kan değil…

Bizim gibi olmak, bizi yaşamak zordur Tabibe Hanım! Ajandalar arasında kaybolan düşlerimiz vardır. Dostluklar, yaralar ve sözcükler taşırız çıkınımızda. Yükümüz ağırdır. Diyalektik düşlerimize karşın metafiziksel bir yanı vardır yaşantımızın. Her maceranın sonunda, annesinin cesedi başında uluyan köpekler gibi, döner ziyaret ederiz aile ocağını… Zordur bizim yaşamımız Tabibe Hanım, bir mektubun satır aralarına sığmayacak kadar…

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir