aylak adam
İlkay Noylan

SEVTAP AYYILDIZ SÖYLEŞİ

Eylül 2024’te on yedi öyküden oluşan dördüncü kitabın Aylak Adamın Düşleri, SRC Kitap’tan çıktı. Öykü yazarına sorulacak en doğrudan soruyla başlayalım. Bir öykü fikir olarak nasıl doğuyor sende? Nelerden etkilenip “Bunu yazmalıyım,” diyorsun? İlham kaynakların nelerdir?

Dış dünya öyle bol malzeme sunuyor ki bize, her an herhangi bir şeyden ilham alabilirim. Okuduğum kitapta geçen bir cümle, okuduğum kitabın bende bıraktığı tat, şiirin bir dizesi, seyrettiğim filmdeki etkilendiğim bir sahne, yürürken yanımdan geçen birilerinin konuşmasından kulağımda kalanlar… Özellikle şu konuyu yazmalıyım diye oturmuyorum masaya, bir cümle gelir sezgisel olarak ve yazmaya başlarım.
Bir öykünün fikir olarak sende belirmesiyle ‘bu öykü bitti’ demen arasında geçen süre ne kadar? Nasıl yazıyorsun? Günün hangi saatleri çalışmayı tercih ediyorsun? Çalışma disiplinin nasıldır?
Çalışma disiplini edinemedim yıllardır, keşke masaya oturup yazma isteğimi erteletecek durumlar olmasa. Kendime ait bir odam, masam yok, ev halkının olmadığı zamanlardaki sessizlikte yazabiliyorum. Genellikle öykünün ilk yazılımı kalem defterle oluyor sonra bilgisayarda yazıyorum. Yazılan öyküyü demlenmeye bırakıyorum, bu bazen birkaç hafta bazen birkaç ay olabilir. Son okumayı yaptıktan sonra eğer öykü içime sinerse bu öykü bitti derim. O an yaşadığım mutluluğa elbette paha biçilmez
Yazdığın ilk öyküyü hatırlıyor musun? Ne zaman yazmıştın? Nerede yayımlanmıştı?
İlk öykümü lise yıllarında yazmıştım. Oto tamircisine âşık olan genç kızı komik bir üslupla yazmıştım. Yayınlanan ilk öyküm ise Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesinin çıkardığı Mavi Terazi adlı dergiydi. Benim için çok heyecan verici bir olaydı. Günlerce dergiyi açıp öyküme bakamadım.
Karakterlerinin hiçbirisi yapıntı yahut karton değil. Öykü kişilerin kurgunun içinde son derece gerçekçi oluşturulmuş. Bu karakterlerin hayatta karşılığı olan insanlar var mı? Öykü kahramanlarını nasıl yaratıyorsun?
Tamamen kurgu olanların yanında hayatta karşılığı olan insanlar da var. Dalgalı Deniz öyküsündeki Ali Usta benim babam. Onun Yassıada anılarından yola çıkarak yazdım o öyküyü. Diğer öykü kitaplarımda da var direk karşılığı olan karakterler. Bazen de tanık olduğum bir durum ya da dinlediğim bir hikâye bir öykü yazdırır. Köy Minibüsü öyküsü şehirden köye gidecek olan minibüste yaşadığım şaşkınlıkla yazıldı. Spinozalı Rüyalar öyküsü Ulus Baker’in öğrencisi olma şansına erişmiş bir arkadaşımla yaptığımız sohbetten sonra yazıldı. Aynadaki Ev öyküsü birkaç yıl önce bir türlü söndürülmeyen orman yangınlarından sonra, Armudun Faydaları öyküsü ise yıllar evvel babamın dayısından dinlediğim bir olay –ağaca çıkan Ermeni bir kızın taşlanması – üzerine yazıldı. Ya da bazen bulunduğum yer öyküme mekân olur. Bir derenin üzerine kurulmuş ahşap köprüde oturup ıhlamur ağacının baygın kokusu eşliğinde hayallere daldığımı hatırlıyorum. Ardından kitaptaki Samet öyküsünü yazdım.
Öykülerinin çoğunluğunda karakterler doğayla içli dışlı. Senin ağaçla ormanla akarsuyla doğayla ilişkine değinelim biraz da. Bu ilişki yazı dünyana nasıl yansıyor?
Annemin doğum sancısı vapurda başlıyor, faytonla ebenin evine zor yetişiyor. Deniz kokusu, dalgaların sesi belki bu yüzden beni hep kendine çekmiştir. Heybeliada’da geçen çocukluğum denizle ve çam ormanlarıyla kurduğum bağın ilk nedeni olmalı. Sonrasında Karamürsel Eğitim Merkez Komutanlığında neredeyse bir fanus içinde geçen, dış dünyadan yalıtılmış kedilerle, parklarla, ağaçlarla, çiçeklerle geçen yıllar. Çiçeklerle ve kedilerle yaşamı paylaşmayı seviyorum. Doğa özellikle deniz bir şekilde sızıyor yazdıklarıma. Biraz Sonra öyküsünde deniz kenarındaki kayalıklarda geceyi geçiren karakter gibi.
Sözlükte aylak: Yapacak işi olmayan, boş duran kimse anlamında. Peki Aylak Adamın Düşleri’nde aylak kim ya da kimler?
Yaşanılır bir dünya isteyip harekete geçmeyenler, iktidardan şikâyet edip yeni bir düzen için adım atmayanlar, kendi yaşam koşullarını iyileştirmek için hiçbir şey yapmayanlar aylak adam olabilir pekâlâ. Gördüğü güzel düşlerin peşinden gidemeyendir aylak adam.
Birbirinin ardılı ya da öncülü diyebileceğimiz öyküler var son kitabında. “Nehrin Şarkısı” ve “Kadın Sesi” böyle öyküler. Kitapta da arka arkayalar. “Düş Yakamdan”, “Müjdemi İsterim”, “Büyümek İçin” adlı öyküler de aynı şekilde. Öykülerin birbirini beslemesi, bir öyküdeki ana karakterin, diğer öyküde yan karakter olarak metne alan açması için mi bu şekilde kurguladın? Yoksa bu öykülerin birbiriyle bağlantısı farklı bir yapı üzerinden mi kuruldu?
Nehrin Şarkısı adlı öyküyü yazarken Naciye karakterinin sonunu ben de merak ettim. Ardından diğer öykü geldi, Kadın Sesi. Naciye’nin yaşayacak daha kötü günleri varmış belli ki.  Düş Yakamdan öyküsünde ise Hasret karakteri uzun süre Tarabbayaüstü’nden Sarıyer’e yürüyüşlerimde bana eşlik etti. Birlikte dik yokuştan inip deniz kenarına ulaştık, bankta soluklandık, çiçekçide çiçek seçtik. Öyküler kendini yazdırdı.
Çatışmaların çok güçlü. Bulunduğumuz yerle olmak istediğimiz yer arasındaki fark, olduğumuz insanla bizi dönüştürmek istedikleri kişi ya da bizim dönüştürmek istediğimiz insanlar… Varoluşsal sorunları birer çatışmaya dönüştürmek yazarken sana nasıl kolaylık sağlıyor?
Hayat çatışmalardan oluşmuyor mu zaten? Bazen iki durum arasında kararsız kalırız, seçim yapmakta zorlanırız, ya da istemediğimiz şeyler arasında seçim yapmaya zorlanırız. İlk öyküdeki karakter gibi, anne olmak istemediği halde anne olmaya zorlanan bir kadın var orada. Olmak istediğimiz yer ile olduğumuz, hayatta konumlandırıldığımız yer arasında uçurum oluşursa çatışma kaçınılmaz oluyor.
Kim olduğunu, dünya üzerindeki varlığını, hayatın anlamını sorgulayan karakterlerin yanında özeleştiri yapan karakterlerin de var. Bununla felsefe öğretmeni olman arasında bir bağ var, diye düşünüyorum. Sen bu ilişkiyi nasıl kuruyorsun?
Dönemin ilk felsefe dersinde öğrencilerimden kendilerine ‘ben kimim’ sorusunu sorup yanıtlamalarını isterdim. Kendi hakkında hiçbir fikre sahip olmayan öğrencilerin yanında kendini gayet güzel ifade eden öğrencilerim de oldu. Felsefede sorular cevaplardan daha önemli olduğuna göre öncelikle soru sorma becerileri üzerinde dururdum. Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez diyor ya Sokrates ona katılıyorum. Hayatın neresinde durduğumuz, durduğumuz yerden memnun değilsek neler yapabiliriz, hayatımıza bir anlam yükleyebilir miyiz gibi sorular art arda gelebilir. Felsefe düşünme, düşündüğünü ifade etme ve sorgulamayla iç içe olduğuna göre yıllarca felsefe öğretmenliği yapmamın bir şekilde öykü karakterlerime kurdukları cümleler yoluyla sirayet ettiğini düşünüyorum.
Bu keyifli söyleşi için çok teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim.

 

Daha fazla Panzehir Söyleşiye  buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir