PİA

Günün doğması ile birlikte, güneşin ilk ışıklarının sımsıkı kapatılmış perdelerin arasında bulduğu minnacık bir boşluktan sızıp halının üzerine vurmasını izliyorum. Bir adam bir kadın derken, bıraktığım bütün izler, açtığım yaralar; bütün gece aydınlanıyor etrafımda. Sonra, sonu gelmek bilmeyen bir deniz! Ve kara hiç görünmüyor. Hiçbir yere ulaşmıyor.  Ne zaman birine dalsam, derine ve daha derine inmenin peşinde, bir daha çıkamayacağım gibi geliyor. Bu sefer boğulup gideceğim. Ama olmuyor yine, içimde biri var, beni yukarı çekiyor. Her çıktığımda da bir başkası oluyorum. “Bırak beni” diyorum.  Salmıyor.  “Bazen dipten gelen zincir sesi duyuyorum biliyor musun?” Kim kime zincirlenmiş,  bilmiyorum. Biraz sonra kapıdan çıktığım gibi unutulup gidecek her şey. 

İsimleri hiç hatırlamıyorum. Sanırım en çok iki hecelilerle sevişmeyi seviyorum. Belki de bir söylenişte ağızdan buz kütlesi gibi düşen isimleri seviyorumdur, kim bilir. Çözülüyor sanki. Harfler kelimelerden,  kelimeler cümlelerden ve en çok da sesten, inlemenin en üst perdesindeki çığlıktan çözülüyor. Sonra o kutsal soru geliyor bittikten sonra… “Kimsin sen?” Cevap hep aynı. “Hatırlamıyorum” . 

Aslında bütün maharet gün geceye sızmadan odadan hırsız gibi kaçabilmekte. Yerlerde bedenler uykudayken, parmak uçlarında yükselen çıplak ayaklarında. Bütün görkemin, ardına bakmadan kapattığın kapının sessiz vuruşunda. Ne ihtişam ama… Yalan yok,  bazen insan arkasına dönüp bakmak istiyor, bir an durur gibi oluyorsun, ama sonra. İşte sonrası var… Ve sonrası olan yerleri terk edeli uzun zaman oldu. Tek izin merdivenlere. O da sokağa açılacak kapıya çıktığı için. Yoksa o da yok aslında. Ayağını attığın gibi dışarı, apartman boşluğu olsa keşke ve her şey bitse.  Ama her şey gibi, yaşam gibi ölüm de öteleniyor ileriye, ileri bir tarihe. Bugün geç kaldım işte.

Aşağı doğru eğilmek değil, bakmanın bile yasak olduğu merdivenlerin trabzanlarına tutuna tutuna, bir adım bir adım daha. Yürüdükçe, bir mide bulantısı sarıyor. İndiğim katlar, önünden geçip gittiğim diğer dairelerin kapıları,  hiç ilerlememiş gibi önümde uzayıp gidiyor yol.  Sonra o an başlıyor:  Bulantının tetiklediği bir acı. Ellerimle çeksem gelecekmiş gibi duran, ama dokunduğum an içeri kaçacak olan bir bıçak hissi, yığılıp kalıyorum merdivenlere.  Mermerin soğuğunu hissetmek için yüzünü yapıştırıyorum taşa. Yorgun beynimden geçen düşünceler çarpışan arabalar gibi, gözlerimin önünde birbirine giriyor. Sadece izliyorum. Sonra boynumda parlayan yıldıza teğet geçen, kelebekler zamanı başlıyor. Belki sadece bir dakika. Belki bir gün, belki bir ay, belki de yıllar sürecek. Ve sonra kulağıma fısıldayacak,  kafamdaki ses, iki kulağım arasında:  “Kimsin Sen?” “Galiba PİA.” Hemen derimin altında, ben PİA.   

Evrim A.

4 thoughts on “PİA/ Evrim A.

  1. Ceyda dedi ki:

    Pia. Birbirinin içine sızan duyguların ve çıplaklığın için teşekkürler. Karanlık kaldırım taşları arasına gizlenmiş kaplan gözü çakıl taşları gibi. Diline, yüreğine sağlık

  2. Yıldırım dedi ki:

    Hiç ilerlememiş gibi önümde uzayıp gidiyor yol…

    Çok geride kalmışcasına, gençliğinin ardında, çocukluğunun ötesinde sıkışmış, çığlık atan hayallerinin ön izlemelerini izliyorsun. Ama bu sefer daha farklı, artık ulaşılmaz olduklarını bilmen gerçeğiyle, ama yinede bir ümit ilüzyonu ile..

  3. seyhun dedi ki:

    ah be PİA yaktın beni. Biraz Noir gibisin ama değil gibisin…

  4. Melek dedi ki:

    Ah PİA, nasil gerceksin. Sen hep yaz, bir yol bulmak icin yazmamiz gerek bazen. Seni biliyorum, sen bizden birisin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir