????????????????????????????????????
Nuray Süme

TAVANARASI YALNIZLIĞI

İnsanların büyük kısmı toplu taşıma araçlarında seyahat etmekten hoşlanmazlar. Bense kalabalık ortamlarda, insanlarla bir arada bulunmayı seviyorum. Öykü karakterlerimi dolmuşta, otobüste, metroda rastladığım ve tanımadığım insanlardan seçiyorum çoğu kez.

Özellikle öğle saatlerinde cama yansıyan güneşin, insan yüzlerinin tüm ayrıntılarını size bonkörce sunacağını göreceksiniz. Aynı güneşin, denize paralel giden yolun kenarındaki ağaçlara çarpa çarpa rengârenk bir şölen oluşturduğunu da. Çoğu zaman o şölene bankta oturan iki sevgili, sohbet eden iki dost ve sessizce kareye girmiş kuyruk sallayan bir sokak köpeği de dâhil olur. Uzaktan, uçları bıçakla sivriltilmiş kurşun kalemler gibi görünen minare siluetleri, ufuk çizgisinin hemen yakınında ağzını açmış köpek balığına benzeyen füme rengi, pamuksu bulutlar elimin hemen altındaki metaforlarımdır.
Bugün, yönetmen bir dostumun ricası üzerine, yeni çekecekleri filmin üzerine konuşmaya gidiyorum. Dostumun gönderdiği senaryo metnini birkaç kez okudum ve hayli ilgimi çekti. En can alıcı sahnelerinin köhne, karanlık bir tavan arasında geçtiği, ilginç bir senaryo bu.
Tavan arasına çıkma sebebi, antikacıya ballandıra ballandıra anlattığı, annesinden kalma pikaptı aslında. Bu günlerde iyi para ediyormuş. Elindeki fenerin karşı duvara yansıyan ışığıyla örümcek ağlarını uykudan uyandırır gibi oldu. Aynı anda ayağının üzerinden geçen sıcaklık,  uzun süredir saklandığı yerde kımıldamadan duran hamamböceğine aitti.  Cebindeki plastik eldivenleri çıkarıp yanı başındaki torbanın ağzındaki düğümü çözdü. Kalın bir toz yumağından ayrılan parçacıklar havada uçuşurken kendini bir an ıssız dehlizlerde elmas arayan madencilere benzetti.  Çömelerek elini torbanın içine daldırdı. Bir tomar dolusu mektup avuçlarının içindeydi şimdi. Yıllardır düşünmeye bile cesaret edemediği, tavan arasının köhne köşesine itilmiş korktuğu ne varsa yanı başındaydı. Titreyen ellerini sakinleştirmeye çalışarak içlerinden bir tanesine uzandı. Tozlanmış kâğıtta bir tutam saç, dudak izi ve bir fotoğraf vardı. Yüksekçe bir yere koydu mektupları. Söz verdiği gibi pikabı aramaya başladı.
Otobüs hareket ettikçe senaryo da kafamda şekillenmeye, anlamlanmaya devam ediyor. Bu arada gözüm yolcuların üzerinde. Yarım ağız, ılık ılık gülen güneşin eline teslim edilmiş bu günde hiçbir detayı kaçırmak istemiyorum.
El fenerinin cılız ışığında, kenarları sırmalı ahşap bir boy aynasının yansımasında kendi yarısını görünce iç geçirdi. Al işte! Aynada da yarımdı.  Birkaç adım atmıştı ki ayağı küçük ahşap bir masaya takıldı. Annesinin yıllarca gözü gibi baktığı pikap işte oradaydı. Masanın üzerinde. Elleriyle okşayarak sildi üzerine biriken tozu. Umduğundan daha iyi durumdaydı. Yine de aklı az evvelki mektuplara takılıydı. Tekrar açıp okusa!   
Bir zamanlar aşkından kör olacak kadar sevdiği bir kadın vardı: İlk görüşte âşık olduğu. Dans ederken, caddelerde el ele yürürken,  şarabı yudumlarken, birlikte şarkılar söylerken bakmaya, sarmaya doyamadığı bir kadın. Bir gün sebepsiz ayrılalım demişti. Unutalım her şeyi. Sonra çekip gitmişti.  Aslında gidene değil de zayi olan zamanaydı üzüntüsü. Boşa çıkan güvene. Öksüz bir çocuk gibi ortada kalışına…
Günlerce ağladı. Uykusuz kaldı. Yemek yemeyi unuttuğu zamanlar oldu. Derken yazmaya başladı. Karşısında bir muhatabı var gibi. Sevgilisi yanındaymış gibi. Yazmasaydı, evet sayfalarca yazmasaydı, dökmeseydi içini, aklını yitirebilirdi. Her güne bir mektup sığdırdı. Yazdıkça soğudu yüreği. Belki onu unutturamıyordu mektuplar ama hiç değilse avutuyordu.
Boy aynasında ikinci kez baktı kendine. Saçı başı dağılmış yüzü gözü toz içindeydi. Bahçelerdeki korkuluklara benzetti kendini. İçerinin küf kokulu, kekremsi havası geçmişiyle birleşince nefes almakta zorlandı. Neyse ki yaşadıkları geride kalmıştı.  Şimdilerde hayatına giren yeni biri vardı. Ona değer veren, gerçekten seven biri. Sürekli eskiyi hatırlayarak, gelmeyecek birini bekleyerek geçirdiği zamanlar geride kalmıştı. Az evvel çıkardığı mektubu bıraktığı yerden alıp torbaya geri koydu. Ağzını sımsıkı bağladı. Zaten geri dönmeyecek birine yazılmıştı.
Aşağıdan sevgilisinin sesini duydu:
“Buldun mu pikabı?”
“Buldum, buldum.”

 

Otobüsten inerken karşı kaldırımdan durağa doğru yürüyen kırmızılı kadın nasıl da tanıdık geliyor. Yine de çıkaramıyorum. Aklım tamamen senaryoda ve üzerine konuşmak için sabırsızlanıyorum.

 

*Hikaye atölye çalışmasında Oğuz Atay’ın Unutulan isimli öyküsünden esinlenerek yazılmıştır.

 

diğer öykülerimiz için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

Related Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir