KEL TEKE

Kör olasıca, gidip getirmedi ki ilkyazdan iki yük odun. Kerpiç tamın içinde nasıl ısınacak bu bebeler diye düşünür mü heç? Emme o gelmeden, ille de sıcak aş hazır olacak. Garnı doyunca da iki cigara tüttürür, zıbarır sedirin üstünde.

Üç ayda bir gündüzden haber yollar çocuklarla, ‘Gaşınıyom hazır etsin suyu’ deyi. Aman eli varsa gücü yetse bari. Görmedim daha, aynı gece üst üste iki kaşıntı. Yedir içir, işin yoksa bir de süslen. İki dakkada fırt. Keyfi dürülünce de düşer yunma gaygısına. Sanır sol yandaki melek günahı ancak o vakıt yazar. Sonra bekle gelsin öbür üç ay da kel başın teveğine su yürüsün.

Öksüre öksüre belirir şindi,  hoş beş etmeden gürler yine dişsiz aslan, ‘Hala yatmadı mı bu sıpalar’ diye. Sanki babamın evinden getirdiydim bu gavur döllerini ben. Bir de edinir, tavşan gibisin mübarek diye. Demez ki, ‘O davşanı boğarım da, ondandır bu veletler ’

Zağar gibi dolanmıştır yine gün boyu. Üstü kalın sırtı pek, donunu da yudum ya geceden, adam sıfatına bürünüp yatırmıştır telekli şapkasını kel başının bir yanına.  Bilirim, birinci aza öldü öleli, mesken tuttu yukarı köyü. Ulan kel baş! Dinime imanıma, kesmem mi gece vakti, yumadan senin kart horuzu. İğdiş olursun Alimallah.

Emme, hepsi senin değil bu gabahatin. O yosma yok mu? Erim öldü, evimin direği, çocuklarıeın babası toprak oldu demez de allı pullu fistan giyer kış günü. Eline kına, dudağna boya sürer. Haaa bi de sürme çekiyo, dana gözlerinin pınarına. Ahh seni şırfıntı! Ben sana belletmem mi Hanyayı Konya’yı. Çalı saçlarını elime doladım mı, seni muhtar bilem kurtaramaz. Haahh. Muhtarda kimmiş be… Cenderme gumandanı gelse alamaz elimden, yeminle.  Bunu eyi akıl ettim.  Gumandan taraf olur elbet,  hökümet nikahı olandan yana. Bir ere bir karı. O kelin hökümet tapusu bende. Senin çöplükte ne kadar didinirse didinsin nafile. Kök saldım ben buraya. Şükür her fırsatta bi tane. Kel başa ver mesiri bademi, az da ceviz fındık, sonra sürdür tarlayı, aham da oldu, o senenin nur topu gibi hasadı.

Çoğalıyomuşum. Çoğalcam elbet. Kuru götlü kel uyuyunca ahladın gölgesinde, bunca ata toprağnı yalnız başıma mı ekip biçicem.  Yetmiyomuş gibi, malı, davarı çemçik ağızlı çobana mı güttürücem? Sonra yalana yalana gelsin ırz düşmanı, bi gödük buğday bahanesiyle kapıya.

Pis çoban! Sokar mıyım seni ben fırahtının bu yanına. Bıldır köyün davarını, sırf üç beş tuman görücem diye gölete saldığını sezinlemedim mi? Mundar çoban seni!

Aslan gibim manşallah kelim. Tü tüüü kırk bin kere. Buraları bırak, namı kasabaya kadar varmış derler. Eli gınalısından, dodağ boyalısına kadar hepsi tutkunmuş kel tekeme. Kurban olsunlar aslanıma. Nazar edenlerin gözü çıkar inşallah. Eeee, elini sallasa ellisi. Bi güzel giyindirip kuşandırdım mı onu, ahhh o şapkasını da yatırınca kaşının birinin üstüne, iç çeke çeke baygınlık geçirir köylü karıları.

Gelmesi yakındır, az sonra kükrer aslanım. Elceğizlerimle hazır ettim yemeğni. Bi de turşu kavurmuşum ki, tombul parmaklarını yesin kel paşam. Aham da bahçe kapısı açıldı.

Şimdi çağırır ‘Güldane’ diye. Ses vermezsem gızlara seslenir, Anşa, Döndü, Huriye.

Kim bilir Irızaynan Ürüştü hangi cehennemde. Yemek vakti ara ki bulasın merkebin döllerini.

Aklıma gelen başıma geldi. Gızlara çıkışıyo kel, ‘Zıbarmadığız mı siz daha’ diye. Meğersem yemek için değil sıhhıye çantası için gelmiş. Yukarki köye gidip bi iğne vuracağmış’ Ağaz yapıyo ba duyurmak için. Puh senin sıfatığan kel.  Gidişin olsun da dönüşün olmasın.

Evdekini başarmış gibi dışarı başlılık ediyo höçür. Geçende az çekiştiydik de ‘Lazımlığı varsa, puardan bi goşu su getireyim’ dediydi. Bekliyodu ki, ‘ Azıynan bulaşığı neyi yurum, kalanıyla da sen bi hamam edersin’ dicem. Çok meraklısıydım sanki. Millet maişe gideli üç ay olmuş, su getirmek aklına yeni gelmiş kelin. Söyleyince, ‘Oldu mu o kadar be? Sabaha unutturma da eve bi su deposu yapim. Olmuyo böle üç ayda bi hamam’ dediydi.  Çocuğum sankim kandıracak beni…

Yarına malı davarı çobana tembihlim de gör sen. ‘Tövbe tövbe, nereden çıktı gız şimdi bu çoban’ dersin işitince.

O vakit ben demem mi  ‘Şimdi çıkar mı aslanım gocca dağ gibim adam’ diye.

Bıldır yine çoban mevzu olduydu. ‘Namussuz sabahın köründe gelip almasın malı davarı’ deyip ahurun kapısını kitlitlediydi. ‘Bi de gıız kim bağlıyo bizim iti buraya’ diye, kıyamet koparmaya kalktıydı.

Böyük gız ‘Sen bağladıydın’ buba deyince,

‘Halt etmişim. Artık evin yöresinde öylecene gezinsin fukara, gece gündüz. Köpeğ bağlamak günahmış. Siz de eyi bilin bunu ha’ diye nasihat ettiydi utanmadan. Böyük gız ‘Öylemiymiş ana’ diye sorunca da, lafa katmak için ‘Turşu gavurdun mu gız?’ diye seslendiydi bağa.  Zıkkımlanması bitince de ‘Hay anan baban nurda yatsın’  diye dua ettiydi. Sankim anamla babam önüne sürdüydü turşuyu.

Hele bak şu kelin ettiğine, çantasını aldı da çıkacak kapıdan söylene söylene. Paçaları zil çalıyo, bi de güya mecburiyetten gidiyomuş gibi poz yapıyo utanmadan.

Emme ben yapacağımı iyi bilirim. İniyom şindi aşağa. Karşığan dikelip bi diyeyim diyeceklerimi de sen o zaman gör, el mi yaman kel mi yaman bi gözel anlarsın.

O vakit şıp diye akıllanacağın tutar ‘Bu havada da aç karnına yuharı köye mi gidilirmiş. Bi iğneynen köylü gısmı can bulacak değil ya’ der oturursun götüğün üstüne belkim.

Benden utanmıyon everimlik gızların var onlardan utan bari. Püh senin sıfatığan mendebur kel.

 

 

 

Bülent BUYRUK

1 Kasım 2015/ Acıbadem

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir