TAŞLAMA –KEDİ YAZDI (Of Ya!)

 

Nefes yine uzattı patisini başladı sormaya

Diz üstü bilgisayarın camına baktıkça;

 

-Bu ne?

-O mu? O Sosyal Medya Sayfası

-Onu biliyorum, onu sormuyorum, şunu soruyorum

-Hım. O, dua

-Dua mı? Ne işi var camda?

-Ne bileyim, bilelim diye her hal dua ettiğini

-Of Ya! Anlamadım

-Ne var anlamayacak sen dua etmez misin?

-Ederim. Araya cam koymam, canlı da

-Hadi oradan! Fotoğrafını camda görünce abanıyorsun cama kaç beğeni almışım diye

-O başka, o insani

-İnsani mi? Sen insan değilsin ki

-Of Ya! Biliyorum. Aranızda durdukça oldum ben de insani. Beğenmezken çok şeyi, beğeni beklerim çok şeyime!..

-Çok biliyorsun sen, git başımdan

-Neden yüzünü ekşittin, bana mı?

-Hayır kedi. Sayfaya: Ne idüğü belirsiz kişinin ipe sapa gelmez, deli saçması yazısına…

-Biraz açık kalsaydı ne yazmış?

-Olmaz. Bilirsin vaktim kıymetlidir, boş işlere kapalıyım! Gezintiye devam edelim mi?

-Bu ne?

-Cımbız reklamı

-O da ne, ne işe yarar

-Bak kaşlarıma… Onları tek tek görüp cımbızla çekmek… Gülme! Yok, sana lazım değil, senin tüylerin çok güzel sütlü kahvem.

-Bu geyiğin yanındaki kim?

-Bi bitemedi bu nelerin, bu kimlerin… Söylesem bilecek misin? Yabancı bir aktristin fotoğrafı, geyikle poz vermiş

-Geyikle poz mu vermiş? Foto hilesidir o. Yabancı ne demek?

-Dili, dini, töresi… Gibi. Gibi… Bizimle aynı olmayan

-Çok saçma

-Seni çokbilmiş kedi,  neden saçma, neden veremesin poz?

-Of Ya!  Bir düşün? Neyse düşünme ben söyleyeyim. Biz senin,  sen de bizim yabancımız değilsin; birimiz hayvan birimiz de insanız üstelik

-Öyle!  Haklısın, çok da seviyoruz bir birimizi

-Ben hep haklıyımdır. Da!

-Da! Derken?

-Telefonda kardeşine anlata durdun şu bizim hikâyemizi…  Haftalardır ne haftası kaç ay geçti yazacak oluyorsun yazmıyorsun.

 

Farenin üstündeki elimin üstüne patisini koydu. Eşek sıpası sanki o yazacak.

 

-Şimdi olmaz. Kedi öyküsü çok var. Hem kafamda da olgunlaşmadı o hikâye… Tuşlara da dokunma, ekran gidiyor.

 

Olduramadı.

 

-Armut musun olgunlaşmasını bekliyorsun? Karton kedileri yazdın, yetmedi sanki biz evde yokuz gibi bir de karton kedi getirdin.

 

Kızdığımı anlayınca, işi sevimliliğe döktü. Karın masajını yaptı. Başına konan öpücükle oluru aldı. Oturdu, patileri bilgisayarda, yazdıklarımı okuyor. Unuttuklarımı sanırım anımsatacak.

-Of Ya! Olmadı

-Neden? Neresi?

-Ben anlatacağım sen yazacaksın. Dili de ben dili, benim dilim benim sözüm olacak. Masalı andıracak.

-O… Neredeyse sabah olacak.  Silelim, yazalım gönlün olsun.

 

-E Hadi seni bekliyorum.

-Tamam. İnsanlar ve kedileri anlatacağım. Önce senden başlayayım, demiştim.

-Anlamadım.

-Karton…

-Vay!  Önce taş bana ha. Karton’u takma o orada biraz daha duracak.

-Kızma hemen.  Sen benim canımsın.

-Şimdi de canın olduk.

 

İnsanları anlamakta güçlük çekeriz biz kediler. İnsanların birçoğu bizi de karton olarak görüyor. Yanımıza yavaş yavaş gelip gel pisipisi deyip öz çekim yapıyor,  ne çok sevdiklerini sosyal medyada yedi millete sunuyor.  Aç mıyız tok muyuz, üşüyor muyuz pişiyor muyuz umurlarında değil birçoğunun aslında. Varsa yoksa fotoğraf ve sözde sevgi yazıları.

 

– Orda dur bakalım, insanlara haksızlık etme. Yer gök kedi evi. Sen bile orada doğdun. Herkes yaşayasınız diye elinde geleni yapıyor. Nankörlük etme! Demeyim dedim, dayanamadım.

-E! Masal olacaktı neresi masal bunun?

-Of Ya! Bi dur başlayacağım. Sabırsız şey…

-Peki.

 

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, şubatın ortalarında, mavi göğün altında, damların arasında, tahta kutunun içinde kedicikler doğmuş. O kediciklerden biri benim. En yaramazı en güzeliyim. Koşarım, zıplarım, atlarım oynarım.  Kardeşlerim kutusundan üşenip çıkmaz, ben ise minik minik ağaçlara tırmanır dururum.  Korkum yoktur hiçbir şeyden, ne gelenden ne gidenden. Gelen sever geçen sever sütlü kahve aslan başımı. Sever sever giderler. Giderken iki de fotoğraf çekerler.

 

Günlerden bir gün, yağmurlu bir gün, anlamadım ne yapmıştım; üstelik hasta idim, hap şurup duruyordum. Annem attı beni yuvadan.  Soğuktu. Üşüyordum. Ölüyordum.  Neyse ki yaşlı teyze yine mama vermeye geldi. Gelince, aldı beni.

 

-Bana mı diyorsun yaşlı?

-Of Ya! Unutacağım. Yaşlısın benim yaşımın yanında. Sen devam et yazmaya.

 

Koynuna aldı, nefesiyle ısıttı,  sıcacık oldum.  Sonra da eliyle yedirdi ıslak mamayı.

 

Geldim gibi kendime. Annem Asya, kutuya kardeşlerimin yanına giderken yaşlı teyze de bıraktı beni oraya…

 

Annem attı yine pençesiyle ta ileriye, nefret ediyordu benden. Gitti nefesim.  Yaşlı yine aldı, bu defa koynundan çıkarmadı.

 

Alo dedi birilerine. Geldi dört teker.   Gittik gittik, az gittik, bazen durduk, bazen düz gittik tekerlerin üstünde bilmediğim yerlere.

 

Makinelere girdim, iğneleri yedim. Sonra uyumuşum… Ona ne yapmıştım, bırakmış beni bilmediğim bu yerlerde.

 

Korktum, korktum, ağladım. İki gün geldi geçti ne gelen vardı ne giden.  Umudumu kaybetmiştim. Derken, duydum sesini almaya gelmişti beni.

 

Az gittik uz gittik. Dere tepe düz değildi ama denizin üstünden köprüden geçtik.

 

Vardık doğduğum bahçeye.  Kardeşlerimin biri ölmüş, diğerleri de gitmiş.

 

Soğuktu, korktum; bahçede bırakacak diye.

 

Nasıl korkmam istemiyordu doğuran. Bırakmadı yaşlı, götürdü beni evine.

 

Bundan böyle evi evimmiş. Yaşasın!

 

Evde var bir kedi. Adı Ses’miş benimki de oldu Nefes.

 

Kardeşin diyor sonra hemen vazgeçip arkadaşın. Anlamadım bu işi. Ensest mensest neyin nesi?

 

Ses’e hiç rahat vermiyorum. Beni doğuran anam gibi var memeleri süt emmek istiyorum.

 

Kızıyor mızıyor ama tüylerimi temizliyor, beni seviyor, vurmuyor pençesini.

 

Günler günleri geceler geceleri kovalarken büyüdüm mü ne?

 

Kovalarken günleri geceleri, ben de Ses’i kovalıyorum; ne yapayım oynamıyor…

 

Yine bir gün, ben koştururken Ses’in peşinden,  kitapları devirdik vazoları kırdık.

 

Evi de kokuttum mu ne? Annem kızdı sanırım.

 

-O. Anneliğe terfi ettim. Sanırmış!

 

-Of Ya! Bir sus. Unutacağım. Sen yaz.

 

-Tamam.

 

Koydu bizi kutuların içine bindirdi yine tekerleğe. Gittik gittik az gittik. İğne yaptılar ikimize de. Uyuttular beni orada. Gözümü açtım. Ses diğer kutuda bana bakıyor. İki saat geçti gelen giden yok. Eyvah annem çok mu kızdı dedim Ses’e. Ses de kızmış bana etmedi ses.

 

Ne kadar geçti bilmiyorum. Annem geldi. Aldı bizi.

 

Yağmur çiseliyor biz kutuların içinde ıslanmasak da annem ıslanıyor.

 

Vardık tekerlerin-tekirlerin durağına.

 

-Teker, tekir değil o taksi. Tekir de Ses’in türüne denir.

 

-Of! Ya!

 

Bizi gören öcü görmüş sanki almıyorlar tekerlerine.

 

Severlermiş kediyi ama koltuklarına tüyümüz kılımız dökülürmüş. Kendi saçları, kılları, derileri dökülmüyormuş gibi…

 

Annemin yüzünü görmeye çalışıyorum; sesi ağlamaklı, göremiyorum.

 

Bir iki üç derken biri aldı bizi. Bir oh çektim. Çektim de boşa çekmişim! Yağmur varmış geçemezmiş karşıya.

 

Annem çok direndi, inmiyorum, dedi.

 

İnmezsen inme ben de gitmiyorum, dedi.

 

Gitmedi.

 

Direnemedi, indik tekerinden

 

Yağmur hızlandı annemin elinde var iki kutu kutların içinde biz. Biz de ağır çekeriz.  Tekerlerin arasında dolanıp duruyoruz, sonunda biri insafa geldi.

 

Düştük yola.

 

Çok dolanmışız. Dolaşmışız.

 

Annem neden oradan değil de buradan gittik dedi. Demez olaydı. Dövecek sanki annemi.

 

Annem bir açsa kutunun kapağını, ben yapacağımı bilirim…

 

Oh. Geldik evimize.

 

Gökten üç kutu ıslak mama düştü hepsi benim başıma.

 

Nokta.

 

Yazan; Nefes Demir

 

-O gündür bu gündür. Ameliyat olduğum günden beri. Yine kardeşin demeye başladın. Sahi anne neydi ensest mensest niye olduk yine biz kardeş?

 

-Boş ver şimdi sen onu, narsiste misin sen onu söyle?  O ne öyle BEN. BEN. BEN.

 

-Mamalarda hep sana.

 

-Of Ya! Üç mamanın nesini vereyim.

 

-Önemli olan çoktan vermek değil azdan verebilmek. Sana gelen üçün biri idi.

 

-Üstelik de o sana gökten geldi. Taş mı taşıdın, sırtın mı ağırdı?

 

– Olsun yine de veremem. İnsani!

 

-Başlatma insanine… Neden noktalama işaretiyle değil yazıyla Nokta?

 

-Of Ya!  Ben böyle istedim. İnceledim. Araştırdım. Böyle yazdırdım. Sen nereden bileceksin… Bendenden iyi mi bileceksin.

 

-Yine mi Ben?  Ben. Ben. Ben. Bitmedi bu benlerin… Çok bilen benci ben. Bir sen okuyor bir sen görüyorsun ya. Sen en iyisini bilirsin.  He bir daha Of Ya dersen adın OFYA kalacak demedi deme…

 

-Bir şey soracağım

 

-Sor

 

-Şu son konuştuklarımızı da yazacak mısın?

 

-Evet

 

-Yazılıyor da ne oluyor anne?

 

-Şimdi öyle mi oldu?  Onca şey yazdırdın. Senin yazdırdıkların, okudukların, okutturdukların ne olacak?

 

-Tırnaklarımı görüyor musun?

 

– Görüyorum.  Sustum Kedi.

 

Güler Demir

21/11/ 21017-00.04

 

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir