pınar
Müge Süzek

PINAR GÜNTÜRKÜN İLE HERKES KOCAMA BENZİYOR

 

Değerli oyuncu Pınar Güntürkün ile Panzehir Dergi için sanat hayatı ve oyunculuğu üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Pınar Hanım öncelikle dergimiz adına size teşekkür ederek söze başlamak isterim. 

Merhaba, ben de teşekkür ederim ilginiz için.

İlk sorum şöyle, Ankara Hukuk Fakültesi’nde öğrenim görürken öğreniminizi yarıda bırakıp Ankara Sanat Tiyatrosu’na (AST) geçtiniz, sizi tiyatroya yönlendiren etmenler nelerdir?

Şöyle ki, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okurken tiyatro kulübünde oyunculukla tanıştım. Tanıştıktan sonra da çok sevdim ve bırakamayacağımı anladım. Doğrusu bunu hayatım boyunca sürdürmek istediğimi hissediyordum. Ankara Sanat Tiyatrosu her yıl Ankara’da yaşayan gençler için kurs olanağı tanıyordu: Sınavla öğrenci alıyor ve bir yıl eğitim veriyorlardı. Biz de arkadaşlarla başvurduk, kazandık ve orada bir tiyatro sezonu boyunca haftanın beş günü eğitim aldık. Dolayısıyla tiyatro ve oyunculuk her zaman, his olarak günden güne daha fazla yer kaplamaya başladı hayatımda. Artık bırakamayacak, geri dönülemeyecek bir noktadaydım.

Herkes Kocama Benziyor oyunu kadrosuna nasıl dahil oldunuz?

Kadıköy Emek Tiyatrosu’nun sanat yönetmeni, kurucusu, oyuncu Pınar Yıldırım, pandemi döneminde bir gün beni aradı. Salonlar kapalıydı. Ancak açık alanlarda konser ve gösteri sanatlarının kimi dallarının gösterimlerine izin verilmişti. Pınar Yıldırım Kadıköy Emek Tiyatrosu’nun üst katında açık bir alan olduğunu orayı tiyatro salonuna, sahnesine dönüştürmeyi düşündüğünü, orada oyunlar oynanabileceğini söyleyince ben de heyecanlandım. Üç kısa oyun oynanacaktı. Planlanan oyunlardan biri de Herkes Kocama Benziyor idi. “Tek kişilik bir kadın oyunu ve bunu senin oynamanı istiyorum, ne dersin?’’ dedi. Metni okudum ve kabul ettim, çalışmaya başladık.

Alis Çalışkan’ın yazdığı Emre Ünal’ın yönettiği oyunda, Ayten karakterine can veriyorsunuz. Kadına şiddeti dramatize etmeden hatta güldürerek oynadığınız bu karakterden ve oyundan bahsedebilir misiniz?

 Ayten bir pavyonda tuvaletçilik yapıyor. Kadına şiddetin ve kadının istismar edildiği durumların, sanat eserlerine taşınmış versiyonlarında kaçınılmaz olarak, genellikle hüzünlü bir atmosfer bizleri bekliyor. Bu durum anlatıyla ilgili bazı klişelerin doğması tehlikesini barındırıyor. Yönetmenimiz Hakan Emre Ünal, ilk günden itibaren “O tehlikeli alana girmeyelim, yani kendi derdine ağlayan bir karakter olmasın. Bizden önce anlatılan kadına şiddet hikayelerinden farklı bir pencereden biz kendi hikayemize bakalım ve karakterimiz, yaşamış olduğu acılarına bir mesafe koysun, o mesafeden acılarına baksın ve hatta acısıyla dalga geçebilsin” dedi. Çünkü Ayten için bu dalga geçme hali, acısıyla baş etmenin ve hayatına devam etmenin bir yoluydu. Böyle bir reji yorumu kararı alındıktan sonra Ayten karakterinin mizahı, oyunun komedi tarafı ortaya çıkmış oldu.

Pavyonda yaşanan bir olayın ardından, Ayten’in değişim, dönüşüm, yüzleşme sürecini kısaca bir kadın hikayesini görüyoruz. Pavyondaki o gece, BUZLU CAM kırılmamış olsaydı Ayten o katarsisi yaşamadan hayatına devam edebilir miydi, hayatla yüzleşebilir miydi? 

Pavyondaki o buzlu cam kırılmamış olsa ya da ilerleyen zamanlarda benzer bir olay yaşanmasa da Ayten bir vesileyle benzer bir dönüşümü yaşardı diye hissediyorum ve düşünüyorum. Çünkü hayatlarımızda bazı şeylerin zamanı gelir, yani o kırılmanın, değişimin, dönüşümün zamanı biz istemesek de gelir. Artık eskiye dair olanı tamamladığımız, kapattığımız ve taşımak istemediğimiz bir sürece, döneme gireriz hayatımızda. Ayten de böyle bir döneminde diye düşünüyorum. O gece o buzlu cam kırılmazdı belki ama başka bir gece başka bir şey olurdu. Ya da spesifik olarak bir olayın cereyan etmesine gerek kalmaksızın bu değişim ve dönüşüm Ayten’in hayatında kendini belli ederdi. Çünkü hem yaşı ve yaşadıkları itibariyle hem de kişilik yapısı itibariyle aslında YETER LAN! dediği bir noktada. Buzlu cam kırılmadan önce YETER LAN! sözü çıkmıştı ağzından zaten. Ve o sözün, artık onun yol göstericisi olacağı belliydi.

Başından sonuna kadar hiç aksamadan kullandığınız orijinal şive, doğaçlama, taklit, oyuna yedirilmiş muazzam sesinizle söylediğiniz içli türkülerdeki başarının sırrı nedir? Özel hayatınızda bu faktörlerle ilgili sizi etkileyen kimse oldu mu, olduysa bu etkiler oyuna nasıl yansıdı?

Ben Çorumluyum, orta Anadolu ağzı kullanıyoruz oyunda. Yani oyunda kullandığım ağız aslında bizim kendi ağzımız. Yani ailemizde ve yöremizde biz bu ağızla konuşuruz. O yüzden orta Anadolu ağzına yani oyunda karakterin kullandığı ağza çok hakimim. O yüzden de çok rahatım. Bu bir avantaj. Ama örneğin yönetmenimiz deseydi ki karakter Karadeniz ağzıyla konuşsun orada zorlanabilirdim. Ya da doğu aksanıyla konuşsun orada da zorlanabilirdim. O bilmediğim yeni bir alandı ve çok çalışmak gerekirdi. Karakterin bir ağız yapmasını istedik ve o ağzın da benim zaten hâkim ve rahat olduğum ağzın olması hem beni rahatlattı hem karakterimize bir renk katmış oldu. Aynı zamanda oyunda türküler ve şarkılar da var. Bunun etkisinin de şuradan kaynaklandığını düşünüyorum. Bizim ailemizde neredeyse herkes bir enstrüman çalar. Şarkı türkü söyler. Ben böyle bir ailede büyüdüm. Bunun etkilerini de çocukluğumdan itibaren görmeye başlamıştım. İlkokul, ortaokul, liselerde hep korolardaydım. Şarkılar söylerdim sınıflarda. Boş derslerde vs. Oyunculuk okumaya ve oyuncu olmaya karar verdiğim zaman da bunun bir avantaj olduğunu elbette ki biliyordum. Karakterin türkü söylemesine karar verdiğimizde de benim zaten repertuarımda olan çok bildiğim ve çok sevdiğim şarkıları ve türküleri oyunun uygun yerlerine yerleştirmek istedik. Umarım seyircimizin de hoşuna gidiyordur ve bunda başarılı olmuşuzdur.

Özel hayatımdan birinin ya da bir şeyin etkisi var mı diye bakacak olursak hemen ilk aklıma gelen babam, halalarım, anneannem, annem, gözlerimin önünde çocukluğumdan itibaren bu kişilerin varlığına şahit oldum. Babam ve halalarımın sesleri çok güzeldir. Anneanneciğimin hayata bakışı ve hayatı ve insanları yorumlaması sanırım bana miras kalmış ve aslında doğaçlamalarda ve Kafka yorumlamasında Ayten için tamamen anneannemin bakış açısını kullandım diyebilirim. Anneanneme Dönüşüm’ü okutsanız o da Ayten gibi yorumlardı. Orası bir doğaçlama ile çıkmıştı zaten.

Oyunun içerisinde (Gregor Samsa, Joseph K., Asya/Cemşit) edebiyata ve sinemaya göndermeler görüyoruz. Onlar da Ayten gibi ‘Yeter laaaaan!’ diye bağırabilselerdi bu karakterle belki de hiç tanışamayacaktık. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz? Seyirciye bir mesaj verme fikri var mıydı?

Yönetmenimiz Hakan Emre Ünal, bu karakterin dönüşümünden önceki zamanlarda çok da konuşmadığını -hatta neredeyse hiç konuşmuyor- ve bu konuşmama, sesini çıkarmama halini Türkan Şoray’ın Selvi Boylum Al Yazmalım filminde içsesiyle konuştuğu anlara benzetebileceğimizi söyledi. “En sevdiği film Selvi Boylum Al Yazmalım olsun. Çünkü orada da karakterler zaman zaman iç sesleriyle -biz seyirci olarak iç seslerini duyuyoruz- Ayten’in tabiriyle kafasından konuşuyorlar. Böyle bir benzerlik ve özdeşlik kurduğunu düşünelim Ayten’in Türkan Şoray’la, yani onun oynadığı karakter Asya’yla,” dedi yönetmenimiz. Oradan hareketle Selvi Boylum Al Yazmalım filmini oyunda kullanma fikri ortaya çıktı. Aynı şekilde bir gün bir doğaçlamada ben, Ayten bir kitap okusa bu ne olurdu diye düşündüm. Dönüşüm olabilir, yönetmenimiz dedi ki, peki Ayten Dönüşüm’ü okusa nasıl yorumlardı? Şu şekilde yorumlardı dedim, biraz önceki sorunuzda cevap vermiştim, yani anneanneme okusak o kitabı o da öyle yorumlardı herhalde diye bir yerden yola çıkmıştım. Dolayısıyla Dönüşüm’ün, Selvi Boylum Al Yazmalım’ın, Dava’nın oyuna dahil olmasının hikayesi budur. Aslında bu karakterler de fiili olarak YETER LAN dememiş olsalar da hayatlarında YETER LAN dedikleri bir noktadalar. Yani Dönüşüm’deki karakter aslında YETER LAN deme noktasına geldiği için metaforik anlamda bir böceğe dönüşmüş. Aynı şekilde Asya, YETER LAN diyeceği bir noktaya geldiği için İlyas’ı değil de Cemşit’i seçiyor. Yani onlar da fiili olarak YETER LAN demiyorlar ama YETER LAN diyecekleri değişim ve dönüşüm noktalarında bulunuyorlar ve tercilerini yapıyorlar diyebiliriz.

Bu oyunun kısa ve uzun versiyonları oynanmış. Sebepleri neydi bunun?

Kadıköy Emek Tiyatrosunun üst katındaki açık hava sahnesine dönüştürülecek alanda biraz önce de bahsettiğim gibi, ilk etapta üç kısa oyun peş peşe oynanması tercih edilmişti. Bu üç kısa oyundan Herkes Kocama Benziyor seyirci tarafından ilgi gördü. Ben daha fazla oynamak istiyordum. Seyircimiz daha fazla dinlemek istiyordu karakterin hikayesini. Hep birlikte Pınar Yıldırım, Hakan Emre Ünal, yazarımız Alis Çalışkan ve ben bir toplantı yaptık ve bu oyunu uzatmayı deneyebilir, tek perdelik bir oyun haline getirebiliriz diye karar verdik. Açık hava sahnelerinde de oynamanın yasak olduğu ve havalar da soğuyunca yeniden evlere kapandığımız ve ev karantinasının sürdüğü dönemde her birimiz kendi evlerimizden ZOOM görüşmeleriyle oyunu uzun versiyonuna kavuşturduk. Artık yeniden sahneler açıldığında ve tiyatro yapabilmeye başladığımızda uzun versiyonu elimizde hazırdı. Böyle bir yolculuğu oldu oyunun.

Oyunda seyirciyle iletişim halindesiniz, aralardasınız, dördüncü duvarı ihlal ediyorsunuz. Bunun avantajları ve dezavantajları nedir?

Seyirciye açık oynamamız ve seyircinin varlığını kabul ettiğimiz yerden, seyirciyle iletişim halinde, doğaçlamalarla devam ettiğimiz bir oyunumuz var ve bunun elbette avantajları ve dezavantajları var. Avantajları, seyirciyle sıcak ve yakın bir ilişki kurmak. Bir tiyatro oyununu seyretmeye gelmemişler de bu karakterin hikayesini dinlemeye gelmişler gibi hissediyor seyircilerimiz ve böylece karakterin hikayesiyle özdeşim kurmalarını kuvvetlendirdiğini düşünüyorum. Dezavantajları da ( biraz düşünür…hmmm) dezavantaj yaşamadık. Şöyle bir düşünüyorum da bu durumun dezavantajı olduğunu tecrübe etmedik.

Gelelim ödülünüze. 2022 yılında bu oyundaki başarınızla Afife Tiyatro Ödüllerinde, Yılın En Başarılı Kadın Oyuncu ödülünü aldınız. Karakterle böylesine bir uyum sağlamayı nasıl başardınız? Bu konuda ne söylemek isterdiniz?

WhatsApp-Image-2022-11-09-at-14.06.15-1536x1026.jpeg (1536×1026)

Oyunculukta karakterlerimizi, oynayacağımız karakterleri anlamak o karakterleri sevmekten daha önemlidir. Daha ön sırada gelir. Oynayacağımız her karakteri ve onun hikayesini sevmek durumunda değilizdir. Ama anlamak zorundayızdır oyuncular olarak. Karakterin hikayesini, boyutlarını, derinliğini, meselesini, amaçlarını. Anladıktan sonra yürüttüğümüz bir çalışma süreci vardır. Oyunculuk da bir işçilik gibidir. Yapılacaklar bellidir. Sıkı bir çalışma sürecinden sonra ve karakteri anladıktan sonra sahneye taşımak, sahnede var olmak sırası gelir ve asıl coşkulu bölüm de orasıdır. Sahne üzerinde seyirciyle buluştuktan sonrası. Benim avantajım Ayten karakterinde, karakteri anladığım gibi sevmek de oldu. Karakteri hem anladım hem sevdim. Hani biraz önce dedim ya, sevmeyebiliriz her oynadığımız karakteri ama anlamak durumundayızdır. Ben hem anladım hem sevdim. Galiba hem seyircimizin hem jürinin takdiri bu anlama ve sevme hali neticesinde ortaya çıktı. Sağolsunlar…

Vermiş olduğunuz değerli bilgiler için çok teşekkürler. Alkışlarınız, ödülleriniz bol olsun…

 

 

Diğer Tiyatro yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir