HER KADIN ÖNCE DOĞDUĞU EVDE ÖLÜR
Babasının gördüğü rüyayla, okuduğu bir kitapta karşısına çıkan, “Her kadın önce doğduğu evde ölür” cümlesi hemen hemen aynı günlere tesadüf etmişti.
Kahvaltı sofrasında, bastırılmış seslerden geriye kalan suskunluklarıyla oturuyorlardı. Bu evdeki en büyük ses, sessizlikti. Bazen o kadar uzun sürerdi ki sağır olurdunuz. Bugünü diğer günlerden ayıran, hiç sabah insanı olmayan daha doğrusu suratsızlığına bu bahaneyi uyduran babanın sesi oldu. Annesiyle kız merakla ona döndüler.
“Bugün bir rüya gördüm.”
Bir yandan kızın tabağındakileri didiklediğini gören anne, ye der gibi eline vurdu sonra kocasına döndü. “Hayırdır, sabah rüyası olsun,” dedi. Ele vurmak bile olsa, önceliği kızına veren karısına ters ters bakmayı ihmal etmeden sözüne devam etti baba.
“Çiğ et gördüm, ne zaman rüyamda çiğ et görsem çok sevdiğim biri ölür,” dedi sıkıntıyla. “Allah korusun, hayra yor da hayır olsun,” dedi anne.
Baba, sıkıntılı, derin bir soluk vererek çayını yudumlamaya devam etti. Kız, başını kaldırıp dalgın dalgın babasına baktı. Onun en çok kimi sevdiğini merak etti. Ninesiyle, dedesi öldüğünde de çiğ et görmüş müydü acaba? Babasının hafifçe kırlaşmış saçlarını, çatık kaşlarının altındaki gözlerini, iki yana sarkmış dudaklarını inceledi. Niye hep böyle mutsuzdu?
Keyfinin yerinde olduğu nadir zamanlarda, önünde aslan sütü, radyoda sanat güneşi, hafifçe mırıldanarak müziğe eşlik ettiğinde kızı da yanına çağırır, saçlarını sevgiyle okşardı. Mutluluğu da suskunluğu gibi bulaşıcıydı. Eril dünyaların, eril evlerindeki tüm kadınların yaşadığı gibi babanın duyguları, evdeki tüm duyguların önüne geçerdi. Bunu bilerek yapmıyordu. Ona da böyle öğretmişlerdi. Bildiği tek erkeklik modeli buydu, çok da başarılıydı. “Hadi doyduysan yardım et, sofrayı kaldıralım sonra doğru derse,” diyen annenin sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı. Annesi onu azat edince babasının rüyasını da yanına alıp odasının yolunu tuttu. “Babam, en çok kim ölürse üzülür?” Bir süre çalışmak için kendini zorladı. Sınavı vardı, her zamanki gibi en yüksek notu almalıydı. Babasının hep sarkık olan dudak çizgisini biraz olsun yukarı kıvrıldığını görmek, kaşlarının arasındaki o çizgiyi yumuşatmak isterdi. Annesinin şapır şupur öpmelerini elinin tersiyle silerken gözü hep babasında olurdu. Ah! Bu babalar…
Düşüncelerden uzaklaştığında önündeki sayfaya hep aynı cümleyi yazdığını fark etti. Her kadın önce doğduğu evde ölür, her kadın önce doğduğu evde ölür, her kadın… Nasıl ölür acaba? Genç, karışık aklı bunu anlamadı. Hangi anne-baba çocuğunu öldürürdü? Ne saçma bir cümle. Farkında olmadan öyle bastırarak yazdı ki sayfa paramparça oldu. Cümle, defterin sayfalarından kurtulup hecelere ayrılarak, odanın içine dağıldı. Açılan pencereden giren rüzgârın etkisiyle her kelime, her hece odada savrularak gelip ona çarpmaya başladı.
Koluna her, …
Başına, ölür…
Omzuna, doğduğu…
Eliyle, koluyla sözcükleri savuşturmaya çalışırken kadın kelimesi gelip avuçlarının arasına kondu. Panikle elini sallayınca kelime, üzerinde ölüm yazan kâğıdın yanına düştü. Kız yere düşürdüğü kadına, bir gün onu oradan kaldırması gerekeceğini bilmeden uzun uzun baktı. Sanki yere düşürdüğü bir düşünceyi arıyordu. Rüzgâr bile kadınla, ölümü yan yana getirmişti. Her kadın önce doğduğu evde ölür. Kızla birlikte kelimeler de yorulunca su içmek için mutfağa gitti. Kuru fasulye kokusu, annenin mırıldandığı şarkıyla birleşince evi yuvaya çevirmişti. Gülümseyerek arkasından sarılıp ona bir öpücük verdi. Anne, şarkısına ara veridi.
“Hayırdır?”
“Hiç, öyle içimden geldi. Babam nerede?” Anne, pirinçleri yıkamaya devam ederken karşılık verdi.
“Telefonda biriyle konuştu, sonra bir şey demeden çıktı. Dükkânda bir sorun olmuştur her halde diye sormadım bir şey.”
Babasının sabah anlattığı rüya yine aklına geldi. Sevdiği birine bir şey mi olmuştu acaba? İyi de babası en çok kimi severdi? Kim ölürse üzülürdü?
“Anne, sence babam en çok kimi seviyordur?”
Anne şehriyeleri kavururken bu ne biçim soru der gibi poposunu mutfak masasına dayamış merakla ona bakan yavrusuna döndü.
“Kimi olacak? Önce seni, sonra beni,” dedi. Ne kadar da kendinden emindi. Kızcağız “Ne yani ben mi öleceğim şimdi?” diye korkarak içinden geçirdi. Ölüme rağmen babasının en sevdiği insan olma fikri hoşuna gitti. Keşke sevildiğini anlamak için ölmeyi beklemeseydi. Anne, kızın bakışlarındaki soru işaretini görünce onun bir noktayı hak ettiğini düşündü. Ellerini kurulayıp mutfaktaki çiçekli kanepeye oturdu, yanındaki boşluğa pat pat vurarak kızı da çağırdı.
“Güzel kızım, babanın öyle sert durduğuna bakma. O seni de beni de çok seviyor, zaten hayatta bizden başka kimi var.” Durdu, kızın saçlarını okşadı, koklayarak öptü. “Hem öksüz hem de yetim kalınca akrabalarının yanında büyümüş, başka türlüsünü öğrenememiş. Emin ol, en çok seni sever,” dedi ama kız emin olamadı. Noktası konulmamış bütün soru işaretlerinin yanına bir de ünlem ekleyerek tekrar odasına gitti.
Kız, babaannesi, dedesi olmadan büyümüştü ama babasının da onlarsız büyüdüğünü bilmiyordu. Baba rüyasında yine çiğ et görmüştür sonrasında sırayla önce annesi sonra babası ölmüştür diye düşünmüştü. Ya da önce babası sonra annesi mi? Bunları dahi bilmiyordu, daha önce hiç merak etmemişti. Neden şimdi? Bütün bu kafa karışıklıkları o kahrolasıca cümle karşısına çıkınca başlamıştı.
“Her kadın önce doğduğu evde ölür.”
Günler, ayların peşinden koşarken o bekledi. Babasının en sevdiğinin ölüm haberini. Her gün merakla onun hareketlerini takip etti. Çalan her telefona önce o heyecanlandı. Ailesinin ona kaygıyla bakıp fısıldaşmalarını anlamsız bularak bekledi. Öğrenecekti, onun en çok kimi sevdiğini mutlaka öğrenecekti. Adam o çiğ eti boşuna yemiş olamazdı. Ya en çok kendisini seviyorsa… Bu düşünce aklının bir köşesinde onu sürekli dürtüyordu…
Nihayet okul tatil oldu. Artık resmen liseli bir genç kız olmuştu. Ailesini de sevincine ortak etmek için takdirnamesiyle eve gelince, komşular tarafından karşılandı. Herkes ona üzüntüyle daha çok acıyarak bakıyordu. O sıra babasının rüyası aklına geldi. Korkuyla komşu kadına, “Anneme bir şey mi oldu?” diye sorarken “Anneee… Anneee…” diyerek mutfağa daldı. Anne, ona çevreleyen insanları iterek kızına sarıldı.
“Ah! Kızım, sorma başımıza gelenleri,” Kız, onun kollarından sıyrılıp sordu.
“Ne oldu?”
“Baban öldü.”
Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.
Finale sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim