DUVAR  YAZISI

       

Canınız yandığında bir duvar dibine oturur ağlarsınız. Bir duvarın köşesinde buluşursunuz ilk aşkınızla. Bir duvarın ardına gizlenirsiniz saklanmak için. Duvarlar ayırır sizi sevenlerinizden.  İnsanlar duvarların dibinde kurşuna dizilirler, duvarların arasında asılırlar gün doğmadan. Ve işkence görürler duvarların arasında, seslerini asla duyamazsınız…

    “60’lı yıllarda duvarlarda çiçekler açardı      

     70’lerde çığlık çığlığa sloganlar 

     80’ler sessizlik çağıydı duvarların  

     90’larda reklam panolarıyla süslendiler

      Şimdi 2000’ler…

       Üzerinde kara çarşaf, kara düşünceler!”

 Duvarların önündeysen özgürsün. Ardında kalırsan tutsak. Üzerine çıkarsan dikkatli olmalısın, en tehlikeli yeri burasıdır. Düşmemek için seni düşürmeye çalışırlar. Sıkı basacaksın. Üzeri dardır, herkesi üzerine çıkarmaz duvar. Ama herkesin bir duvarı vardır yine de. Bazen sığınır, bazen de soyutlanırız sevdiklerimizden.

 Attila İlhan’ın  duvarları, çok genç yaşta tanıştığı hapishane duvarlarıdır:

        “Hiç güneş yüzü görmemiş ,üzeri benek benek tahta kurusu” dur.

 Şiir başlığının kenarında küçük bir not:  “2. Dünya Savaşı içinde kahredilen bütün dünya duvarları için.” Acı ve ölüm anlatılır bu “Duvar”larda. Dışarıdakilerin bilmediği acıları yaşayan, gördüklerine, duyduklarına sessizce katlanan duvarlar.

          “Ben demirbaşım, sığır siniriyle dayak yedim.

           Biz de duvarız dinleyen, duyan, düşünen duvarlar

           Bizim kucağımız terk edilmiş bir yatak gibi kirli ,soğuk

           Ve bizim kucağımızda kasırgalı insanlar.”

 Ülkelerin birbirleriyle savaşması belki anlaşılabilir ama bir ülkenin kendi insanlarıyla savaşması nasıl izah edilebilir? Aynı toprağı paylaşan, kimliğinde TC yazılı farklı kültürlerin ölümüne çatışması… Araya örülen kin ve nefret duvarını yıkmanın bir yolu olmalı…

Attila İlhan’ın şiirinde anlattıkları Yılmaz Güney’de film olur, kazınır belleklere. Güney, son filmi “Duvar” da yaşamında önemli bir yer tutan hapishanelerin içinde yaşanan trajedileri beyaz perdeye aktarır. “Bu filmi onlara, el yordamı ile ışığı ve suyu arayan küçük arkadaşlarıma adıyorum” dediği yapıtta, hapishane duvarları arasındaki çocukların yaşantısını acıtan bir gerçeklikle işler. Aslında Yılmaz Güney’in diğer filmlerinin de ortak konusu olan hapishane gerçeği, duvarların gerisindeki insanların dünyasından 1980’li yılların Türkiye’sine bir bakıştır.

Faruk Nafiz’in Han Duvarları’ında Anadolu insanının acıklı öyküsüdür anlatılan. Konakladığı hanlardan bugüne yıkık dökük tek duvar bile kalmasa da Maraş’lı Şeyhoğlu Satılmış’ın dramı hep akıllardadır. Üçüncü sınıf otel odalarından, bekar odalarının duvarlarına,  nice Satılmış’ların benzer öykülerine rastlamıyor muyuz?

Tezer Özlü, “Yaşamın Ucuna Yolculuk”ta kendi duvarlarından söz eder, aklın sınırlarını zorlarken. “Akıldan öte giden, akıldan daha derinlere varan bir boyut” aradığında  karşısına dikilen duvarları. “Duvarlar gerisinde en çok kendimiz olmuyor muyuz? En çok duvarlar arasında direnmiyor, en çok duvarlar arasında duymuyor muyuz? Duvarlar arasında bu doyumsuz yaşamdan soluklar alarak ve alamayarak ayrılmayacak mıyız? (…) Her duvar dar, her duvar kapalı. Her duvar insan üzerinde bir baskı. Bu kentin her yerine daha önceki duvarımla birlikte gidiyorum.”

Şimdilerde insanoğlu etrafına sanal bir duvar örmekle meşgul. Gerçek dünyadan kopup, sanal gerçekliğin içine bırakıveriyor kendini. Öyle ki artık aşklarımızı bile sanal yaşar olduk! İnternette aşık oluyor, tensel tatmini sanal sekste arıyoruz.

Bu belki de  bir tür sistemin duvarlarından kaçış… Gereksiz bürokrasiden, anlamsız baskılardan, öteki insanlardan kaçış. Ama kaçarken sığındığımız duvarların yavaş yavaş insan olma özelliğimizi elimizden aldığını fark edemiyoruz. Sanal duvarlar arasında gittikçe makineleşiyoruz. Bakışlarımız, ellerimiz, yüreğimiz soğuyor. Gülmesini, konuşmasını unutuyor, İnsan denilen canlıyı el birliğiyle öldürüyoruz.

 Kulağımda yıllar öncesine ait tanıdık bir ses: Pink Floyd. Duvarlardan söz ederken grubun “The Wall” adlı albümünü nasıl anımsamam… 1960’lı yıllarda rock’ın efsane ismi Roger Waters, Pink’in etrafındaki tüm duvarları yıkarken, ben bir tuğla daha koyuyorum kendi duvarımın üzerine.

Daha fazla incinmemek, incitilmemek için…

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir