kedim

Şirket, çalışmaya evden devam edebileceğimi bildirdiğinde havalara uçmuştum. Zaten üç kuruş olan maaşım, varsın azalsın. Yüzünü görmeyeceğim meymenetsiz sayısını düşününce üstüne para vermeye bile razıyım…
Ne var ki, hesabı yine çarşıya uyduramadım. Kendi kendimin dikkatini bu kadar dağıtacağımı hiç düşünmedim. Yeni iş yerimin aşırı yakınlığı yüzünden mesaiye her gün geç kalmam bir yana, odaklanmak için masa başına oturmadan önce yaptığım türlü aktivitelere yenileri eklenince, mendeburlar yemekhaneye yol alırken ben anca çalışmaya başlayabiliyor, gece geç saatlere kadar uğraşıyorum.
Bugün biraz farklı. Yapmam gerekenler her zamankinden fazla ve karışık, çalışma isteğim hiç yok. Çalan müzik, motive etmek yerine iyice kanepeye mıhlıyor. Şarkı bitip de diğer şarkı başlamadan önceki sessizlikte sokaktan anonsu andıran belli belirsiz bir cızırtı duydum. Anlayabilmek için müziği kapattım: “Eşrefpaşa eşrafından Fatma Gül Hanım’ın değerli eşi Haydar Gül vefat etmiştir. Cenazesi bugün öğle namazını müteakip Kilise Camii’nden kaldırılacaktır. Merhuma Allah’tan rahmet, yakınlarına ve sevenlerine sabr-ı cemil dileriz.”
Yalnız yaşadığımı söylemiş miydim? Söylemem. Kedi kızar. Kilise Camii, bulunduğum yerden birkaç sokak aşağıda. Tanımadığım bir insan ölmüş. İşler, mezarıma atılmış toprak gibi masanın üzerine tepe oluşturmuş. Kedinin suyunu, mamasını kontrol ediyorum, kuyruğu havada bacağıma sürtünüyor. Ev ona emanet, ben cenazeye gidiyorum.
Dışarı çıkana kadar havanın çok soğuk olduğunu düşünüyordum, montum kalın kaçtı, eve gidip değişmeye üşenince önünü açmakla yetindim. Yokuşu inmeye başladığımda sol yanıma kara bir köpek, sağ yanıma köpeğin sahibi olduğunu düşündüğüm bir meczup yanaştı. Hayvan kuyruğunu sallıyordu, adam “selamın haynın vaynın” dedi. “merhabaaa merhabaaa” diye abartılı bir biçimde cevapladım. Hiç durmadan konuşan adamın tekinsiz bir havası vardı. Üstü başı kir pas içinde olmasına rağmen, kötü kokular değil hacı misi ile sandal ağacı arasında gidip gelen bir rayiha yayıyordu. Anlattıklarından hiçbir şey anlamadım. “Oldu, iyi günler” dedim bazı sesli harfleri gereğinden fazla uzatarak. Adam durdu: “Biz de cenazeye gidiyoruz” dedi. Sanki az önce başka boyutta başka dilde sayıklıyordu. Bir tek son cümlesini benim konuştuğum dilde telaffuz etti. “-de” bağlacına anlam veremedim. Bu meczup ve iti cenazeye gittiğimi nereden bilebilirdi ki! Muhatap almadım. Yokuşu yine beraber iniyorduk; ancak alınganlık gösterdiği bakışlarından belli olan yol arkadaşım benden uzaklaştı. Köpek bir süre daha benimle beraber yürüse de sahibinin yanını tercih etti.
Kilise Camii’nin bahçesi ne tenha ne de kalabalık. Yaşlıca bir imam cenazenin başında dua ediyor, herkes kendi halinde. Bahçeye önce adam girdi. Ardından gelen köpek, baştan ayağa siyahlar giymiş, kuzguni saçlarının ön kısmı açıkta kalacak şekilde örtünmüş kadının yanına koştu. Hayvanın heyecanı kuyruğunu sallama hızından anlaşılıyordu. İnlemeyle hırlama arası bir ses çıkarıp kafasıyla beni işaret etti. Kadın güneş gözlüklerini çıkartıp bana baktı, mavi gözlerinin etrafında yaşının kazandırdığı çizgiler, çok asil duruyordu. İmama dönüp “şimdi başlayabiliriz Hoca Efendi” dedi. Cemaat safları sıklaştırdı. Bir kedi bacağıma sürtündü. “Geleceğini biliyordum,” Kedim. Çünkü ben yalnız yaşamıyorum.

Ocak 2019

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir