Hepimiz Godot Olalım

Samuel Beckett, Godot’u Beklerken’de Estragon’a şöyle söyletir. “Yalnızca beklenir.” Vladimir’in yanıtı düşündürücüdür. “Alışığız buna.” Kurtulma umuduyla ayakta kalmaya gayret eden bu kahramanların bellekleri işlevini yitirir, ikisi de gerçeklikten uzaklaşır, eylemsizliklerine yenilir. Kim olduğunu bilmedikleri Godot adında birini beklerler, ondan medet umarlar. Hem de hiçbir şey yapmadan sadece beklerler. Bu tutum yaşamlarına anlam katar. Böylece var oldukları izlenimini verecek bir şeyler bulurlar. Estragon şöyle der. “Mutluyuz. Eee, şimdi ne yapıyoruz madem ki mutluyuz?” Vladimir’in yanıtı: “Godot’u bekliyoruz. Dünden beri çok şey değişti.” Zamanı gelince Godot’u göreceklerine inanırlar oysa beklemek sıkıcıdır onlar için. Bir anda her şeyin yok olup bir kez daha hiçliğin ortasında yalnız kalacaklarını kara kara düşünseler de Godot’u beklemekten vazgeçmezler. İlginç olan da yazara sorulduğunda, “Onun kim olduğunu bilseydim söylerdim.” yanıtını vermesidir. Bu sıra dışı yapıt, bazı durumlarda en büyük eylem olarak kabul edilen eylemsizliğin insanın yolculuğunu çoğunlukla olumsuz yönde etkilediğini bir kez daha hatırlattı bana.

            Dino Buzzati’nin Tatar Çölü adlı muhteşem yapıtında asker Giovanni Drogo devletin hiç önemsemediği Bastiani Kalesi’ne tayin edilir. O tekdüze, gelişimine katkı sağlamayan yerde yıllar boyu bekler, zamanın nasıl da bomboş geçtiğinin farkına varmadan bekler. Tek hayali bir gün kaleye düşmanın saldırmasıdır çünkü. “Drogo, zamanın ne olduğundan habersizdi, yaşam bitmek bilmezmiş gibi görünüyordu gözüne. Zamanın ırmağı kalenin üzerinden geçiyor, basamakları, zincirleri aşındırıyor ama Drogo’nun üstünden boşuna gelip geçiyordu; onu henüz akıntısına katıp götürmeyi başaramamıştı.” Hayali uğruna ayrılamaz kaleden. İç yıkımı, boşa giden umutları, kendini aşağılaması, planlı hiçbir eylemde bulunmadan kaderine razı oluşu gerçekten dokunuyor insana. Hele tam hayali gerçeğe dönüşecekken, hastalığından dolayı kaleden uzaklaştırılması çok üzücü. Kitap bittikten sonra boşa geçen bir yaşamın ağırlığı yavaşça çöküverdi üstüme. Drogo o kadar sahiciydi ki yanı başımda hissettim onu. Acısını hafifletebilseydim keşke… Onun için bir şeyler yapmak geldi içimden ama bu denli hareketsiz kalmasına da içerledim doğrusu.

Düşünmeden şıp diye suya atlarcasına eyleme geçen pek çok insanın yanı sıra düşüncelerine takla attıran, hayalleriyle uçabilen ama hiç hareket etmeksizin sadece bekleyenler de var. Birinci gruptakilerin çoğunda cahil cesareti olabilir. İstediklerini yakalamalarında bazen şans, bazen de tesadüfler onlara göz kırpar. Sonuç olumsuz olursa genellikle ortalık yangın yerine döner. İkinci gruptaki birikimli kişilerde özgüven, cesaret eksikliği, kaygı, tembellik gibi sıkıntılar mevcutsa veya kendilerini dünyanın sekizinci harikası olarak görüyorlarsa etrafındakileri eleştiri yağmuruna tutup oturmaya devam edebilirler. Hiçbir hamle yapmadan sadece dua ederek kurtarılmayı bekleyenleri de unutmayalım. Fernando Pessoa ne güzel ifade etmiş Huzursuzluk Kitabı’nda. “Eylemsizlik bütün dertlerin tesellisidir.”  

Hayaller, arzular, hedefler beklemekle gerçekleşir mi? Hiç rastlamadım böylesine.  Önemli olan yolda olmak değil mi? Ne dersiniz? Sürekli koşulların uygun olmadığından söz ediyorsak, bence Giovanni Drogo gibi biz de o acımasızca hükmeden zamanın farkında değiliz. Elimiz kolumuz bağlı güzelce oturuyoruz. Belki de Estragon ve Vladimir’den esinlenip bir kurtarıcı bekliyoruz. Neden olmasın? Off! İnanın içim daraldı, olur tarafı yok ki… Bastırdığımız o gerçek sesimizi duymaya çalışalım isterseniz. Neden mi? Yüreğimizde ince bir sızıyla geriye dönüp bakmamak, hep ileriye doğru güvenle adım atabilmek için. Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ından alıntıladığım satırlar:“Kalbimin derinliklerinde çektiğim acıya dair en ufak bir inanç yoktu elbette, yalnızca içten içe alay ederdim bu acıyla ama yine de elle tutulur bir acı çekiyordum; üstelik delicesine âşıkmışım gibi kıskançlık krizlerine dahi girmiştim. Bütün bunların nedeni, beyler, yalnızca can sıkıntısıydı, hep can sıkıntısı… Her yanımı kuşatan bu eylemsizlik hâli beni mahvediyordu.”

Çabalamadan, pinekleyerek gönlümüzce bir şeyler olmasını beklemek can sıkıntımızı gerçekten arttırabilir. Düşüncelerimizi eyleme dönüştürmeden somut bir sonuca ulaşmak mümkün olmadığına göre, isteklerimizi gerçekleştirebilmek için yola koyulalım mı artık? İnanın böylece özgüven merdivenlerini de hızla çıkabiliriz. Bir taşla birkaç kuş vurmak gibi bir şey bu. Şu anda adımı Godot olarak değiştirmeye karar verdim. Siz de arzu ederseniz aynı adı kullanabiliriz.

En son oluşturduğunuz eylem planı nedir?

?

2 thoughts on “Hepimiz Godot Olalım/ Dilek İşçen Akışık

  1. Ayşegül Gezgin dedi ki:

    Çok güzel yazmışsınız. En sevdiğim eserlerden bahsediyorsunuz. Bu kitaplara yeni okuduğum Kobo Abe’nin Kumların Kitabını da ekledim. Benzer duyguları veriyorlar.

  2. Fulya Erşen dedi ki:

    Evet, düşüncelerimizi eyleme dönüştürmeden somut bir sonuç alamayacağımıza göre, haydi eyleme geçelim. Çok doğru. Ben bugün eyleme geçiyorum. Sevgiler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir