Düş Çocuğu

Sessiz sedasız sokak aralarına neyle karılaşacağını bilemediğimizden salamıyoruz belki de düşlerimizi. Belki de ağır buluyoruz bu şehrin oyunlarını. Yalnızca düşleriyle oynayabilen bir çocuk, temizlik kokan yoksul bir sokağın boş arsasından bakıyor kaleye. Gururlanmayı öğrenemediğinden tüyleri titriyor. Düşlerinden türeyen top sesleri arasında yaralı bir yunan askeri ile göz göze geliyor. Düşle gerçek arası…

“Büyüyünce asker olmayacağım,” diyor annesine

“Doktor da olmayacağım!”

Ne olacaksın? diye sormuyor annesi. Bir oyun sanıyor düş gezgininin söylediklerini.

Nazlanmak istiyor herhalde, diye düşünüyor.

Düş’te olmayacağım, babam da. Anla artık, ciddiyim! diye bağırmayı bilmiyor sevimli düş gezgini.

Ne oluyor be deli çocuk? demiyor anne.

“Gavur askeri olmayacağım ben!” diyor. Dudakları titriyor

 

Büyüyor.

Annesinin tuttuğu yerden tutuyor çalı süpürgesini.

“Düş yordamıyla yaşamak istiyorum hayatı,” diyor.

“Bazen bir kelebek bazen akbaba olmak istiyorum. En az kırlangıçlar kadar yükselebilmek istiyorum.

Hepinizin yalnız ve sesli düşünemediklerinizi haykırır gibi yaşamak istiyorum.

Yeni yüzler tanımak, yeni mekânlar keşfetmek istiyorum.

Hayatın tümünü yaşamak, dünyayı kendi sokağım kadar tanımak istiyorum.

Sevgili istiyorum anne, ya da sevgililer… uçmayı bilen…

Ve bir yasemini koparamadığım gibi koklamak istiyorum saçlarını…

Ve bir kaplan kadar…”

 

Susuyor.

Gözlerini kalenin burçlarından, annesinin yüzündeki derin yaşam çizgilerine ve saçlarındaki beyazlara çeviriyor.

Yürüyor…

Hızlı hızlı yürüyor, adeta koşarak. Sanki ayakları toprağa küskün, değmiyor.

Benim dedem Hasan Kale’de şehit oldu.  Hızla kovuyor kafasından bu cümleyi ama beyni çok eskiden dinlediği bir şarkının mısraları gibi tekrarlıyor.

Benim dedem üç yüz kiloluk bir top mermisini sırtladığı gibi… Göğsünden dört kurşun yese de… Benim dedem…

Kovmaya çalışıyor bu düşünceleri kafasından. Tozlar yapışıyor tenine. Gözlerinin önünden geçiyor ter damlacıkları.  ‘Benim dedem sırtladığı gibi top mermisini…’

Savaş hikâyeleri ve kahramanlık destanları anlatan babasının sarhoş, salyalı ve çatlak sesi bırakmıyor peşini…

Benim dedem…

Gümbür gümbür top sesleri…

Toz bulutları içerisinde feryat figan…

Benim dedem Hasan Kale’de şehit oldu…

Göğsünden dört kurşun yese de… benim dedem… yıkılmadı…

Vatanı bekleyeceksin…

Dedenin adını verdik sana..

Çocukluğunu yaşadığı bu şehirde bir kez bile çıkmadığı kalenin burçlarında, bir kayanın tepesinde, en uç noktada buluyor kendisini…

Benim dedem diye mırıldanıyor aşağıya..

Bir adım daha atsa… bir adım… boşluğa…

Bir adım daha atsa bulutlara ulaşacağından emin,

bir adım, bedeninden sıyrılacağından emin..

uçacak,

Ruhunu özgür bırakacak…

Ve o adım…

Boşluğa uzanıyor ayağı…

Ardından diğer ayağı…

Pamuk demetleri gibi yumuşacık buut kümelerini kucaklıyor…

Artık kırlangıçlar kadar özgür…

Aşağıda, uçurumun dibinde boş bir çuval gibi yatan bedenine bakıyor bir süre…

Hoşça kal! Diyen bir fısıltı düşüyor boşluğa…

Ve düş… bitiyor….

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir