Mehmet Dinç

DARALAN SEKRETER

Sekreter başını sağ omuzuna eğdi. Bilgisayarın kenarından gelenlere baktı, dudaklarına götürdüğü çay fincanını yarı yolda masaya koydu. “Hoş geldiniz” dedi.

Müdürün içinden iyimser bir cevap geçti. Bakışlarının keskinliği ve yoğunluğu buna geçit vermedi. “Pek âlâ” demekle yetindi.

İnsan kaynakları sorumlusuyla büroya geçtiler. Odaları birbirine bağlayan ahşap kapı açık kaldı. İki adam bazen fısıltıyla, bazen de el kol hareketleri yaparak anlaşıyorlardı. Tartışmalar bir sonuca ulaştığında insan kaynakları sorumlusu ince boynunu kapının dışına uzattı.

“Seninle konuşmak istiyoruz.”

Sekreter soğukkanlıydı. Yarıda kalmış bir konuya katkı sunuyormuş gibi cevap verdi.

“Peki.”

İnsan kaynakları sorumlusu, sekretere söz geçirmeyi başarı olarak gördü. Yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı. Sehpada duran pakete uzanıp bir sigara yaktı.

Sekreterin içeri girmesiyle çakma bir Giorgio Armani’nin tarçın, kuru incir yaprağı kokusu odayı doldurdu. Saçlarına sürdüğü briyantin pencere ışığında parlıyordu. Elinde içi dolu bir zarf vardı. Taba renkli kolçaklı sandalyeye oturdu.

İnsan kaynakları sorumlusu, karşısında oturan sekreteri ilk kez görüyormuş gibi tepeden tırnağa süzdü. Sert ve çok resmi tonda konuştu.

“Ortalığı bok götürüyor. Neden görevini yapmıyorsun?”

“Ah hocam, bunları bana mı söylüyorsunuz?”

“Sana diyorum. Mutfağın durumu içler acısı. Pislikten geçilmiyor.”

Müdürün lafa karışması uzun sürmedi. Sigaradan kararan dişlerini ezdi. Konuşurken bıyıklarının arasından bir tükürük parçası koptu.

“İnsan kokudan ve pislikten sorumlu tutulacak diye tuvalete girmeye utanıyor.”

Sekreter ağzını hemen hemen hiç açmıyordu. Kaderine boyun eğmiş bir yılgınlık omuzlarını aşağı çekiyordu.

Müdür, sekreterin üzerine fazla gittiklerini düşündü. İçinde bir acıma uyandı. Dudaklarını yuvarlayarak insan kaynakları sorumlusuna sus imi yaptı.

Sekreter bir süre havada asılı kalan sessizliği dinledi. Sormaya gerek duymadan Chesterfield’ten bir tane aldı. Yakıp bir nefes çekti. Kozadan çıkan düşüncelerinin yıllardır çalıştığı kurumu ele geçirmesini bekledi. Uzaklara diktiği bakışlarını geri çağırdı, müdürün üzerine çevirdi.

 “Nasıl işlerle uğraştığımı bilseniz bana hak verirdiniz.”

Konuşurken canı yanmış gibi yüzünü buruşturdu. A sınıfı ehliyet öğrencileri onu Red Bull almaya gönderiyordu. Koltuk altları mazot kokan şoförler tuvalet taşının kenarına işiyorlardı. Bu işlerin yanında sınav harçlarını bankaya yetiştirmeye çalışıyordu. Zarfın içinden çıkardığı silik faturaları ve karaladığı notları kanıt olarak masaya döktü.

İnsan kaynakları sorumlusu ortalığa dökülen kâğıtları anlamsız buldu. Derin bir soluk aldı. Sekretere karşı duyduğu kuşkuları sağ gözünü kısarak havada yakalamaya çalıştı. Boğazını temizledi. Konuyla ilgili daha fazla tartışma istemiyordu.

“Müfettişler bugün denetime gelecek. Toplantı odasını, mutfağı ve lavaboları temizle.”

Bir parıltı genç sekreterin zihnini teğet geçti. Yapacağı şey için o an orada bulunmayan direksiyon hocasından özür diledi.

“Direksiyon hocası bütün özel işlerini bana yaptırıyor.”

Müdür, direksiyon hocasının adını duyduğunda karışık, huzursuz duygulara kapıldı. Adamla yaşadığı sinir savaşı gündemin tepesine sıçradı. Bir kez daha göz göze geldiğinde sekretere yönelen saldırgan tutumunda yumuşama hissetti.

“O götten bacak sana özel işlerini yaptırmaya kalkışırsa yasakladığımı söyle.”

Ortaya çıkan duygusal etki sekreterin doğru yolda olduğunu gösteriyordu. Tepesinde dolaşan efkâr bulutları dağıldı. İnsan kaynakları sorumlusuna konuşma şansı tanımak istemiyordu. Dudaklarından hinlik dolu sözcükler döküldü.

“Arkanızdan atıp tutuyor efendim.”

“Anlaşıldı” dedi müdür.

Sekreterin verdiği bilgiler, aralarındaki dostluk bağlarını güçlendiriyordu. Toplantı salonu, mutfak ve lavaboları birlikte temizlemeyi önerdi. Alınan yeni karar sekretere az buçuk anlaşılabilir geldi.

İnsan kaynakları sorumlusu duruma itiraz edecek oldu. Sekreterin kelimelere istediği gibi yön verme yeteneğini anımsadığında ısrarından vaz geçti. Dolaptan süpürge aldı. Vileda kovasına su doldurdu. Suya Mintax döktü. Toplantı salonuna yürüdü.

Odalara yayılan türkü sesi müdüre aitti. Gömleğinin yenlerini sıvamıştı. Gün aşırı kirlerin yapıştığı tabakları, içinde sigara izmaritleri bulunan bardakları yıkadı. Eviyenin kenarlarını kuruladı. İşler bittiğinde belini doğrultmakta zorluk yaşadı.

Sekreter sınav belgelerini zarflara yerleştiriyordu. İnsan kaynakları sorumlusu sekreterin hınzır bakışlarından tedirgin oldu. Daha fazla dargın kalırlarsa başına geleceklerden korktu.

“Toplantı odası ve mutfağı temizledik. İkramlık bir şeyler almaya gideceğiz.”

 “Çöpleri ne yaptınız?”

“Kapının dışına bıraktım.”

Sekreter yorum yapmadı. Kumral yüzündeki acı ifade yerinde duruyordu. Biraz önce yaşanan can sıkıcı konuşmalara rağmen yardımcı olmakta beis görmedi.

“Pastaları Dostlar’dan alın.”

Müdüre beslediği sert duygular yumuşamıştı. Aralarında giderek gelişen ittifak, üzüntüyle çarpan kalbinin sakinleşmesini sağladı.

“Lavabolara tuz ruhu döktünüz mü?”

Müdürün yüzünden bir gölge geçti. Hızla çoğalan karasızlığı kısa sürede kovdu. Direksiyon hocasına duyduğu öfke motivasyonda kalmasını sağlıyordu. “Dönüşte hallederiz” dedi.

Pirinç tırabzanlı merdivenleri inerken kafasına yerleşen yeni düşüncelerle oyalandı. İnsan kaynakları sorumlusu peşinden geliyordu. Kaldırıma çıktılar. Oradan Dostlar Pastanesi sokağına saptılar.

 

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir