BENİMLE KAL

 

Sesi buruktu. Başka bir hayat kurmanın azmine ulaşmadan önceki geçiş dönemini yaşıyordu elbette. Ormanın içinde uyuyakalmış bir perinin uyanıp kanatlanmadan önce gün doğumunun kokusunu duyması gibi, hastalığım ve içtiğim ilacın sisli hülyası içindeki tatlı salınımıyla ayak uyduruyordum söylemlerine. Üzgündü. Üzgündüm. Kızıyordu. Kızıyordum. Gidiyordu. Hatta kararını vermesiyle gitmişti bile. Sağrılı bir köpeğin eti sindirmesine muhtaç bakışları gibi kanatlanıyordu bazen öfkem içimde. Sadece aşkımdan kızıyordum. Çocukça aşkımdan. Herkesin başına gelen bizim başımıza gelemezdi sanki çünkü bir aşk hikâyesiydi ya bizimkisi. Başı ve sonucu olmayan ve gelişme bölümünde sürüp giden bir aşk hikâyesi. Tek sonuç olmalıydı ikimiz için de. Yeniden birlikte olabilmek, inanıyorduk buna. İnandığımızı sanıyorduk daha doğrusu ama itiraf edemiyorduk kendimize. Kırgındı. Kendisine daha çok. Hayata karşı daha da çok…

Onunla konuşurken bazen sesi kulaklarımda devam ederken beynimde kısılıyordu adeta. Anlattıklarını duyabiliyordum ama beynim zorluyordu; anlamak için kemiriyordu beni. Gözlerim gözlerinden kayıyordu, boynunun ayasına. Algılıyordum onu ama beynim başka bir oyun oynuyor, serebral korteksimde hormonlarım bana başka bir tiyatroyu perdeliyordu. O ikinci gerçeklikte burnum, boynuna değiyordu. Kokusunu net alıyordum. Hafif şekerimsi ve daha çok aç olduğum bir kokuyu. Bakışlarım dudaklarına gitti. O denli net hissediyordum ki üst dişleri ile hafif hafif çiğniyordu dudaklarını. Bir müddet sonra parmaklarımın dış boğumu ile yanaklarını kuruluyordum. Islatıyordu gözleri. Kulakları ile boynunun bitim noktasından öptüm. Dudaklarımın ıslaklığı hafif bir iz bıraktı ve nefesimin tenini yalamasından tüylerinin ürperdiğini hissedebiliyordum. Her içime çektiğim nefesle yeniden doluyordu ciğerlerime. İki ayrı kutup gibi yapışık birbirine bedenlerimiz, kadifemsi bir özlem duygusu içerisinde sevişiyorduk adeta. Tenimizin hiçbir yanı herhangi bir zemine, herhangi bir zamana, herhangi bir başka tene, düşünceye, olguya değmiyor; bizi sarmalamış o tülden duygu içinde boşlukta duruyorduk sanki. Ne mekân vardı ne de zaman. O anda sanki “bir”dik. Boşluğun kımıl kımıl canlılığı birbirimize eritiyordu benliğimizi. Bir yansımaydık sanki beynimizde. O beni bütünüyle, ben onu bütünüyle hissediyordum. Sanki “ben” ya da “o” yoktu. Sadece ve sadece…

Bir ses duydum gerçekliğin öte tarafından. Algılayamadığım profrontal korteksim, rüyasal gerçekliğimin başka bir boyutundan sesleniyordu adeta. Ses tanıdık, dostane bir frekansla titreşiyordu beynimin içinde. O frekans, gerçekliğin ta kendisi diye düşündüm. Evet, düşünmeye başlamıştım. Benlik gözüm, beynimin nöronlarından kök hücrelerine, oradan sinir sisteminin kanallarından iç kulağımdaki çekicime, örsüme, üzengime, daha sonra titreşen kulak sıvımla orta kulağıma ve en son da dış kulağımın kepçesinde gezindi.  Havadaki boşluktan yayılan patırtı maddeseldi ve ona aitti. Sesi dünyevi harflere ve kelimelere deşifre ettiğim zaman, onun “1 dakika kaldı” diye söylendiğini anladım. Ayrılık zamanı gelmişti bile. Beynimdeki kısa hafıza hücrelerimi zorladığım zaman; o ana kadar konuşanın aslında hep ben olduğumu idrak ettim. Yakınıyordu anlamsızca bünyem; yokluğundan dolayı, ona ne kadar kızdığımı anlatıyordu. Evet, sonra kendime geldim dostlarım.  O bir dakikayı bile arsızlığımla bitiren benim dilimdi. Artmasını istedim bencilce saniyelere aç hayatın; sevincin ve onun paydaşı hüznün… Ama kırpa kırpa bir saniyeye kadar yedi bitirdiler zamanı. “Çok seviyorum seni be,” dedim, “Ne olur hep benimle kal!”

Gitti… Arkasına iki defa ıslak gözleriyle bakarak gitti. Gözlerimi kapamamla yeniden hüznün gölgesi ve yalnızlık hastalığının inadı bindi üstüme. Dışarıda kızılımsı ufka bakakaldım. Havaalanının ışıklarının zifiri karanlığa saldırıp gece perdesini yavaş yavaş aç kurtlar gibi sindirdiği o noktada, kilometrelerce uzağa kanatlanıp, peltemsi gri bulutların içinden ürkek, şehvetli ama ucuz bir fahişe gibi salınıp duran ışıkları ile o diyara; merkezinden uzak, sevimli ama belki de gecenin içerisinde kasvetli duran bir binanın ufak çocuğu gibi duran balkonunun camına… gözyaşları misali…ağır ağır yağdım…

1 thoughts on “Benimle Kal/ Derya Eke

  1. Mert dedi ki:

    Güzel olmuş bence devam etmelisin yazmaya

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir