AYBEL VE İRİS’İN MASALI
Bir varmış bir yokmuş. Uçsuz bucaksız denizlerin birbirine bağlandığı, kutsanmışlar adasının olduğu yerde denizkızlarının yaşadığı bir ülke varmış. Denizkızı Ülkesi öyle eşsiz bir yermiş ki orada gün bir başka görkemle doğar ve batarmış. Gökkuşağının, Güneş’in, bulutun, denizin en parlak ve canlı renkleri Denizkızı Ülkesi’ndeymiş.
Bu eşsiz ülkede İris adında çok iyi kalpli bir denizkızı yaşarmış. İris Denizkızı Ülkesi’nin sınırlarını geçmeye, başka ülkeleri ve güzellikleri keşfetmeye çok meraklı biriymiş. Hemen her gün, gün doğarken ülkesini arkasında bırakarak yüzmeye başlarmış. Yorulana kadar hiç durmadan yüzer ve denizin altındaki tüm canlılarla arkadaşlık edermiş. Zaman zaman yunuslarla yüzermiş zaman zaman balinaların kuyruğuna tutunurmuş. Denizin en derin yerlerinden geçer, yüzeye çok yaklaşır ama çok da suyun dışına çıkmazmış.
Bir gün yine böyle erkenden ülkesinden ayrılmış ve kendisini yüzmeye öyle kaptırmış ki kaybolmuş. Mercanların, denizyıldızlarının, renkli balık sürülerinin ve balon balıklarının olduğu sığlık bir koya gelmiş.
Burası çok güzelmiş. Güneş suyun üstünde mis gibi parlamaktaymış. İris çok merak etmiş buranın nasıl bir yer olduğunu ve tüm cesaretini toplayarak suyun üstüne çıkıp yüzmeye başlamış. Burası sarp kayalıkların çevrelediği şahane bir kumsalmış.
İris kuyruğuna kadar uzanan kızıl saçlarını ve en parlak, en eşsiz renklere sahip kuyruğunu bembeyaz kumlara gömmüş. Kumlar öyle yumuşak öyle sıcakmış ki bu duyguyu çok sevmiş İris. Tüm günü orada kumlarla ve dalgalarla oynayarak geçirmiş. Çok mutluymuş. Gün batmaya başlayınca eve dönme vaktinin geldiğini anlamış. Kaybolarak buraya geldiği için de evin yolunu bulması tahmininden biraz uzun sürmüş.
Ertesi sabah büyük bir neşeyle yeniden ülkesinden ayrılmış ve gizli sığınağı ilan ettiği kumsala gitmiş. Bir gün önce evin yolunu bulmaya çalışırken iyice öğrenmiş sığınağının yerini. Yine tüm günü oynayarak ve kendi kendine şarkılar söyleyerek geçirmiş. Ertesi gün yeniden ve bir sonraki gün yeniden; hemen her gün sığınağına gitmeye devam etmiş.
Yine bir gün sığınağı ilan ettiği kumsala, yakın arkadaşı beyaz balinanın kuyruğuna tutunarak gelen İris kumsalda birinin olduğunu fark etmiş. Bir kayanın arkasına saklanarak sığınağındaki yabancıyı tanımaya çalışmış. Yabancı, sapsarı upuzun saçlı, kumlar kadar beyaz tenli bir insanmış. Yabacının dizlerine kadar suya girdiğini ve kendi kendini telkin ettiğini duymuş.
“Yapabilirsin Aybel. Sadece kendini suya bırakman gerek. Evet sen yüzebilirsin. Hem bak burada seni görebilecek ve seninle alay edebilecek kimse yok. Hadi bakalım şimdi bir adım daha at.”
İris saklandığı yerden çıkıp ona yardım etmeye karar vermiş. Aybel’in ondan korkmasını istememiş, o nedenle biraz açıktan yüzerek ve şarkı mırıldanarak kıyıya gelmiş. Çok şaşıran ve utanan Aybel kaçmak istemiş ama İris’i de merak ettiği için dona kalmış. İris ona yaklaşmış.
“Merhaba ben İris, bir denizkızıyım. Burası bir süredir benim gizli sığınağım. Seni daha önce görmemiştim.”
“Merhaba İris, ben de Aybel. Elfler’in ülkesinde yaşıyorum. Aslında onların prensesiyim. Yüzme öğrenmek istiyorum ama sudan çok korktuğum için bir türlü cesaretimi toplayıp suya giremedim. Burayı da bugün keşfettim. Hemen şu kayalıkların arkası biz Elfler’in ülkesidir.”
“Buranın Elfler’in ülkesine yakın olduğunu bilmiyordum. İstersen ben sana yüzme öğretebilirim. Sudan da korkmana hiç gerek yok. Hadi ver elini.”
Böylece İris birkaç günde Aybel’e yüzmeyi öğretmiş. Çok yakın arkadaş olan iki kız sık sık bu kumsalda buluşur, hem yüzer hem de arkadaşlık ederlermiş. Aybel artık o kadar iyi yüzmeye başlamış ki İris ile birlikte derinlere dalmaya, denizin altındaki ve üstündeki güzellikleri keşfetmeye başlamış.
İki kızın bu arkadaşlığı bir gün başka bir Elf’in dikkatini çekmiş. Aybel’i gizlice izleyen bir Elf, İris’i görmüş ve kuyruğunun güzelliğini fark etmiş. Şifacı olan Elfler için İris’in kuyruğu tam bir ilaç hazinesiymiş. İris’i tuzağa düşürmeye karar veren Elfler kızların buluşacağı günleri takip etmeye başlamışlar. Her şeyden habersiz Aybel ve İris, yine buluşacakları bir gün suya gizlenmiş ağların farkında değillermiş.
Kumsala önce Aybel gelmiş. Görünürde kimseler yokmuş. Hemen sonra açıkta İris görünmüş. İris tam kıyıya çıkacakken ne olduğunu anlayamadan ağlara dolanmış. Elfler kumsala inmiş ve arkadaşına yardım etmek isteyen Aybel’i engellemişler.
O günden sonra Aybel günlerce ağlamış. Kendini çok suçlu hissediyormuş. Elfler ülkesindeki hiç kimseyle tek kelime bile konuşmuyormuş. İris’in kuyruğundan ilaç yapan Elfler’in ülkesinden ayrılmaya karar vermiş. Her gün İris ile ortak sığınaklarına gidip tüm vaktini orada geçiriyormuş. Yine böyle bir gün İris’e daha yakın olabilmek için denizde yüzmeye başlamış. Suyun altında o kadar çok kalmış ki İris’i görmüş.
İris ona: “Senin hiçbir suçun yok Aybel. İkimizde bilmiyorduk. Bir şekilde beni tuzağa düşüreceklerdi zaten. Senden bir şey istiyorum. Tüm Dünya’ya onların veremeyeceği şifayı sen dağıt.”
Aybel sudan çıktıktan sonra bir süre kendine gelememiş. Bir Elf olarak yaradılışı gereği şifacıymış ama arkadaşının acısını hiçbir zaman unutmamış. Tüm Dünya’ya şifa dağıtmak için uzun bir yolculuğa çıkmış.
Yazarımızın diğer yazılarını okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.