Nimet Şengül

ZORAKİ ORTAKLIK

Hiçbir ortak özelliğimiz olmayan bu kadın, kardeşimle evlenince hayatıma girmiş oldu. Şimdi en sevdiğim kardeşimi paylaşıyoruz. Benim açımdan tamamen zoraki bir ortaklık.

Ayağını bana doğru böyle histerikçe sallamasını epeydir bekliyordum. Kısa süre önce dedikodu olmaktan kendini kurtarmış, sahiciliğe bürünen bir gerçeği yaşıyordu. Yine de karşımdaki koltukta oturup bir bacağını diğerinin üzerine atarak, kalın toynaklarının bittiği yerde başlayan kırk numara ayağını bana doğru sallaması sinir bozucuydu. Oysaki bu şehirde ve bu evde bulunma sebebim isteğim dışında oldu. Ayak reisin kaynanasına, kocasının annesine, bana karşı analık duygusu pek gelişmemiş olsa da anneme bakmaya gelmiştim. Bu da zoraki…
Uçağa binip kendi şehrime gideceğim gün, ayak telaşla aşağı yukarı sallanmaya başladı. Kim bilir ne kadar zamandır bu âna hazırlanıyordu. Alt tarafı bir iki saat daha dayanabilseydi bunların hiçbiri yaşanmayacaktı.
Konuşurken ayağını o kadar hızlı sallıyordu ki dikkatimi konuşmasına veremiyordum. Arada  iç sesimi, söylediklerini savuşturmaya çalışırken duyuyordum. Biraz alayla Sakin ol şampiyon der gibi, daha çok da Neden diye sorarken buluyordum kendimi. Bütün bunları gereksiz ve saçma bulsam da ortaklığımız devam ettiği sürece katlanacağız zoraki.
Oysa ikimizde biliyoruz, o ayağın muhatabı ben değilim. Bizim ortağa bir şey diyemediği için bana sallanıyor. Nafile bir sallayış. Yine de bir kadın olarak, tüm mutsuzluğu ve çaresizliği ile karşımda oturup canımı acıtmaya çalışmasına üzülüyorum. Koltuğun ucuna ilişmiş, her an gidebilirim izlenimi vermeye çalışsa da hepimiz, ömrünü o koltuğun ucunda tamamlayacağını, bu evden gitmeyeceğini biliyorduk. Aşk mı? Sanmam. Gurur mu? Öyle görünmüyor. Peki, onu bu evde tutan neydi? Çocuklarım var diyecek ama hepimiz bunun arkasına sığınılan bir bahane olduğunu biliyorduk. Neyse… Bizim ortak, bu ilişkiye başka kadınları da dahil etmiş. Kendimi “Bunu bize nasıl yaptı?” derken, buluyorum. O kadar da empatiktim işte. O ayağını sallaya dursun, ben repliklerini kendi yazdığım dünyaya çekilip yine iç sesimle konuşmaya başladım.
Bazı insanlar neden yaşadıklarıyla yüzleşmeyip böyle çaresizce etrafa saldırıyorlardı. Bacım, sen istediğin kadar kendini sırça köşklere kapat, yaşadıkların gerçek olmayınca bir başka kadın gelip elinin bir hareketiyle her şeyi parçalıyordu işte. Bu saatten sonra, kırılanları ne kadar bir araya getirmeye çalışsan da nafile. O bacak tavana da değse yaşananları geri alamazsın. Konfor alanından çıkmaya cesaretimizin daha doğrusu götümüzün yemediği yerde, bizi yargılayacağını düşündüğümüz insanlara saldırıyoruz. Oysa ben ondan yanaydım. Daha etkili olmak için kendini de dahil etti yalaka iç sesim. Her şeye rağmen kadınların, bütün bunları bir iki kavgayla, biraz trip atıp yakınındakileri üzmeye çalışarak çözeceklerini sanmalarını samimiyetsiz ve zavallıca buluyorum.
“Sen sus” diyen sesle odaya tekrar döndüm. Kime demişti, iç sesime mi? Duymazlıktan geldim. Yerimde huzursuzca kıpırdanırken “Uçağın kalkmasına da az kaldı” deyip saatime baktım. Bu sefer de onlar beni duymazdan geldiler. Belki birbirimizi duysaydık…
Zoraki ortağım, benim üzerimden kadınlığına dair yaşadıklarını, yaşayamadıklarını ayak sallayarak anlattığını zannederken gözüm ortak paydaya takıldı. Başı önünde, yere bakıyordu. Biraz mahcup biraz da utançla… Üzülmedim. Daha çok kızdım. Bunca emek o baş önünde dursun diye mi verilmişti? Kaldır başını, kaldır da kırıp döktüğün kadınlara bir bak, desem de bakmayacaktı. Çoğu erkek gibi o da hayatın içine girmeyip kurnazca kıyısından, köşesinden dolaşarak puan toplamaya çalışacaktı. İsteyerek ya da istemeden çevresinde olan ve olacak pek çok kadını mutsuz etmeye devam edecekti.
En sevdiğim kardeşim “Ben küçükken çirkin ördek yavrusuydum, şimdi kuğu oldum” derdi. Görüyorum ki kalbi hep çirkin ördek yavrusu olarak kalmış. Zaten artık en sevdiğim kardeşim de değil.
Kapıdan çıkarken bu ilişkinin evirileceği yönü az çok tahmin ediyordum. Bugününü değiştiremeyen pek çok insan gibi onlar da dününü değiştirecekti. Geçmişin şahitlerini bugünün yalanlarına düşen kara bir leke gibi göreceklerdi. Kendilerince haklı bile olabilirler. Sonuçta, temiz bir sayfayı herkes hak eder. Umarım bu sefer daha düzgün bir kalemle özenerek, karalamaya gerek duymadan yazabilirler, varsın ben geçmişinizin tozları arasında kaybolup gideyim. O kadar da fedakardım işte ama bu da biraz zoraki. Keşke en sevdiğim kardeşim, yine en sevdiğim kardeşim olarak benimle yürüyebilse ama görüyordum, daha kapıdan çıkarken toz içinde kalmıştım.

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir