Banka oturmuş önümden geçmeni bekliyorum. Bir yolculuğa çıkıyorum. Bir an, bir
saniyecik bile olsa yaşamak istediğim küçücük bir an; mutluluğu bulmak için. Değer be!
Sessizlik istiyorum. Ne mümkün. Yürüyenler, duranlar, oturanlar, bankın altına
kıvrılmış kedi, arkamdaki o uzun ağaçtaki yapraklar, üstüne konan kuş, kaldırım taşının ritmi,
deniz köpüğünün betona vuruşu. Ne çok gürültü var.
Biliyor musun? Doğa bile, koskoca doğa ana, sana yetişmenin telaşında. Vallahi bak!
Sen gidince sanki yok olacak; bir telaş. Artık daha iyi hissediyorum, şu malum günden sonra
hele bana bir şey oldu. Bir köpeğin algısı, bir kedinin kulakları gibi duyargalarım hiç
durmuyor. Misal, bir cemre düşüverdi mi burnum bayram ediyor, kulaklarım kocaman oluyor.
Doğa ana ne ki senin yanında. Biliyorsun, hayatın seninle başladığını, kimsenin tahammülü
olmadığını sensiz olmaya. Sana dönük hepsi.
Akşam olmak üzere. Rüzgâr kulağıma fısıldıyor. Ağlâk ve öksüz bir sokak çocuğu
gibi mağrur. Birazcık da hırçın; ona kalsa esip gürleyecek ya, sen dizginlersin.
Herkes farklı yaşıyor seni. Kimimizde korku, kimimiz yalnızlık, bazılarımızda
yetişememenin kahrı, isyan, pişmanlık ve birimizde tutku. Öyle aşk filan değil ha. Sana tutku
sana. Evsizi, senin karanlık ve gizemli yüzünü görmenin telaşında her akşam. Bende de aynı
onun telaşı gibi serkeş bir çırpınış başlıyor. Kalbim pır pır çırpınıyor. Gidiyorsun. Evsiz
gibiyim. Fakire bıraktığın soğukla aynı bana gösterdiğin karanlık.
Hiç bitmeyecek. Ne yapalım, öyle böyle bir gün daha bitiyor. Dünle aynı, tekdüze,
tekinsiz, sakınımsız. Benim farkımda mısın sen? Biraz da olsa, üzgün müsün?
“Tartar tartar tartar…”
Bir balıkçı motoru yanaşıyor limana. Annesinin koynuna sokulan bir bebeğin huzuru
var motorun sesinde. Motor yüklü belli. Martılardan belli. Balık ve yosun kokusu yayılıyor.
Köpük sıçrıyor. Elim tuz oluyor, su soğumuş, sonbahar nemi bu. Kışa var daha.
Kaptan susturunca motoru gitme vaktin iyice yaklaştı demek. Başlamışsındır, renklerle
oynamaya. Seversin çok. Sen yok musun sen? İnsanın aklını alırsın. Âşık gibi divane, geceye
vuruyorum dalgalar gibi. Ama bak şunda haklısın. Ateş sarısı alaca rengin, en gözde olanı.
Hiç acelen yokmuş gibi keyfini ala ala bu renkte kalırsın ya. Of, o güzelliğine!

Tenime yavaş ve sinsice işliyorsun. Kelimelerimin üzerine düşmekten çekinmiyorsun.
Şehvetli bir kadın gibisin şerefsizim…
Karşında eriyorum işte, görmüyor musun? Biliyorsun ve küstahça gülümsüyorsun.
Önünde serili denizin üstünde kahkahaların oynuyor. Duyuyorum onları. Duymaz mıyım,
sağır değilim hiç değilse.
Denizle arandaki fısıltı geliyor kulağıma; sen olmasan renksiz kalırmış da, sana
bağımlıymış da. Sen düşünce üstüne, koyu coşkun maviliği alaca renge dönüyor,
dinginleşiyormuş da. Laf.
Sustu dalgalar. Sessizlik oldu. Ardından kanat çırpınışları, zavallı martıların. Yükseğe
uçmanın derdindeler. Ulaşmaya çalışıyorlar herhalde, çıldırmış gibiler. Güleceğim tuttu. Bana
benzetiyorum onları. Kanatlarım olsaydı, ben de…
İşte tam şu an. Kızıla döndün. Veda rengin. Sana ait değil artık, bu veda benim.
Zavallı ben! Edemiyorum ki sana veda.
Sende hapis kaldım. Her şeyimi aldın; ailemi, coşkulu ve özenli hayatımı, ruhumu,
aklımı… Bir tek düşlerim. Hâlâ daha peşindeyim ya; uslanmaz bir deli coşkusuyla, her sabah
ve her akşam senin önümden geçmeni bekliyorum ya, olsun.
Işığın göz bebeklerimden giriyor. Tam karşımdasın şimdi. Beynimde resim beliriyor.
Hep o aynı resim. Görmeye ne hacet! Orada yaşıyorum.
Işığın gözlerimi aldığı gün, uçuruma yuvarlandığım o gün işte. Çizdim ben gözlerime
seni.  Çizmişim. Nasıl görünür gökyüzünün pembesi, denizin yeşili, yaprakların moru? Ama
sana itiraf edeyim mi? Gözümde kalan o son resmini seyretmek hoşuma gidiyor.
Kestane satan kadınla sözleşmişsin yine, bağırmayı kesti birden. Hep aynı anda
oluyor. Yalnızca sen varsın. Ne büyülü bir an. İyice devleşiyorsun. İçine giriyorum. Her
seferinde bir daha kapılıyorum ya sana, olacak iş değil! Senin kadar uzaktayım her şeye. Sana
yakın bir yer bulup sıkıştırdım kendimi oraya.
İmbat sonrası dinginliği okşuyor yüzümü. Gösterini bitiriyorsun demek. Aceleci,
gölgeli bir serinlik yalıyor vücudumu, hani şu aklını başına getiren cinstekilerden.
Hiç işte! İmkânsız bir kavuşma bu bizimkisi. Beni bırak artık, umutlandırma, yeter!
Bırak da kabulleneyim…
Kalkıyorum.
Sopamı açıp zifiri karanlığımın içinde, aksayarak uzaklaşıyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir