KENDİ İÇİNE ÇÖKEN BİR GEZEGENİN SON IŞIKLARINI AYAKLARININ ALTINA SERDİM

Birisine ne yapar ne eder nefretini kazanabilirsin, peki sevmesini sağlayabilir misin, Cecilia? Namümkün tatlım, saf olma.
Nedir ki yaşama hırsı? Hırsı nedir yaşamanın? Canlı denebilecek her varlıkta fabrika ayarıdır o zaten ve gayet aleladedir, -nesini beğeneyim bunun? Hem küçük bir evrenim var benim, öyle ki gözlerimi bile tam açamam kirpiklerim çarpmasın diye yıldızlara. Kansızlığına çare olarak kırmızı et ve siyah bira içmeyi salık veren o doktor sanırım Kötülük Çiçekleri’nin görkemli şairine de aynı tavsiyeyi vermişti. Brüksel kışının ortasında tek başına yaşamaya çalışırken sağlığı bozulmuştu onun da. Ne dersin, Cecilia? Sen de böyle dizeler yazabilirsin belki:
”Sadık ve şen bir melek gelip uyandıracak
Buğulu aynaları ve ölmüş alevleri.”

Cecilia! Şili haritası gibi ince ve zarifsin. Kalbin papatyalar ve mavi kuşlarla dolu bir bahçe. Berrak gözlerin bal gibi tap tatlı.
Bak, sana ne diyeceğim: En güvendiğin insanlar seni darmadağın bir halde ölüme terk edebilir.
Ama sen beni hep inci dişlerini öperken hatırla, lütfen. Ve hisset aşkımın üstüne dur duraksız yağdığını.
Stan Getz’in Autumn Leaves yorumunun üstüne yok, dersem gözüne girer miyim, ışık saçan yosun yeşili saçları ile dokuz müzün ve bir sürü ıvır zıvırın tanrısı Apollon’un?
”Ben ilerledikçe benimle dalga geçen işaretler,” diye yazan James Joyce, gözlerinin günden güne bozulduğunun farkındaydı sanırım. O ‘işaretler’ retinandaki lekeler, Sör. Fas ipeğinden gömleğimi giyip her çeşidinden papağanlar ve güzel kadınlarla dolu bir barda Valerie Solanas’la kafaları çektik. Çok sonraları tost yemek için girdiğim bir büfenin TV’sinde gördüm ki, gidip şu gümüş robot Andy Warhol’ü mıhlamış!
Elinde olmadan, içinde tuhaf acıların oluştuğunu duyumsar mısın, Cecilia? Ama hiç vakit kaybetmeden şakalar, gevezelikler fırtınasını devreye sokarız ki çarpmaya devam etsin kalplerimiz. Her gün yaralı bir filin azgın öfkesini enjekte ediyorum damarlarıma. Yoksa kahve fincanımı kaldıracak, at sırtında And dağlarını aşacak gücü nasıl bulurdum kendimde, öyle değil mi?

Yalnızlık içindeki yoksulları görmekten neredeyse erotik zevk alan hödük bir zenginin viskisine arseniği ekleyen kutsal eli öpüyorum. Dünyayı bir Arkadiya’ya dönüştürecek gücün parçası olmak istiyorum. Kudurmuş atlar gibi ter içindeyim, Cecilia. Biz sevişirken beni Pan gibi çizsin Picasso.

‘acıyı alırsın
alırsan beni”
Yukarıdan bakan kartal.

 

Ümit Ateşoğulları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir