GÜLMELER BİTMİŞ BU YAZ
Elinizi gözünüze siper etmiş, etrafı tarıyorsunuz. Çocukların uzun uğraşlar sonucu yaptığı kalelerin bir dalga vurumu canları olduğunu, denizde deve güreşi yapan oğlanları küçümseyerek süzen yeni yetme kızların tutkulu öpüşlere kanıvereceğini, yarım saattir aralıksız yüzen adamın karaya çıkınca sert bir yalnızlığa toslayacağını düşünüyorsunuz.
Kadınlar tıka basa dolu çantalarından çıkardıkları yiyecekleri, denizden kurt gibi aç çıkan çocuklara kardeş payı üleştirirken zayıfların payına göz koyan gürbüz oğlanların sabırsız halleri kaçmıyor dikkatinizden. Zayıflar yiyeceklerine sahip çıkabilecekler mi? İçlerinden akıllı ve becerikli olduğunu düşündüklerinizi gözünüze kestirip incelemeye alıyorsunuz.
Gördüklerinize yaşadıklarınızla anlam verme gayretindesiniz, öngörülerde bulunmayı seviyorsunuz. Dizginlenemez şekilde akıp giden zamana mührünüzü vurup ‘buradaydım, demiştim’ demeyi…
Hepsi iyi güzel de bunca çabanıza rağmen az ötedeki kadını es geçtiniz, nasıl oldu bu? Başı örtülü, uzun kollu pazen elbiseli kadın ağaçlık alana (ince bir şerit halinde dikilmiş ağaçların arkasında şehirlerarası bir yol uzanıyor) yakın bir gölge bulmuş kendine. Dikkat etseydiniz baş örtüsünün kaymış, çitişmiş saçlarının kenarlardan fırlamış olduğunu görürdünüz. Bunun bir nevi isyan mı yoksa boş vermişlik mi olduğu üzerine düşünürdünüz. Elbisesinin eteklerini kıvırıp altında toplamış, elleri dizlerinde, bakışları donuk, kimseyi izlemiyor. Kadının kumsalda ne işi olduğunu merak ederdiniz; güneşlenmez, denize girmez, çocuk getirmemiş, piknik yapmaz… E peki, nedir bu kadını bu kumsala getiren? Belleğinizi zorlayıp ona benzer kadınların hikâyelerine ulaşırdınız. Kırsal kesimden ya da şehrin kenar semtlerinden gelmiş olmalıydı bu kadın. Böyle elbiseler mi kaldı artık? Sosyal, kültürel kodları eskilerde kalmış derdiniz.
Biraz yaklaşıp kadının yüzüne baksanız ilginiz ve merakınız artardı. O yüzde, insanın büyük bir acıyı güç bela kabul ettikten sonra vardığı metaneti görürdünüz. Metanet; amansız hastalık, felaket veya ölümle karşılaşıldığında dilenen dayanıklılık hali, fazla söz kalmadığında başvurulan kurtarıcı kelime.
Kumsaldaki kadın hariç her detayı uzun uzadıya incelerken şehirlerarası yoldan geçen araçların havayı yaran sesleri geliyor kulağınıza. Sonra ağaçların yaz rüzgârındaki hışırtısı, kumsaldaki insan cıvıltısı, küçük dalgaların ıslak kumlara narince dokunuşu. Vıcık vıcık sıvılara bulanmış bedenler güneş altında yayvanlaşıyor, derine geçilmesin diye konan dubalar çaresizce salınıyorlar. Yol, ağaçlar, kumsal, deniz bütün duyularınıza seslenirken anlam arama çabalarınız sürüyor. Ah şu saçma hayat, sana bir anlam vermeliyim diyerek dört bir yanını didik didik eden bir roman kahramanı gibisiniz.
Peki kadın neden yok hükmünde? Onu tanısaydınız silikliğinin geçmişteki izlerini sürer, yok sayılmaya nasıl da alışık olduğunu, bazen kendi varlığını dahi unuttuğunu öğrenirdiniz. Sessiz, soluksuz, sorunsuz yaşaması gerektiğini hatırlayamayacağı kadar erken bir yaşta öğrenmiş olduğunu, üstelik bu durumun farkında bile olmadığını, dolayısı ile size bundan söz edemeyeceğini de anlardınız. Kırk yılın başı ağız dolusu güldüğünde anlık bir irkilmeyle yaşadığını hissettiğini, bu duygunun ona tuhaf gelmesiyle gülmelerini hep yarıda kestiğini, o yarıda kesilen gülüşlerin boğazına dizildiğini, bir gün oradan çıkmak için beklediklerini öğrenirdiniz.
Oysa sizin şu anki dertleriniz bambaşka; kumdan kaleler, denizden çıkacak adam, birbirlerine bakıp duran genç kızlarla erkekler, yemeklerin akıbeti… Görünen üzerine düşünüyorsunuz, peki ya görmedikleriniz?
Kadına dönelim. Görmeseniz de orada. Yüzü yola dönük, onu fark etseydiniz size oldukça tuhaf gelirdi bu durum. Kumsala arkasını dönmüş tek insan o etrafınızda. Onun hikayesini bilseniz bulduğunuz anlamların hepsini yeniden inşa edebilirdiniz.
Sadece siz değil yanından geçip giden hiç kimse fark etmiyor onu. Yaz başından beri sabahtan akşama kadar orada oturduğunu, gözlerini yola diktiğini, ağzını kıpırdatmadan aynı cümleyi tekrarlayıp durduğunu bilmiyorsunuz. Yarıda kesilen gülüşlerinden çok çektiği acıyla hissetmiş varlığını kadın, acısına sımsıkı tutunup oturduğu yere kök salıyor. Tutunmasa tuzla buz olacak, parçaları denize karışıp uzak diyarlara gidecek. Orada kalmalı, ağaçların altında oturmalı. Gözünü yoldan ayıramaz.
Yaz başıydı. Rengini dahi ayırt edemediği, kocaman cipin yolun başında görünmesiyle yok olması bir anda olmuştu. Kadın arabanın kaç kilometre hızla gittiğini, kaç milyon lira ettiğini hiçbir zaman bilmeyecekti, aklına bile gelmemişti. Olay yerine -boş yere- gelen ambulansın şoförü ile toplanan yazlıkçıların merak konusu olmuştu bunlar. Daha da fazlası… Her kafadan bir ses çıkmıştı; çocuğa sahip çıkamamış mıydı annesi, cipin plakasını alan olmamış mıydı, bu dev araçlar çarpınca fena yapıyordu insanları, şu üst geçit de bir türlü yapılmamıştı.
Yola bakıp dururken kafasında dönüp duran, oğlunun yumuşacık kara gözleriyle ona son kez gülümseyerek baktıktan sonra elinden kurtulup yola fırlaması. Sonrası yok! Yarım kalan gülüşleri yutan dev bir karanlık.
Kadın, kimsenin duymadığı o cümleyi ağzını kıpırdatmadan söyleyip duruyor. Belki bir gün duyarsınız.
“Gülmeler bitmiş bu yaz.”
Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.