“Alice Harikalar Diyarında” 🧚♀️
Sabahları uzaklara bakarak temiz havayı “Ohh!” diye şöyle bir içime çekerken, “fresh” diyorlar ya İngilizce ‘de çok hoşuma gidiyor, odayı hatta tüm evi taze hava ile doldurmak için açtığım pencere ile aynı anda açılan bir müzik… Temiz havayla birlikte mutlulukla doldurmak için evi ve kalbimi…
Günaydınlar, müzikten bahsedesim var bu sabah keyifle kahvaltımı yaparken… Bu konuda derin bilgim olduğundan değil müziksiz yapamadığımdan….
Temiz hava, hafif bir esinti, huzurlu, tatlı bir müzik sesi beni alıp çıkarırken gökyüzüne, müziğin ritmine kapılmış bedenim, zarifçe kıvrılan eller, parmaklarımın ucunda yükselerek yaptığım dansla “Başlasın Gün Güzellikleriyle” demek isterim her sabah…
Evdeysem her an açıktır müzik, sadece bir şekilde kapanır, eğer içimi ısıtan, ruhumu sarıp sarmalayan, sıcacık bir film izliyorsam….
Artık bizim en ufak Defne bile, Adana’da yaşayan yeğen, “Bir müzik dinledim tam senlik, bir manzara gördüm tam senlik, bak bu film tam senlik” demeye başladı…
Müziğin her türünü dinlerim, bağırıp çağırmalı olmayan, huzurlu, ah bide yandım bittim cümleleri içermeyecek ve de yüreğe dokunmayacak… İçime dokunsa da, babamın düşkünlüğü nedeniyle dinleyerek büyüdüğüm Türk Sanat Müziği’ni ayrı bir yere koyuyorum, tabii türkülerimizi de… Gerçi şimdilerde dinleyemiyorum, sanırım hüzün istemiyorum, kalbimin pır pır etmesini tercih ediyorum….
Akşam yatarken usulca kulağıma “tatlı rüyalar” diye fısıldayan müzikleri tercih ederken sabahları biraz daha hareketli, Pink Martini- Storm Large’ın “Amado Mio” sunu, Paris’in cafelerini, sokaklarını gösteren yağlıboya tablolar eşliğinde Fransızca şarkılarını, Andrea Bocelli’nin İtalya sokaklarında gezdiren büyülü sesiyle tüm şarkılarını, Dean Martin’in kadife sesiyle kalpleri aşkla dolduran “İnnamorata” diye başlayıp “you’re my sweatheart” diyerek devam ettiği ruhu okşayan şarkılarını, bazen de Andrea Riou’nun Vals’ine ayak uydurarak evin içinde uçarcasına dans ettiğim müziklerini seviyorum… Elimi şaklatarak sağa sola hareket ediyorsam Elvis Presley gelmiştir eve, “Are you Lonesome tonight?” der bazen aniden…. Eee hayatımda önemli yeri olan Tango müzikleri de götürür beni Arjantin’e doğru… “Ben dünyanın en büyük aşığı olabilirim” deyip dans ettiren Türk müziklerimizde var tabii aralarında…
Derinden gelen sesiyle “Dance me” diyerek dansa kaldıran da Leonard Cohen olur hep…. Yeni keşfimse Caro Emerald, Hollandalı şarkıcı, şarkının başında gelen saksafon sesi hazırlarken seni harekete, “I have never dreamed it. Have you ever dreamed a night like this” derken enerjin hop yukarı, kıpraşmaktan başka şansın kalmaz… Akşamlarıysa bir anda San Francisco’dan, ışıl ışıl şehrin manzarasını gözler önüne seren bir bardan gelir Ella Fitzgerald’a eşlik eden Louis Armstrong’un büyüleyici, tok, kulağı dolduran sesi…. Eski Amerikan filmlerini andıran tarzda çiftlerin dansıdır bu müziğe ayak uyduran, kadınlar belden kabarık dizde elbiseler ve yüksek topuklu ayakkabılarla …
Caz müziği bir başkadır akşam yanan bir mum titreşirken…
Kerem Görsev, değerli sanatçımız, birkaç yıl önce Lale plakta karşılaştık, Galata’dan İstiklal’e çıkarken, tünelin hemen karşısında, “sadece müziği ile değil sıcacık bakışlarıyla da yansıtıyor kendini” diye düşündüm albümünü imzalatırken… Lale Plak, Beyoğlu’nun zaman makinasına girmiş hissi yaratan dükkanlarından biri, altmış beş yıllık yaşanmışlık, maalesef geçen yıl kapandı…
Jehan Barbur’u dinlemeye de doyamamıştım yardım gecemize gönülden desteğiyle geldiğinde… Opera sanatçısı Hakan Aysev’e de aşık olmuştum sahnede… Opera deyince Paris’te bir yılbaşı gitmek istedim o ihtişamlı operaya ama biletler günler öncesinden tükenmişti, aklımda kaldı, yapılacaklar listemde… Ümitcan’ın sözü var, benim yeğen…
Yani beni benden alır müzik, gezdirirken ruhumu diyar diyar….
İnternette bu şarkılardan herhangi birine tıkladığınızda ardı sıra benzerleri kendiliğinden geliyor zaten…
Hauser’i de böyle keşfetmiştim bir gün, dışarıda kar yağıyor, elimde fırçam, tuvalimde sevgi ve tutkuları resmin dışına taşan bir çift, sarı turuncu kırmızının zarifçe harmanlandığı, aralarında kayarak yumuşakça geçişlerin olduğu renklerin ahengi ile dans eden fırçam…..
Birdenbire durdum, büyülenmiştim, İşte bu ! İşte Bu ! tuvalden hafifçe ekrana doğru kaldırınca kafamı, sempatik mimikleriyle karşılaştım, gözlerini kapatmış müziğiyle uçuştaydı… Andrea Bocelli, Andrea Riou arasında dolaşıp duran sihirli müzik Hauser’e geçivermişti birden, fırçayı bırakıp aldım elime kameramı, dışarıda yağan kar, üzerleri hafif hafif kar tutan ağaçlar, tatlı titreşimiyle boya masamda yanan mum, cezbeden renkleriyle tablom, “İşte bu” bu tablonun müziği bu diyordu ruhum….
Kahvemi yaparken düşündüm de, gülümsetti, yazarken ben “Alice Harikalar Diyarında” yım sanki müzikle ve de yazarken, resim yaparken… Ne zaman aktı bu kadar saat, yine kaldı tüm işler, hadi bari koş koş bahçeye, hiç değilse güneşi kaçırma..