Nimet Şengül

VARDIR BİR KERAMET

Tünelin sonundaki ışığı andıran kapıda, ilk olarak toza bulanmış oyuncak bebeği tutan bir kol belirdi. Onu sessizlik takip etti. Herkes pürdikkat bebeği tutan kola odaklanmıştı. Kol, tutunduğu omuzla omuz üzerinde taşıdığı kocaman yeşil gözleri barındıran masum başla içeri girdi. Omuza bağlı diğer kol da belirip küçük beden tamamlanınca, kalabalık karşısında elinden bırakmadığı tozlu bebeğe korkuyla sımsıkı sarıldı.

Acemi melekler ilk defa çocuk ağlaması duydu. Süzülerek gelen bir peri çocuğun elini tuttu, içindeki tüm güzel duygular elden ele bu masum yüreğe aktı. Çocuk başını kaldırıp beyazlar içindeki varlığa gülümsedi.
“Sen kimsin?”
“Ben hava perisi Sylphide’ım.”
“Gerçek misin?”
Çocuğun sorusunu gülümseyerek yanıtlayan Peri, o minik eli tutarak maviliklere doğru gözden kayboldu.
Kadim dünyadaki iyi ve kötü melekler toplanmış, heyecanla gelecek olan kafileyi bekliyorlardı. Başlarındaki maviliğin içinden bir görünüp bir kaybolan bembeyaz kuşlar neşe içinde şarkı söylüyorlardı. Her yeri kaplayan rengârenk çiçekler, olağanüstü kokularıyla her yeri adeta mest ediyorlardı. En arkada yemyeşil bir dağdan dökülen şelale, tüm gürültüsüyle altındaki gölle buluşuyordu. Gölün suyu o kadar temizdi ki içindeki kumlar, taşlar hemen yanınızdaymış hissi uyandırıyordu. Beyazlar içindeki periler, insanoğluna yardım için gönderilen pirlerin, dedelerin oturduğu taşlığın üzerinde uçuşup duruyorlardı. Bulundukları taşlığın iki ucunda onları yönlendiren beyaz sakalları, göğsüne kadar inmiş kutsallar vardı. Bunlardan sağ baştaki, sakalını iki bacağı arasında tuttuğu eğri büğrü sopasına dayamış diğeri yanında geyikleriyle oturmuş utançla bekliyorlardı.  Utanıyorlardı çünkü kul sıkıştığı halde yetişememişlerdi.
Kiminin utançla, kiminin merakla baktığı, yemyeşil bir halıyı andıran sonsuzluğun başlangıcında, zamanın kendine göre aktığı, öte diyarlara açılan kapı vardı. Ve o kapı Tanrının buyruğuyla, kadim güçler tarafından açılmıştı. Kapının her iki yanında iyi mi kötü mü olacaklarına henüz karar verilmemiş bir grup acemi, heyecanlı bir şaşkınlıkla olacakları bekliyorlardı. Bütün bunlara gelecek olanlar kadar yabancıydılar. Gözler, süslü merdivenlerle çıkılan yüksek sütunlar üzerine oturtulmuş devasa sandalyelerdeki heybetli varlıklara kenetlenmişti.
Onlar ki dünyanın yaradılışından beri var olan, insanların haklarında masallar, hurafeler anlattıkları mahşerin dört atlısı… Bütün evreni yaratan o büyük varlığın yaydığı ışık huzmesinin altında hiç konuşmadan çevreyi süzüyorlardı. Uzun süre bakınca başınızı döndüren muhteşem bir görüntü.
Bu büyülü güzelliği bozan tek şey kırmızı pelerini, devasa boynuzları, kocaman bedeniyle ve alaycı gülüşüyle ortalıkta dolaşıp duran, kimsenin göz göze dahi gelmek istemediği o heybetli varlıktı. Davet edilmediği halde yine de her defasında gelip “Sahtekârlar Karnavalı” dediği bu ânı izliyordu. Ben sizinle göz göze gelince iyi olmuyorum ama biliyorsunuz ki hâlâ sizi yolunuzdan döndürebilirim der gibi ortalarda kasılarak geziyordu.
Acemiler, tanık olacakları bu gösteri hakkında aralarında fısıldaşıyorlardı. Eskilerden çokça dinlemişler ama onlar ilk kez yaşayacaklardı bu ânı. İnsanların yüzünde öldüklerini anladıkları zaman beliren ilk ifade… Tünelin ucunda gördüklerini iddia ettikleri ışık… İşte o ışık toplanmış bu ilk âna odaklanmıştı.
Aşağıda büyük bir deprem oldu. Pek çok insan öldü. İyi, kötü, kıskanç olan, olmayan, zeki, aptal, güzel, çirkin, sağlıklı, hasta, genç, yaşlı pek çok insan Azrail’in kutsal tırpanından nasibini aldı. Bazılarıysa bitişlerin başlangıçlara gebe olduğunu bilmeden korkuyla bir yerlerde sıkışmış, sıranın kendisine gelmesini bekliyordu.
Kara kediyi görünce yolunu değiştireni, merdivenin altından geçmeye bile korkan insanoğlu baş melek İsrafil’in kısa bir süre çaldığı sur ile darmadağın olmuştu. Arkasından Azrail inmiş, tırpanıyla insanları bu an için işaretlemişti. Yine de yaşadıklarını hurafelere bağlayanlar vardır aralarında. Tüm bunlar, binayla, zina arttığı için oldu diyenler, hatta burada olanları bile hurafe olarak görenler, işte bu ân onların ayıklanacağı ândı.
Liyakat burada da vardı. Belki de en çok burada vardı. O yüzden acemi melekler dünyadan gelenlere refakat etmek için kapıya yakın konuşlanmıştı. Daha önce defalarca prova yapmalarına rağmen heyecan doruktaydı. Hata yapmanın mümkün olmadığı bir göreve seçilmişlerdi.
“Hasiktiiir” diyen gür bir sesle, bütün bakışlar tekrar öte dünyaya açılan kapıya yöneldi. Kapıda toz içinde iki kafadar şaşkın şaşkın etrafa bakıyordu.
“Oğlum sana dedim. O son kadehi içmeyecektik.”
Adamlar ne olduğunu anlayamadan, yüzünde kocaman gülümsemesiyle kendilerine doğru gelen varlığın kırmızı pelerinin altında kayboldu.
Baş melekler dışındaki kadim dünyanın tüm varlıkları, öte dünyanın insanlarının ilk tepkilerini merakla izlemeye devam ettiler. Kendi aralarında günahlarını tahmin etmeye çalıştılar. Onlar da bebekler dışındaki her canlının -çocukların bile- günahkâr olduğunu biliyorlardı. Ama görünen o ki insan oğlu bilmiyordu. Burada bile ışıklar içindeki kutsal kapıdan girerken birbirlerini itip kakanlar vardı. Hâlâ evrenin kutsallarını şaşırtabiliyorlardı. İnsanoğlunun her taşkınlığında şeytan, bütün küstahlığıyla başını kaldırıp orada olduğunu bildiği kutsalların kutsalına gülümsüyordu.
Bütün gün hayal ettiği bu seremoniyi kaleme almaya çalışan adam, bilgisayarın başından kalkıp kendine kahve yapmak için mutfağa giderken kafası mutfak pervazındaki at nalına çarptı. “Hay senin” diyerek tuttuğu gibi çöpe attı. Hep annemin abuk sabuk işleri diye düşündü. Oğlunun evine kendinden bir şeyler bırakmayı seviyordu. Her yerde dualar, tütsüler, çeşit çeşit hurafeler; ne işe yarayacaksa?
İlk sarsıntıyı o zaman duydu. Yerin altından kaydığını zannetti. Kulpunda nazar boncuğu olan mutfak dolapları üzerine doğru gelirken omzuna dokunan tırpanın varlığını hissetti adam.
“Hasiktir” nidası, çıkan gürültü arasında kaybolup gitti.

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir