SEVGİLİ ARSIZ ÖLÜM’DE KADIN VE İSTANBUL İLİŞKİSİ / Dilek Karal
SEVGİLİ ARSIZ ÖLÜM’DE KADIN VE İSTANBUL İLİŞKİSİ
Buraya bir kırmızı karanfil bırakıyorum. Dirmit’in göğsüne taktığı kırmızı karanfil. Siz ona bakıp öyküsünü düşünürken, ben sizlere Dirmit’in ve Sevgili Arsız Ölüm’ün kadınlarının öyküsünü anlatayım.
Şehir hakkı, demişti Lefebvre. Tamam, right to the city – şehir hakkı. Biz de bunu istedik.
60’larda köylerimizden bavullarımızı yüklenip şehre göçerken, bilsek de bilmesek de biz de hakkımızı istedik şehirden. Bir şey vardı şehirde. Bizde olmayan bir şey. Das Kapital. Bildiğimiz para. Biz de bir kısmına sahip olsaydık, bu nöbetleşe yoksulluktan kurtulurduk belki. Kim bilir? Ama bu o kadar kolay değildi. Şehir de hakkını isterdi senden, bir hesap sorulacaksa. İşte benim anlatacağım, bu hak hukuk meselesi aslen.
Denkler sarılıp sarmalanıp yük edilmiş, arda kalanlar konu komşu arasında hatıralık paylaşılmıştı.
Yer yurt demek mekân demekti. Mekân da öyle terk edilesi bir şey değildi hemencecik. İnsan evladının mekânı şekillendirdiği gibi, mekân da içine doğan insanı çamurdan yaratır gibi yeniden şekillendirirdi. Gittim demekle gidilmezdi yani. Mekân insana, insan mekâna bağlıydı.
Dirmit kız, cinli kız, gün geldi vedalaştı cinleriyle, konuştuğu kuyu başıyla, köyüyle de gitti İstanbul’a.
Vardı varmasına da İstanbul dediğin bir deli camgeran, elinde işlenmiş sırça köşk. Bir yanı dantela, bir yanı batakhane. Ama sen geldin bana vardın, köyünü yurdunu ardında bıraktın, ben sana kucak açayım demedi. Dirmit’i aldı, mahallede normal bir kız yapmaya çalıştı. Gönlünde bir sevda, günü gelince komşulardan birinin oğluna varacak bir gelinlik kız. Şehir ne bilir ne tanır, senin cinin mi var, türlü türlü huyun mu var? Şehir bir kazan, eritme potası. Farklılıklar burada silinir, bireyler homojenleşir (Harvey, 2008). Herkes gibi seni de atar aynı kazana, kazanın altını harlar. İstanbul’un huyu bu.

Dirmit benim annem bunca lafı neden dedi, abimler babam bana bunca köteği niye sardı demedi, kendine şehirde türlü türlü huylar edindi.
Cin yok muydu? Çamurla eğleşti. Radyoyla, köpek karıyla konuştu. İnceden kar yağınca sokaklara döküldü bağırış çağırış, şiirlerine ağıt yaktı. Direnmenin ilk adımı kendinin olanı savunmaktır ya o da öyle yaptı. İstanbul yine halden anlayayım demedi. Sokaklarda bağıranların peşine polis taktı. Dirmit bu şehir bana kâr etmiyor demedi, nokta oyunuyla gitti geldi, geçmiş zamanın cinleri ile şimdinin zebanileri arasında. Bu kız anasının karnında işaretlendiğinden midir nedir, her şeyi bildi, korku nedir bilmedi. İstanbul ona hiçbir şey vermediyse de anasına babasına ve tabii kardeşlerine yeni bir Dirmit verdi.
İstanbul’un üzerinden esip her yuvaya dolan o rüzgâr, mekânın ruhudur.
Evliyalarının dualarını da fahişelerinin ahlarını da aynı nefeste taşır. Bundandır İstanbul’da insanın hep bir günahın ortağı gibi hissetmesi. Bir yandan da sırtını zamanın mekânın dışında bir ruha yaslaması. Mekân, bellekti, aidiyetti. Huvat, Halil, Mahmut hepsi aradı kendilerini bir suya, bir lambaya, bir oyuna dadanıp. Bir Dirmit aradı kendini çamurda, radyoda, şiirde, defterde, kalemde. Şehir seni sen şehri tanıyana kadar sürer bu oyun. Atiye kadın ne yapsın, bir berikinin bir ötekinin peşinden seğirtti dualarıyla ama kâr etmedi. Tespih taneleri hangi birinin peşine düşsün İstanbul’un deli ettiklerinin?
Dirmit kız ne bilsin. Cinler gelemez İstanbul’a.
Mekâna tutsaktır hayal, mekâna tutsaktır ruh, mekâna tutsaktır hayatın kalbi. Mekân değişince bir şeyler geride kalır. Yeni mekânda bulunan şeyler hiçbir zaman o eskidekiyle aynı değildir. Bana inanmazsanız bunu yeni bir ülkede, bilmediğiniz bir dilde, çocukların bile sizden daha iyi konuştuğu bir dilde yaşayanlara sorun. Aidiyet nerede? Kimlik nerede?
Bir deyiş vardır:
“Siz bir insanı memleketinden ayırırsanız onun yüzsuyunu dökersiniz.”
Yani insan tanınmadığı, bilinmediği yerde her günaha açık hale gelir.
Beni tanıyan bilen mi var demez, kırk kapıya kırk değnek vurur. Dirmit’in abilerine de böyle olmadı mı? Köklerinden kopan erkekler “Benim de bir anam babam, âdetim törem var” demediler.
Atiye, Dirmit’in annesi. Köyde sözü sözdür; manevi gücün temsilidir.
Ama şehirde kim bilsin Atiye kimdir? O da kızlara had bildirmek için erkeklerle ortaklığa girer. Kandiyoti’nin ataerkil pazarlığı başlar mı sonra. Erkeğe devredilen güç şiddettir. Atiye durduk yerde yatmaz ölüme. Zaten ölmüştür şehirde kendisi olarak. Bedeni de katılsın ister ruhuna, kalbine. Azrail’le yaka paça olur. Ama İstanbul’un ölüm meleği de başkadır. Öyle sen öleyim dedin diye, gelivermez hemencecik. Bu şehirde insan, şehir istediği zaman ölür ancak.
Sonuç olarak, Sevgili Arsız Ölüm, yalnızca bir göç hikâyesi değil; aynı zamanda mekânın ruhunun, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin ve hayalin şehirle birlikte nasıl dönüştüğünü gösteren bir sosyolojik metin olarak da okunabilir. Dirmit kız duvardaki bir noktanın kırmızı karanfile dönüşmesini izler, göğsüne takar ve çıkar sokağa.
Dilek Karal
Diğer Panzehir Dosya yazılarını okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.
