Üsküdar Amerikan Kız Koleji’nde beş çayı ve Bir Yılbaşı.

 

İstanbul’a ilk taşındığımızda, evimiz Bağlarbaşı’ndaydı. 1968 yılıydı. Amerikan Kız Koleji yürüyerek on dakika uzağımızdaydı ama o zamanlar bunun henüz farkında değildik. O zamanlardan aklımda kalan, merkezdeki -şimdi yeri yapılarla dolu olan- futbol sahası ve yazlık sinemaları anımsıyorum.

1970 yılında liseye başladım. Yatılıydım. Hafta sonları evci olarak geliyordum. Daha sonra yapıtlarıyla ün kazanan çok yakın bir akrabamız, o sıralarda kolejde etüt ablalığı yapmaya başlamıştı. 72 yılında sanırım, durumdan haberdar olduk ve görüşmeye başladık.

Kimi zaman bizi oturmaya gelirdi ve sohbet arasında bizi okula davet etmişti. Biz dediğim, ben ve benden dört yaş büyük ablamdı.

Orada aralıkla unutamayacağım iki gün geçirdim. O günler gerçekten unutulmaz oldu benim için.

Bir kere binanın mimarisi bulunduğumuz bölgeden çok farklıydı. Ahşap küçük yapılar bir araya gelerek bütünü oluşturuyordu. O sırada mimar değildim, ama çok etkilenmiştim.

Tabi okul bölümüne gitmiyorduk. Öğretmen odasının bulunduğu yönetim ve dinlenme yapısına gidiyorduk. Bir de hafta sonları, dersler yokken… Küçücük ahşap bir merdivenden bir üst kata çıkardık. Orada şıngırtılarla çay ve fincanlar gelirdi. Ev gibi döşenmişti. Rahat koltuklar, divan, sehpalar, duvarlarda resimler vardı. Amerikan Okulu, diye geçiyordu ama bana kalırsa burada bir İngiliz geleneği sürüyordu.

Bir müzik seti vardı. Çok güzel uzunçalarlar vardı. The Beatles’ın ‘Abbey Road’ albümü daha yeni çıkmıştı, 1969 yılında. Yapı ayrı olduğu ve hafta sonu olduğu için rahatlıkla sesini açıp dinleyebiliyorduk. Bu arada hiç öğrencilerle tanışmadım, onu da belirteyim. Ama başka etüt ablalarıyla da tanışmıştık. Gitme vakti geldiğinde hiç ayrılmak istemiyordum. Müzik güzeldi, ortam güzeldi. İnsanın içini mutlu eden, burkan bir şey vardı. Neden biz böyle yaşayamıyoruz, diye sorup duruyordum kendime. Onun üzüntüsü vardı içimde. Yeteri kadar doyamamak vardı. İnsan sanat adına öyle bir ortamda neler yapabilirdi.

Bir gün beş çayından sonra eve dönmek üzere merdivenlerden inerken, arka planda sesi gittikçe uzaklaşan Abbey Road albümünün şu bölümü çalıyordu: “Boy, you’re gonna carry that weight a long time”
Çocuk… Bu ağırlığı uzun süre taşıyacaksın.

65 yaşına geldim, o ağırlığı hâlâ üzerimde taşıyorum.

Bir başka gün…
Etüt Ablası kuzenimiz yaz okullarına gitmiş oralarda başka yabancı kişiler tanımıştı. Belçika’da ya da Danimarka’da emin değilim bir Japon arkadaşı olmuş. Bu arkadaş o yıl Türkiye’ye gelmişti. 1973 yılıydı. Kuzenim bu Japon arkadaşı evimize getirdi. Tanrının olmayabileceğini ilk ondan duymuştum; mümkün müydü?

Yılbaşı geldiğinde kuzenim bizi yine koleje davet etti. Seve seve kabul ettik.
Aralarında en genç ve toy kişi bendim. Yedik, içtik, güzel bir yılbaşı geçirdik. Amerikalı ablanın folk gitarı vardı. Bize ‘Both Sides Now’ türünde parçalar çaldı. Benim de gitarım vardı ama çalmasını bilmiyordum. Ne çevremizde gitar bilen biri vardı, ne ders aldım, ne de çaba gösterdim, zor gelmişti. Gardırobun üzerinde yıllarca durdu gitarım.
Bizim kuzen Japon arkadaşa İngilizce bir şeyler söyledi, o da kuşkulu bir yanıt verdi. “Sen de biraz gitar çalsana,” demiş. Ama Yasuo, klasik gitar çaldığını, oysa gitarın folk gitarı olduğunu söylemiş. Kuzen de “Canım ne olacak, biz o kadar usta dinleyiciler değiliz,” gibi bir şey söylemiş. Yasuo kabul etti ve folk gitarda klasik parçalar çalmaya başladı. Ağzım açık kaldı. Harikaydı. Yasuo, o ufak tefek, gösterişsiz Japon bir virtüözdü.
Geceyi Amerikan Kolejinin öğretmenler odasında konuşarak, müzik dinleyerek geçirdik. Çokça konuşulan dil İngilizceydi. Ablam ve ben İngilizce bilmiyorduk. İster istemez biraz uzak kaldık. Benim için yaşam yeni başlıyor denebilirdi. Soğuk bir yılbaşı değildi. Sabahın ışıkları odayı doldurduğunda artık gitme vakti gelmişti…

Kültürlü bir ortamda yetişmiyorduk ama çok da boş çocuklar değildik. Bir şeyler yaşadık, fakat imkânımız olsa daha iyisini yapabilirdik… Böyle şeyler için kişinin çabasından başka bulunduğu ortamın da çok önemli olduğunu bu tecrübelerle anlamış olduk…

İşin doğrusu: Yalnız müzikle ya da bir sanatla uğraşabileceğim bir ortamda yaşamayı çok isterdim.

 

11.08.2020

Mehmet Sinan Gür

4 thoughts on “Üsküdar Amerikan Kız Koleji’nde Beş Çayı ve Bir Yılbaşı/ Mehmet Sinan Gür

  1. İbrahim ığnak dedi ki:

    Tebrikler, çok sıcak bir dil ile anlatmışsın. .

    1. Mehmet Sinan Gür dedi ki:

      Teşekkür ederim İbrahim. Kısa ancak güzel bir anı idi.

  2. kerime dedi ki:

    Sinan’cığım beni o günlere götürdün. Harika yazmışsın. Reşat’a da yolluyorum

    1. Mehmet Sinan Gür dedi ki:

      Teşekkür ederim Kerime. Aklımın bir köşesinde duruyor her şey.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir