Sülbiye Yıldırım

FİDAN

Duraktaki sıranın en önündeydi. Otobüste istediği yere oturabileceğine seviniyordu. Bütün gün el âlemin pisliğini temizleyeceğim derken canı çıkıyor, ayakta asılarak gittiğinde, işlenmekten enerjisi tükenmiş kolları, bedenini taşımıyordu.

Günün ilk şokunu otobüse binip kartını makineye okuttuğunda yaşadı. Yanan kırmızı ışıkla birlikte kâbusu olan cümle kulaklarında çınladı: “Bakiyeniz yetersiz!” Çatlamış, şahrem şahrem olmuş…
“Şerham diyecektin herhalde.”
“Ooo, dikkatli okur yanlışımı düzeltirmiş, ama laf aramızda yakalaman iyi oldu,”
“Estağfurullah abi, sözüm meclisten dışarı. Şimdi yazarlar arasında pek bi moda eskileri kullanmak ama çoğu nasıl söylendiğini, nasıl yazıldığını bilmiyor, kafasından sallıyor.”
“Sağ ol, fark etmemişim, klavye kayması herhalde. Hem hazır sen okurluğu aşmış düzeltmenliğe geçmişken ben de bir ünlem koyayım, ‘kafadan atıyor’ diyecektin herhalde, ‘sallıyor’ yakışmadı.”
“Estağfurullah abi, senin yanında düzeltmenlikten gölgene sığınırım, bakma boşboğazlığıma, devam et lütfen.”
“İstesen de istemesen de yazacağım, yazmam şart. Siz erkekler, yuvam dediğiniz o damlarda kurulan tezgâhları bilmelisiniz. Neyse, devam edeyim.”
Şerham şerham derisi çatlamış elindeki karta bakakaldı.
“Neee? Bitmiş mi? Daha yeni doldurmuştum.”
Bir daha makineye dokundurdu, bu kez daha bir kızgın konuştu lanet şey, hem de kırmızısını kopkoyu ışıldatarak.
“Bakiyeniz yetersiz!”
Ne yapsam, der gibi, ağlamaklı gözlerle baktı şoföre, beklediği anlayışı göremeyince indi gerisin geri. Yettin artık Cezmi, canıma tak etti. Yapılan zamlara gücüm yetmiyor, yakında otobüse de binemeyeceğim. Hep içtiğin o zıkkım yüzünden. Bana başka bir çıkış bırakmadın. Bitsin bu çile, ikimizi de kurtaracağım.
Aksi gibi bugün Sakine Hanım’da işi uzamış, vakit akşama dönmüştü. Telaşlandı. Bu saatte evde olmalı, Cezmi’nin sofrasını hazırlamalıydı. Gelmiştir o şimdi, beni görmeyince. Ne olursa olsun, gece yarısına kalsam da antabusu almadan gitmeyeceğim.
Işıldamaya başlayan vitrinler, telaşlı adımlara eşlik eden elma, mandalina, en çok da ekmek dolu poşetler. Tıklım tıklım otobüsler, tıklım tıklım sabırsız duraklar. Şehrin akşam telaşına ortak oldu Fidan da. Gözü ışıklı tabelalarda eczane aramaya başladı. İşte uzakta bir tane E, kırmızı kırmızı göz kırpıyordu. Adeta koşar gibi vardı kapısına, tam içeri girecekti ki o da ne? Vitrindeki ışıklandırılmış kocaman reklam afişinde su damlası gibi genç bir kadın. Hiç işlenmemiş, hiç yorulmamış pamuk ellerini yanağına dayamış Fidan’a bakıyordu. Altta da kocaman harflerle “Detanjel, koruyucu bariyeriyle soğuk havayı, deterjanı ellerinize yaklaştırmaz” cümlesi yanıp yanıp sönüyordu.
Aynı reklamı Sakine Hanım’ın antikalarla dolu salonunun tozunu alırken televizyonda izlemiş, banyoda da sözü edilen kremi görmüştü. Sonra da ellerine bakıp hayıflanmıştı. Şimdi bir kez daha akşam soğuğunda kurmuş, derisi iyice gerilmiş ellerine baktı; sızlıyorlardı ama çaresizliği daha sızılıydı.
“Aman be abi, amma uzattın, sadede gelemedin bir türlü,”
“Ooo, sabırsız okuruz öyle mi? Anlaşılan anlatıdan çok hareketi seviyoruz,”
“Abi yaaa, ne hareketi, aksiyon deyiver şuna, kalma eskide. Aksiyon ile hareket bir mi allasen?”
“Ama bu kadarı da fazla, bırakayım da sen yaz bari. Tepemde durdun elimi ayağımı tutuyorsun, aksiyona geçemiyorum,”
“Senin kadar alınganını görmedim. Madem eleştirmeyeceğim, niye yazıyorsun?”
“Ulan benden başka hangi yazar sana söz verir? Hangi yazar okurunu dinler, teres! Bak şimdi efendiliğimi bozdurdun bana, anlaşıldı, bitirtmeyeceksin öyküyü. Vır vır, çenen düştü, hiç durmayacak.”
“Olmaz! Durma, merak ettim nasıl kurtaracak Cezmi’yi Fidan?”
“Oku o zaman!”
Gözlerini reklamdan alıp içeri girdi Fidan. Kalfaya “Kardeş, antabus istiyorum, doktor beyim için yazmıştı da” dedi. Ayyy! Yüreği yine ağzında atıyordu. Yalan söylediği anlaşılmaz inşallah.
Kalfa Fidan’daki fırtınadan habersiz “Kaçlık olacak abla?” diye sordu. Rahatladı ama soru bilmediği yerdendi.
Sakine Hanım morarmış gözüyle temizliğe gittiği gün çok kızmış, alıver artık şu antabusu, deyip üç yüz lirayı sıkıştırmıştı eline, ama kaçlık olacağını söylememişti. Ne kızgındı kadın. Cezmi sanki onu dövmüştü. “Yeter şu ayyaşı beslediğin. Kadın hakları diyorum, insan hakları diyorum sana anlatamıyorum. Ne halin varsa gör diyeceğim, içim elvermiyor be Fidan. Madem vazgeçemiyorsun bari içkiyi bıraksın da sorumluluk alacak mı, almayacak mı, görelim bakalım. Aaa, nedir bu celladına âşıklık canım!”
Sakine Hanımın ısrarı üzerine, utancından kızarmasına eşlik eden yüzünde mahcup bakan gözlerini yere indirmiş, eline sıkıştırılan parayı cüzdanın gizli bölmesine koymuştu. Yok sayacak, lazım olacağı gün gelinceye dek harcamayacaktı.
O gün bugündü işte. Ama antabus kaçlık olmalıydı?
“En yükseği” deyiverdi. Madem başlamıştı, en yükseği olsun ki etkisini çabuk göstersin. Kalfa ilacı poşete koyup uzattı.
“Yüz yetmiş iki lira.”
Fidan yakalanmaktan korkan suçlu gibi, alelacele cüzdanını açıp parayı uzatırken elindeki çatlaklardan kan sızıyordu.
“Abla eller çok fena olmuş, sana da bi Detanjel koruyucu verelim.”
Fena fikir değildi. Sakine Hanım’ın antabus için verdiğinden geriye kalan ona da yeterdi herhalde. Sonuçta bu parayı Cezmi bilmiyordu, eve gidince kremi saklar, göstermezdi.
“O ne kadar?”
“Yüz doksan.”
“Yok artık! Fazlaymış, istemem,”
“Ama abla inan kesin çözüm, ellerin pamuk gibi olacak.”
“Boş versene kardeş, pamukluğa alışkın değil, alışmasın da. Neme lazım, işimden olmayayım. Hadi sana iyi akşamlar” deyip çıktı.
Artanı otobüs kartıma yükleyeyim, ne kadar götürürse artık diye düşünüyordu, hızlı hızlı durağa doğru giderken.
“Abi yahu, bu kadın, antabus çatlaklara da iyi gelir diye mi o kremi almadı?”
Al sana günün ikinci şoku, anlamamış teres, bir de eleştirel okur geçiniyordu.

 

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir