Berrin Yelkenbiçer

SÖZCÜKLERİN GÜCÜ ADINA

Hasan Âli Yücel’in anısına saygıyla…

“Ah canım Rıfkı, ödüm kopuyordu. Sen de tanıksın işte; bu korkuyu öteledim, iteledim hep. Ne olacak sonrası dedim, ben nasıl yaparım, ne ederim, nereye giderim dedim. İnsan bilmediği şeyden kaçıyor, boğulacak olsa bile tanıdığı bildiği sularda yüzmeyi tercih ediyor. Su istediği kadar bulanık olsun, dibindeki balçık korkunç elleriyle içine çeksin; iyi böyle diyorsun, kulacımı iyi kötü atar, ayaklarımı çırparım, başımı da suyun üzerinde tuttum mu tamamdır, oh, fırtına da yok, ortam dalgasız, öyle böyle kıyıya varırım diyorsun.”

Kahvesinin üzerindeki göz göz köpüğü hafifçe üfleyince gözler şekil değiştirdiler.
“Bak Rıfkı, önümde yeni yollar açılıyor, bak görüyor musun?”
İri bir yudum alıp kahvenin üzerindeki koyu renkli yolları içine çekti.
“Hani fırtınasız denizde yüzerek kıyıya varacağını sanıyorsun ya Rıfkı, bir bakıyorsun ki ne yakında ne uzakta kıyı mıyı yok, okyanusun ortasında tek başınasın, kıyı sandıkların da seraptan ibaretmiş.”
İçindeki kahve azaldıkça fincanın beyaz duvarlarında beliren şekillere baktı.
“Demek insan sadece çöllerde değil denizlerde de serap görüyormuş Rıfkı, vaha ya da ada sandıkların, o palmiyelerle egzotik çiçekler hep hayalden ibaretmiş.”
Fincanı tabağına ters kapatıp güldü.
“Benim vaham da adam da kupkuruymuş meğer, sonradan anladım ama neyse ki anladım. Gerçi hem geç hem de güç oldu ya.”
Tabağı başının üzerinde üç kez çevirdi.
“Fal bakmanın tam zamanıdır, köpükteki yollar telvede daha da çoğalıp aydınlanacaktır, ben biliyorum. Sen hiç âşık oldun mu Rıfkı?”
Rıfkı’nın kara bıyıkları titredi.
“Bunu evet olarak kabul ediyorum, zaten öyle olmasa babaannem sana Rıfkı der miydi hiç, daha görür görmez hem de ‘Aaa’ demiş, “Bu aynı benim Rıfkı” demiş. Ben anlatanların yalancısıyım ama şunu gördüm ki seni hep çok sevdi, Rıfkı dedem sağ olsaydı belki de kıskanırdı.”
Uzanıp Rıfkı’nın siyahlı beyazlı başını okşadı.
“Babaannemle dedemin aşkı dillere destandı, sen de tel tel bıyıklarınla girdin işin içine, ne mutlu sana, herkes öyle bir aşka düşemiyor. Ya hiç yaşamıyor ya da tüm ağırlık tek tarafa yükleniyor.”
Rıfkı sarı gözlerini iri iri açıp kıpırtısız baktı.
“Şöyle anlatayım; sen onu seviyorsun, o da seni. Bak buna tadına doyulmayan aşk deniyor, için dışına onunla taşıyor, hiçbir kaba sığmıyor, onunki de öyle. Bir de şöylesi var, o seni seviyor ya da sen onu seviyorsun ama karşılığı yok.”
İçini çekti.
“İşte benimkisi de öyleymiş ama ben tadından doyulmayan aşklardan sandım. Çölleri birlikte aşacağımıza, suyumuzu bölüşeceğimize, denizlerin dev dalgalarında el ele inip çıkacağımıza, Poseidon’un gazabının sona ermesini aynı ufka bakarak bekleyeceğimize inandım.”
Omuzlarını indirip arkasına yaslandı.
“Ama biliyorsun işte, hiç de öyle olmadı. Birlikte yürüdüğümüzü sandığım yolda meğer tek başınaymışım da farkında değilmişim. En fenası da ne biliyor musun Rıfkı, onunla yola çıktım diye, sırf onunla olayım diye ne çok şeyden vazgeçtim ben. Üstelik o da ateşime odun taşımış ama ben anlamamışım.”
Yarı aralık pencereden dışarı baktı.
“Yağmur yağacak, ne güzel. Ben hep sevdim yağmuru, o hiç sevmedi, kendisi sevmiyor diye bana da hep yağmurluk giydirdi, başımın üzerinde şemsiye açtı, oysa bayılırdım yağmurda yürümeye, yüzümü damlalara vermeye. Islanmaya aldırmazdım ben ama o meğer nefret edermiş. Nasıl da sakladı nefretini, saklamakla kalmadı bana da bulaştırdı. Bir baktım hava azıcık bulutlandığında yanıma şemsiye alıyorum, yağmur yağdığında kalkıp bütün pencereleri kapatıyorum, panjurları indiriyorum. Yağmur sonrası açan güneşin parlaklığı, güllerin, ağaçların, toprağın ıslak kokusu evimize de ruhumuza da sızmıyor.”
Kalkıp pencereleri ardına dek açtı, telaşlı kuşların cıvıltıları odaya doluştu. Rıfkı başını kaldırıp kulaklarını dikti.
“’Sen yeter ki mutlu ol’ derdi bana ama kastettiği kendi mutluluğuymuş meğer. ‘Aman ne diye çalışacaksın, ben sana bakarım, bir elin yağda bir elin balda olur, o elleri soğuk sudan sıcak suya sokmayacaksın’ derdi, ben de inanırdım. Bazen insanın basireti bağlanıyor işte Rıfkı. Aslında öyle yağlı ballı bir hayatın peşinde de değildim, kendimi bildim bileli olmamıştım, çalışarak var olmayı seçmiştim ben ve bundan da çok mutluydum ama artık aşkım gözlerimi mi kör etti yoksa o güzel lafları söylerken ellerimi öpüp durması aklımı mı aldı nedir, her şeyden vazgeçtim, işimden, gücümden, arkadaşlarımdan hatta ailemden. Evin dört duvarı arasına koydum kendimi, her şeyimiz onun işi, gücü, arkadaşları hatta ailesi üzerinden dönmeye başladı. Anlamadım önce, duvarlar daralmaya, odalar küçülmeye, pencereler kapanmaya başladı ama ben yine anlamadım.”
Kahve tepsisindeki bir bardak suyu başına dikti.
“Sonra bir gün bir baktım ki hayatımın anahtarını onun eline vermişim, gönüllü mahkûm olmuşum, o da bunu kullanmaya, anahtarı kilidimin üzerinde iki kez çevirmeye, pencerelere demir parmaklık taktırmaya başladı. Çıkayım dedim hücremden, şunu yapayım dedim, bunu yapmaya niyetlendim, her seferinde geri püskürttü beni. ‘Çok uzak kaldın, yapamazsın artık’ dedi, ‘Beceremezsin, tren kaçalı çok oldu’ dedi, ‘Atı alan Üsküdar’a vardı hatta geçti ohooo’ dedi. Bütün cesaretimi sildi süpürdü, ışığımı söndürdü, renklerimi soldurdu, kanatlarımı kırdı. İşin kötüsü ne biliyor musun, ben de inanmaya başladım yapamayacağıma, beceremeyeceğime, uçamayacağıma.”
 Gıdısını okşayınca Rıfkı tatlı tatlı guruldadı.
“Diyeceksin ki nasıl dayandın? Okudum Rıfkı, neyse ki okumayı çocukluğumdan beri çok seviyorum. Okumayı söküp kırmızı kurdelemi gururla göğsüme taktıktan sonra hep okumuşum, annemle babam da hep önüme kitap koymuşlar. Hatırlıyorum; çocukken harcamalarımız sınırlıydı, o sınır bir tek kitap söz konusu olduğunda kalkardı. Neyi ne zaman istersem okudum, demek aileler çocuklarının sadece tahtlarını değil bilerek ya da bilmeyerek bahtlarını da yapabiliyorlarmış. Kitaplar benim can simidim oldu Rıfkı, o çemberden, o hücreden kitaplarım sayesinde çıktım.”
Dışarıda usul usul yağmaya başlayan yağmurun hışırtısına kulak verdi.
“Neyse ki hücremde kitaplar yasaklı değil, beni hangi dünyalara taşıdığını bilmiyor çünkü, bilse onlara da bir kulp takardı. Çok fazla harcamam yok, neredeyse sadece kitap alıyorum, onun için ses etmiyor. Çember daralıp beni boğmaya başladıkça çekiyorum raftan bir kitap, giriyorum içine; duvarlar açılıyor, çember siliniyor, ben yutarcasına okuyorum. Okumadığım zamanlardaysa o dünyaların o raflarda durduğunu, sadece kapılarının aralanmasını beklediklerini bilmek bile bana iyi geliyor.”
Açık pencereden içeri giren rüzgâr birkaç serin yağmur damlasını yüzüne savurdu.
“Kitaplardaki sözcükler büyülüdür, biliyor musun Rıfkı? Aklında, fikrinde, zihninde öyle büyüler yaparlar ki farkına bile varmazsın, ben de önceleri farkına varmadım. O aralar kimlerle kimlerle hemhal oluyorum, Dostoyevski’ler, Tolstoy’lar, Jane Austen’lar, Turgenyev’ler, Flaubert’ler hep yanımda yöremdeler, elimden tutup benimle yürüyorlar.”
Parmak uçlarıyla yüzündeki yağmur damlasına dokundu.
“Bir gün şunu fark ettim; bu şahane adamlar ve kadınlar kendi dillerinde yazmışlar ama bana benim dilimde sesleniyorlar. Tek zihin olmayı başarabiliyoruz, bu buluşmayı, yazarla okur arasındaki bu bağı da çevirmen sağlıyor, yazar kadar çevirmenler de bir nevi büyücü.”
Yayıldığı yerden kalkıp kucağına gelen, çember olup burnunu kuyruğuna dayayan Rıfkı’ya sarıldı.
“Babaannemin taziyesinde onca insan arasında işte böyle kucağıma gelip orada kalarak kendi kaderini de çizdin Rıfkı.”
Kıkırdadı.
“O gün bugündür, ben anlatıyorum, sen de mecbur dinliyorsun.”
Kucağında kediyle kalkıp açık pencerenin yanındaki koltuğa oturdu, koyu renkli alçak bulutlara, ağaçların dallarından süzülüp yerde gölcükler oluşturan yağmura baktı.
“Bu kadim topraklardan çok güzel insanlar geçmiş Rıfkı, iyi ki yerleri yurtları burası olmuş. Hani Hansel ile Gretel masalında vardır ya sana anlatmıştım, çocuklar dönüşte evin yolunu bulmak için geçtikleri yollara çakıl taşı bırakırlar, işte bu insanlar yürüdükleri yollara her biri pırlanta değerinde taşlar bırakmışlar, bizler şimdi yönümüzü onlar sayesinde buluyoruz.”
Çakan şimşeğin kısa pırıltısı yüzünü aydınlattı.
“Bir gün bir baktım, okuduğum kitapların çoğunu Hasan Âli Yücel çevirttirmiş, milli eğitimin milli eğitim olduğu zamanlar. Atatürk’ün izini takip edip eğitimi hayatın ve geleceğin merkezine koyanlardan, dağına taşına köyüne şehrine taşıyanlardan biri o, kanlı canlı haliyle karşısına geçebilsem saygıya önünde eğileceğim. Çocuklarıyla torunları da bir güzel insanlar ki sorma gitsin, oğlu hayatta en çok babasını özleyen bir şair mesela, torunu renklerle büyü yapan bir ressam.”
Yeri göğü inleten gök gürültüsü ikisini de yerinden sıçrattı.
“Memleket ve insan sevgisi tam olarak bu işte Rıfkı; hem senin zamanında hem de sonrasında yaşayan ve yaşayacak olan tüm canlıların hayatını değerli kılmak, önlerinde yeni yollar açmak, karanlıklarına fener tutmak hatta bizzat ışığın kendisi olmak. Bak Hasan Âli taa o zamanlarda o kitaplardaki zenginliğin kendi dilimizin servetine dönüşmesine aracılık ederek yıllar sonra bir çemberin içinde debelenip duran bir kadının etrafındaki duvarları yıkmasını, hatta abartıyorsun demeyeceksen şöyle söyleyeyim, küllerinden yeniden doğmasını sağlamış.
Göğsünü şişirip güldü.
“Hiç öyle bıyıklarını titretip gözlerini devirme, ben bir Anka kuşuyum şekerim, yanmadım mı, hem de nasıl yandım, sen tanıksın. Yunus sormuş ya pişmek için yanmak mı gerek yoksa yanmak için pişmek mi diye, vallahi bana kalsa hiç yanmazdım ama yanmadan da pişilmiyormuş, mecburen öğrendim.”
Şiddetlenen yağmur içeri daha çok girmeye başlayınca Rıfkı ıslanmaktan rahatsız olup dertop yayıldığı kucaktan kalktı, tiz bir sesle miyavlayarak pencereden en uzak koltuğa yerleşti.
“Söylenmesene Rıfkı, bereket yağıyor işte, ne güzel, hem dünyaya hem bana yağıyor. Virginia Woolf’u dinledim ben, işe kendime ait bir oda yaratarak başladım, alevlerden yalıtılmış bir oda burası. Ben artık Hasan Âli’nin yıllar önce açtığı yolda ilerleyeceğim Rıfkı.”
Elini pencereden uzatıp avucunu açtı, parmak aralarından taşan damlaları seyretmeye başladı.
“Sen bilmezsin tabii, nereden bileceksin, yabancı dilim çok iyidir benim, hatta öğrenciyken çeviri yapıp harçlığımı çıkarırdım. Eski kocam olacak o adam dilimi kesip susturdu beni ama kendi odamı inşa edince sesler sözler aklıma fikrime tekrar yürüdü. “
Islak elini saçlarından geçirdi.
“Tomris Uyar vardır, üç şairi kendine âşık eden kadın. Ağzını açtığı anda başkasının sesinin duyulması olarak tanımlamış çevirmenliği, başkası dediği de kitabın yazarı. Ama çok güzel değil mi Rıfkı? Belki de ölmüş bir yazarın sesi sözü oluyorsun, onun zihni sende dile geliyor, büyü içinde büyü. Bak ilk çeviri dosyam geldi bile, insan bir şeye niyetlenmeye görsün, önünde öyle yollar açılıyor ki şaşıp kalıyorsun.”
Gece yaklaşmaya başlayınca Rıfkı’nın gözleri alaca karanlıkta sarı sarı parladı.
“Ben bu işe gönül verdim Rıfkı, gönül vererek yapınca ortaya hep güzel işler çıkıyor. Hasan Âli’nin benim dilimde önüme sunduğu sözcükler onlarca yıl sonra bana nasıl yol gösterdilerse belki benim çevirim de bir gün bir kadını yangınlarıyla yüzleştirip pişirir, duvarlarını yıkıp kendi odasını kendisinin inşa etmesine aracılık eder.”
Ayağa kalkıp pencereyi kapadı.
“Yani diyeceğim odur ki ben artık korkmuyorum, büyücülüğe, sözcüklerle büyü yapmaya niyetlendim. Alacağım elime kalemimi, kazanımda ağır ağır çevireceğim, ortaya çıkan iksiri de küllerinden doğmak için kanat çırpan herkese sunacağım. Kürek yapıp toprağı kazacağım, keski niyetine kullanıp toprağın altından çıkan kayaları hare hare oyarak içlerine gizlenmiş hazineleri bulacağım Rıfkı, tıpkı benden önce o güzel insanların yaptığı gibi.”
Kediyi kucağına aldı. Eğilip işaret parmağıyla fincana dokundu.
“Soğumuş ama bakmayacağım içine, fala ihtiyacım yok benim, yazgımı kahve telvelerinde aramayacağım artık, kanat çırpıp ben kendim yazacağım. Şimdi yürüyüşe çıkıyorum, üstelik yanıma şemsiye almıyorum, geliyor musun benimle?”
Rıfkı kucaktan kurtulup koltuğun altına kaçtı.
“Tamam şekerim, sen de haklısın ama büyücü olmak kolay değil, korkularına meydan okuyarak, istediğin şeyleri yapma cesaretini arayıp bularak başlıyor her şey, yollara bırakılmış çakıl taşlarını izleyerek buldum ben, darısı tüm arayanların başına.”

 

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir