Pelin Yılmaz

GÖRÜNMEZ KENTLER, GÖRÜNMEZ KADINLAR

Zamanın birinde, çok uzak bir ülkede, uçsuz bucaksız toprakları olan bir imparator varmış. İmparator ülkesinin her yerinden haber almak istiyormuş, bu yüzden dünyanın en hızlı habercisini bulmaya karar vermiş.

Dört bir yana haber salmışlar. Sonunda sarayın önünde kuyruk olan adaylar arasından seçilen üç kişiyi huzuruna getirmişler. “Söyleyin bakalım” demiş imparator, “Ne kadar hızlısınız?”. Birincisi demiş ki “Ben, bir tazı kadar hızlıyım”.  İkincisi “Ben” demiş, “Yayından fırlayan bir ok kadar hızlıyım”. Sonuncu aday “Ben bir hikâye anlatıcısının dili kadar hızlıyım” demiş. İmparator pek bir şey anlamamış. “Peki, gösterin hızınızı, ülkenin en kuzeyinde, sınırdaki surların dibinden bir avuç toprak alıp gelin. Bakalım kim önce gelecek?” demiş. Birincisi bir tazı gibi fırlamış, ikincisi yayından fırlayan bir ok gibi çıkmış yola, üçüncüsü yerinden kıpırdamamış bile. “Ee, hadi” demiş imparator, “Ne duruyorsun?”. “Hünkarım, ben gittim de döndüm bile” demiş bizimkisi. “Nasıl gittin de döndün?” “Bakın size anlatayım, ülkenin kuzey sınırında göz alabildiğine uzanan surlar var. Surların dibindeki toprak kıpkırmızı ve biraz nemli ama içinde çöl kumları var, çünkü rüzgâr çok uzak çöllerden kumlar taşımış, elinize alıp kokladığınızda çöllerin kokusunu alırsınız, çöl kokusu ile birlikte rüzgârın getirdiği, geçtiği çayırlardan ot kokuları, geçtiği kentlerden baharat kokuları… Ve böylece devam etmiş. Adamı ağzı açık dinleyen imparator “Tamam” demiş sonunda, “Tamam ben adamımı buldum!”
Bu hikâyeyi ilk kez Nazlı Çevik Azazi’den duymuştum. O zaman aklıma ilk gelen Italo Calvino’nun Görünmez Kentler”i olmuştu. Görünmez Kentler’de de gezgin Marco Polo, bir hikâye anlatıcısının dilini kullanarak İmparator Kubilay Han’a hayali kentler anlatır. Yani Calvino, Marco Polo’nun ağzından kendi kurguladığı kentleri bir hikâye anlatıcısının diliyle aktarır.
Diğer ulaklar kıtlıklar, yolsuzluklar, suikastlar hakkında imparatoru uyarır, yeni bulunan turkuaz madenlerinden, samur postlarının ucuzluğundan, kakmalı Şam hançeri satışlarıyla ilgili tekliflerden söz ederken Marco Polo bambaşka hikâyeler anlatmaktadır.
Üstelik bunları çoğu kez sözcüklerle değil valizinden çıkardığı tamburlar, tuzlanmış balıklar, yaban domuzu dişinden kolyelerle, el kol hareketleri, çığlıklar, ulumalarla ya da satranç tahtasına yerleştirdiği nesnelerin yerlerini değiştirerek yapmaktadır. İşte bu yüzden Kubilay Han için diğer ulaklardan çok daha özeldir.
Bir ara Kubilay Han “Bana anlattığın bütün bu ülkeleri ne zaman vakit buldun da gördün bilmiyorum” der. Marco Polo “Benim gördüğüm ve yaptığım her şey kafamda…” diye yanıt verir ve bu diyalog müthiş bir gerçeklik sorgulaması ile devam eder. Öyle bir hale gelir ki “Belki de bu konuşmamız şu anda çöpleri karıştıran, buldukları paslanmış kırık eşya, kumaş ve kâğıt parçalarını bir araya toplayan Kubilay Han ve Marco Polo takma adlı iki meczup arasında geçiyor, kötü bir şaraptan birkaç fırt çekip sarhoş olmuşlar, Doğunun tüm hazinelerinin karşılarında parladığını görüyorlar” der Kubilay Han ve diyalog Marco Polo’nun “Belki de dünyadan geriye çöplüklerle kaplı belli belirsiz bir yer, bir de Yüce Han’ın sarayının asma bahçesi kaldı. Onları birbirinden ayıran bizim gözkapaklarımız, ama hangisi içeride hangisi dışarıda belli değil” sözleriyle sona erer. Ve biz kitap boyunca anlatılan kişiler kimlerdir asla emin olamayız.
Görünmez Kentler çok farklı okumalara açık bir kitap. Biraz da bu yüzden defalarca okunan, konuşulan, başka yaratımlara ilham olan bir anlatı. Kentlerin maketlerini yapan mimarlık öğrencileri, resmeden ressamlar, kendi görünmez kentlerini kaleme alan yazarlar ve daha niceleri.
Bu kez Görünmez Kentler’i ‘Kent ve Kadın’ ilişkisi bağlamında okumayı denedim. Buna çok uygun bir kitap. Calvino “Görünmez Kentler bildik kentler değil; kurmaca kentlerdir. Hepsine birer kadın adı verdim” diyor en baştan. Yeniden yeniden okunan ve her seferinde başka anlamlara açılan bir kitap olarak çok doğurgan. Üstelik Marco Polo’nun sözcüklerden çok seslerden, sessizlikten, hareketlerden, nesnelerden yararlanarak kullandığı dil sezgisel bir dil ve bu hali ile de dişil bir yapısı var.
Calvino kentlere kadın adları vererek onları kişileştirir.
Bu noktada “Kentin cinsiyeti var mıdır” sorusuna takılıyorum. Mehmet Ali Kılıçbay Şehirler ve Kentler adlı kitabında uygarlık yanları ağır basan yerleşim yerlerine şehir, insan ve bina yığılmaları olarak ortaya çıkanlara ise kent diyor ve şehir kavramını dişil, kent kavramını ise eril görüyor. Ancak kentin çıkış noktasının dişil olduğunu anlatıyor. Yerleşik hayata geçişi zorunlu kılan tarımı ve üretimi kadınların bulduğunu söylerken “Öte yandan, barınak ve korunaktan, yani doğanın sunduğu imkanlardan, “ev”e yani üretilmiş konuta götüren sürecin her anına damgasını vuranlar, gene kadınlar olmuşlardır” diye ekliyor Kılıçbay. Yaşanılan mekânı değiştirenin, güzelleştirenin de kadın olduğunu vurgulayan yazar, zamanla kentlerin kiminin eril kiminin dişil yanlarının ağırlık kazandığını belirtiyor. Şöyle yazıyor, “Söylemenin zamanıdır, insanın dişisi doğallıktan kopmaktan korkmadığı için ‘kendini yaratan insan’ haline gelmiş, bu yüzden de uygarlık onun başarı hanesine yazılmıştır. Erkek ise, tahakkümcü ve sahiplenici davranış kalıbı içinde, uygarlık da dahil, kadın yaratılarının hepsini kendi zimmetine geçirmeye çalışmıştır, ama kabalaştırarak.”
O halde kent kavramının kökeninin dişi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.  Calvino da  Zobeide kentinin kuruluşuna bakalım: 
“…çeşitli ulusların erkekleri aynı düşü, bir kadını, gece vakti, bilmedikleri bir kentte, sırtı dönük koşarken görmüşler, uzun saçlı ve çıplakmış kadın. Onu izlediklerini düşlemişler. Dönmüş dolaşmışlar, kaybetmişler onu. Uyandıklarında o kenti aramaya çıkmışlar; kenti bulamamışlar ama birbirlerini bulmuşlar; düştekine benzer bir kent kurmaya karar vermişler.”
Burada kenti kuran kadın değil ama bir kadının hayali kentin kurulmasına sebep oluyor. Görülen ortak düş zamanla unutuluyor, düşlenen kadına asla ulaşılamıyor.
Başka kentlerde de benzerini göreceğimiz bakış burada çok belirgin, kenti, kadını (kenti ama aynı zamanda kadını çünkü kitapta her kent bir kadın metaforu sunuyor bize) erkek bir yazar iki erkek karakterin diyalogları üzerinden bir arzu nesnesi gibi anlatıyor.
Öyle ki kentleri, kadınları tanımlayan kendi varoluşları değil onlara bakanların ruh halleri ve arzularıdır.
“Zemrude kentine biçimini veren, ona bakan kişinin keyifli ya da keyifsiz olmasıdır.”  Ya da Despina’ya denizden gelen gemici “kendisini bu deniz çölünden alıp palmiyelerin dantel gölgesindeki tatlısu vahalarına, kalın kireç duvarlı, taş avlularında kızların, kollarını, tül peçelerin biraz içinde biraz dışında oynatarak, çıplak ayak dans ettikleri saraylara götüren uzun bir kervanın başında” bir deve gibi görürken karadan gelen deveci, kenti, kendisini çölden kurtaracak bir gemi gibi görür, “değişik bandıralı mürettebatın, birbirinin kafasında şişe kırdığı meyhaneleri, her birinde bir kadının saçlarını taradığı ışık yanan zeminkat pencerelerini düşünür.”
Görünmez Kentler’de anlatının katmanlarından biri düşlenen, arzu edilen ama ulaşılamayan, bir türlü fethedilemeyen kent, kadın. Kentlerin yani kadınların görünmezliği metaforu ise başka bir katman.
Yazık ki kentler kadınlar için güvenilir bir yer değildir. Kadınların kentte yerel yönetimlerde yer alma, kentin karar alma süreçlerinde söz sahibi olma oranları düşük, ulaşım ve güvenlik konularında sorunlu olması “Kadın Dostu Kentler” diye bir kavramın oluşmasını zorunlu kılmıştır çünkü kentin kurucusu olan kadın zamanla kentte görünmez hale gelmiştir. Denilebilir ki Görünmez Kentler bir yönüyle de görünmez kadınları anlatır.
Kitapta sözü edilen kentlerden İpazia bu konuda etkileyici bir örnek: 
“İpazia’ya bir sabah vakti girdim, bir manolya bahçesi yansımıştı mavi göllere, yıkanan genç güzel kadınlara rastlayacağımdan emin çalılar arasında yürüyordum: ama suyun dibinde, boyunlarına taş bağlı, saçları yosunlarla yemyeşil, canına kıymış kadınlar gördüm, yengeçler yiyorlardı gözlerini.”
Bir başka örnekte; ilk karşılaşıldığında muhteşem güzelliği ile büyüleyen, onu her gün görenlere imrenilen Fillide, ömrünün geri kalanını orada, onunla geçirmek isteyenler için zamanla görünmez olur. “Çok geçmeden solar kent, gülpencereler, raflardaki heykeller, kubbeler yok olur.” Tıpkı zamanla görünmez olan kadınlar gibi. Böylece kimi zaman kentler, kadınlar kendileri de görünmek istememeye başlarlar.  “Habersiz yakalamadığın sürece kendisi bakışlardan kaçıran çok kent vardır Fillide gibi.”
Calvino’nun kentlerinin, kadınlarının görünen yüzü dışında başka yüzleri de vardır.
Örneğin Moriana’yı anlatırken “Eğer bu ilk yolculuğu değilse, böyle kentlerin bir yüzü daha olduğunu bilir yolcu” der Marco Polo ve Moriana’nın paslanmış demirle, çuval parçaları, üzeri çivi dolu tahta parçalar gibi çer çöp dolu gizli yüzünü anlatır.
Bersabea’da “Biri göksel, diğeri cehennemsel olmak üzere iki yarı yansıma”dan söz edilir. “İnanışa göre bilinen Bersabea dışında gökyüzünde asılı bir Bersabea daha var ve kentin en yüce erdem ve duyguları orada, ayrıca yeraltında da, kentin yakışıksız ve değersiz saydığı her şeyi içinde barındıran bir Bersabea var.” Bu bölüm Bersabea adlı kadının id, ego ve süperegosunun bir metaforu olarak okunabilir.
Kötülerin kenti Berenice’de gizli bir iyiler kenti vardır. Lakin “…her iyiler kentinin tohumunda bir kötü tohum gizli” der Marco, “İyi olmanın verdiği güven ve gurur bu tohum”.
Valdrada göl üzerinde bir kenttir ve bir de onun ayılmaz parçası olan baş aşağı yansıması vardır. Hep göz göze olduğu ama sevmeyen bu yansıma kent Valdrada’nın kabullenemediği gölge yanı gibidir.
Marozia’da ise Tanpınar’ın Bursa’sındaki ikinci bir zaman gibi “Marozia’nın sağlam duvarları dibinden yürürken en beklemediği anda önünde açılan bir aralıktan, bir an için görünüp kaybolan bambaşka bir kentin belirdiğini görüyor insan.” Çünkü “Marozia iki kentten oluşuyor: farelerin ve kırlangıçların kenti…”
Calvino kentleri kişileştirmiş ve her kentte başka bir kadını anlatır dedik ama anlatının bir yerinde Marco Polo aslında hep Venedik’ten söz ettiğini itiraf eder, “Ne zaman bir kent anlatsam Venedik’le ilgili bir şeyler söylüyorum” der.
Bu hali ile sevdiği her kadında ilk âşık olduğu kadını, hatta annesini arayan bir erkek gibidir. Nazım Hikmet diyor ya “İki şey var ancak ölümle unutulur/ anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü” diye, işte o iki şey Görünmez Kentler’de bir araya gelir.
Olaya günümüz hassasiyetlerinden baktığımızda ortaya kadını anlatan ama kadının sesini duymadığımız bir tablo çıkıyor.
Kadınlar, kentler, kent-kadınlar hep bir erkek tarafından başka bir erkeğe anlatılması olayın geçtiği on üçüncü yüzyıl için sıradan bir durum mudur? Fakat olayın on üçüncü yüzyılda geçtiğini de nereden çıkardım? Marco Polo var (1254-1324) Kubilay Han var (1215-1294) ancak Trude kentine havaalanı ile gidiliyor. Ne? Havaalanı mı?
“Trude’de yere inerken kentin kocaman harflerle yazılmış adını görmesem, ayrıldığım havaalanına geldiğimi sanacaktım.”
Kubilay Han’ın bir atlası var, atlasta henüz keşfedilmemiş ya da kurulmamış ama düşünceyle gidip görülen vaat edilmiş toprakların haritaları da var. Henüz o tarihte yazılmamış ütopyalarda ve distopyalarda söz edilen kentler var. Var olan, olmayan, var olduğu, olacağı hayal edilen ya da bir gün var olacak kentler.
Marco Polo atlası karıştırıyor.
“Troya’dan söz ederken ona İstanbul’un biçimini vermek geliyor içinden; kurnazlıkta Odysseus’tan hiç de geri kalmayan Mehmet, gece vakti gemilerini Pera ve Galata’dan dolaştırıp akıntıda yüzdürerek Boğaz’dan Haliç’e indirinceye kadar, kenti aylar boyu sürecek bir kuşatmayla nasıl sıkıştıracaktı, bunu düşünmek geliyor içinden.”
O olay 1453’de değil miydi?
Yüce Han’ın atlası Borges’in Yolları Çatallanan Bahçe’si gibi, Calvino’nun zamanı tüm zamanları içine alan “yekpare bir zaman”.
Calvino’nun Marco Polo’ya söylettiği gibi “Anlatıya yön veren şey, ses değil kulaktır”.
Görünmez Kentler anlatısı benim kulaklarımda bu kez böyle çınladı, benim sesim de sizin kulaklarınıza başka başka ulaşacak kuşkusuz. Ve böylece anlatı yeni anlamlar doğurmaya devam edecek.

 

Diğer Panzehir Dosya yazılarını okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir