BİNBİRDİREK MASALI / Güler Demir
BİNBİRDİREK MASALI
SESSİZLİĞİMİN SESİ
Odamdayım, pencere ardına kadar açık
Dinliyorum sessizliğin sesini;
Rüzgârın sesi, gecenin rengiyle dans ediyor,
Nameler hüzünlü, adımlar yavaşça.
Dinliyorum sessizliğimin sesini;
Arındırıyor bedenimi iç dünyamı,
gecenin sessizliğimdeki sesi.
Sessizliğimdeki ses,
arındırdıkça bedenimi,
Düşlerim aydınlanıyor, nameler şenleniyor…
***
Hışımla geldi,
Buzlu camdan ışık sızıyormuş odasına
Ne yapıyorsun gecenin yarısında, dedi
Öykü yazmaya çalışıyorum, dedim.
Baktı e o şiir, dedi
Kızgındı sesi!
Evet. Şiir, dedim
Eski değil mi o, dedi
Evet, iki bin on dörtten, dedim
Eee, dedi
Belki oradan bir şey çıkar, dedim
Eee, dedi
E-leyip durma öykü nazdır ya, nazlanıyor, dedim.
Öykü olamadı masal yazsam nasıl olur, dedim.
Ben nereden bileyim yazan sensin, dedi.
İki kadının hikâyesi olacak başrolde de sen,
Olayın kurgusu da Binbirdirek’te geçecek
Sessizliğin sesini dinliyor olacaksın, dedim.
Neyi yazarsan yaz beni karıştırma,
şu müziğin de sesini kes, sessizliğimi bozma, dedi.
Zaten dişe gelir yazılacak hikâyen yok ki! Dedim
Senin var mı ki, dedi.
Kızdı. Gitti. Yattı.
Seslendim;
Masalın sonunda gökten üç elma düşecek,
Kızarsan senin başına düşmeyecek,
“Kısmetin de bağlı kalacak”, dedim.
Çok geçmedi az geçmedi,
Duramadı kalktı.
Ne o kalktın mı,
“kısmetin bağlı kalacak” diye, korktun mu? Dedim.
Hı! Hı! Çok korktum, dedi.
Sonbaharın eylülü idi
Eylül’ün ise son günü
Gittiğimiz o tarihi yerde, o günün o gecesinde,
Düğün varmış masalar kuruluyordu, dedim.
Eee… Dedi
Sen de sonbaharındasın ya, gel o gördüğüm düğünü sana kurgulayalım, dedim.
Sen sanki ilkbaharındasın, sadece bir yaş, dedi.
Gülümsedi! Sustu!
Yerebatan’dan küçük olsa da
düğünün Binbirdirek’te,
masalın da, Binbir Gece olmasa da, Binbirdirek olacak, dedim.
Eee… Dedi.
İdare edeceksin, en azından binbiri tutuyor,
Ama e-lemek hı-lamak yok, dedim.
Hayret! Tamam. Tıp, dedi.
Dur! Tıplamaya var daha
Yüzlerce yıl öncesine mi,
Ya da birkaç yüzyıl sonrasına mı
gidelim, dedim.
Düşündü taşındı bir doluya koydu bir boşa!
Çıkamadı işin içinden.
Yüzyıl sonra acaba nasıl olurum, dedi
Yirmi yaşında olacaksın, dedim
Hoşuna gitti.
Yüzyıl sonrası olsun, dedi
Eh işte şimdi yandık!
Geçmişi biraz oradan, biraz buradan, biraz da yazılandan yazarız!
Da;
Yüzyıl sonrasını hayal edip kurmak zor olacak, desem de,
Dedim bir kere sen yaz sabah okurum, dedi.
Güldü. Gitti. Yattı.
Altı aylık bebe oyuncaklar dururken akıllı telefona uzanıyor;
Bir varmış bir yokmuşlarla başlasam, kerevetinle çıksam
Yüz yıllar sonra komik mi olur acaba?
Geçmiş deseydi;
Beyaz atlı prens rüzgâr gibi eserek,
Dağları delerek gelirdi kapıya
Alırdı eyerine götürürdü sarayına.
Da;
Fazlı Paşanın geçkin yaştaki kızı
Bizimki erkek olmasa da
Değilse de serveti bolcana
Gençliğini, güzelliğini kıskanır Binbirdirek’e götürür,
Hapseder, sonra öldürürdü!
Biliyor muydu? Okumuş muydu o da bir yerlerden, tarihin Gevherli’sini.
Biraz öne gelsek on dokuza atlasak,
Gün boyunca ip büker o minicik eller, kalırdı kan revan içinde.
Çok çok eskiye dördüncüye de gidemezdik
Yüzme bilmez ki boğulurdu suyun içinde.
İyi ki eskiyi istememiş.
Geleceği de kestirememiştir!
Gelecek! Gelecek, gelecek mi?
Yüzyıl sonra da ayakta durur mu *çokluğun iki yüz yirmi dördü?
Bugün;
Düğün dernek yapılır direğin bin birinde,
Masaları süslemiş her renkten lale,
Davuluyla zurnasıyla eğlencenin lalesi yine yazılıyor tarihe!..
Gelecek! Gelecek, gelecek mi?
Kahve içip fal mı açsam
Fincanın içine mi baksam;
Ufukta görünen yüz yıl savaşları…
Düğünler, dernekler kana bulanıyor…
Sınırlar… Sınırlar…
Duvarlar… Duvarlar örülüyor,
Denizler… Denizler insanlığı yutuyor, çocukları kıyalara vuruyor…
İnsanlar… İnsancıklar!
Biraz da tabağa bakalım;
Sıkıntı sıyrılıyor,
Eller, eller… Eller havada,
Duvarlar yıkılıyor…
Sınırlar kalkıyor…
Güneş kalplere doğuyor…
Işıl ışıl bütün dünya…
Rüya mı? Ütopya mı?
Bunların çoğunu gösteremem. Yazılanı açamam!..
İndirir tepeme, sofradaki oklavasını!
Yedide anca kalkar,
Yediye dek bir şeyler kurgularım.
Geldik mi, yüzyıllar sonraya?
Işınlama başlamış,
masal yine de düşlerin ışığıymış;
Dünya güzelim,
Renklere sarmalanmış ışık yolu içinde, dinlerken sessizliği
Karşısında birden bire belirir delikanlının biri
Gök kuşağının romantikliği!
Ne bulduysa Mister Spock kulaklı adamda,
Gönül işte ota da..
Son ikiyi silmeli aman aman görmemeli,
Canıma okur alimallah!
Delikanlı bilim insanı
Kulakları hariç, hiç de fena değil, olmaz mı insan âşık.
Bizimki de boş değil çalışır yirmisinde NASA’nın
Binbirdirek’te konuşlanmış Türkiye’sinde.
Gezegenler arası evliliğe sıcak bakmasa da başkan,
Esip, gürlese de,
Hâlâ “kız istemek” de varmış, ne yapsın gelmiş başkana, istemiş kızı…
Niyeti birlikte ışınlanıp varmakmış kendi gezegenine.
Görünce Türkiye Nasa’sını
Öyle imrenmiş ki
Nasa’mızın tekniğini düzenini,
Ülkemizin de sessizliğini!
Kızımız mıdır, sessizlik midir, teknik midir?
Nedir ne değildir bilinmez,
Kızımızla ülkemizde kalmaya karar vermiş.
Gökten elma kokulu şekerler düşmüş
Bekârların başına…
Bitirişi ona okurken elmayla bitireceğim;
Yaşanacak toprağın kalmadığını,
Elmaların olmadığını,
Tüplerin içinde yaşandığını bilmesin.
Başlar, kendi sessizliğini dinlemeye.
2/10/2017/7.01
*4.Yüzyılda Philoksenos tarafından yaptırılan yapıt, 224 sütundan oluşmaktadır.
Türklerin eline geçtikten sonra çokluk anlamına gelen Binbirdirek Sarnıcı olarak
adlandırıldığı söylenmektedir.
“Binbir; Çokluk, çok sayıda” TDK
Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.
