BAŞLAMADAN BİTMELİ BAZEN / Mehmet Tenli
BAŞLAMADAN BİTMELİ BAZEN
Yirmili yaşlarının ortasına yaklaşan her insanın kurduğu bir cümle: “ Artık anneme benzemeye başladım. Babamı şimdi daha iyi anlıyorum.”
Rutini, alışkanlıkları severim. Bunlardan birisi de her hafta daha önce hiç gitmediğim bir yere giderek kitap okumak, birkaç satır yazı yazmaktır. Gideceğim yere yürürken rastgele karar veririm. Karar verirken mekânın ruhu, çalan müzikleri, sakinliği, sessizliği ve tebessüm ettirmesi etkiler beni. Bazen böyle bir yeri bulmak için saatlerce yürürüm. Bu sefer farklı oldu. Yürümeye başladıktan on dakika sonra, neredeyse hiç insanın olmadığı bir sokağa girdim. Her evin önünde çınar ağaçları, rengarenk çiçekler, özellikle lavantalar vardı. Sokağın sonuna doğru yazar isimlerinden oluşan yön tabelalarını gördüm. Tabelada yazan isimler Yaşar Kemal, Mehmed Uzun, Cemal Süreya, Nazım Hikmet… Oldukça ilgi çekiciydi. Yaklaştıkça fark ettim ki o kafede benim gibi kalabalıklardan kaçıyordu. Çünkü ağaçlar arasından zar zor seçilen küçük bir tabelası vardı. Fikret Kızılok’un Gönül şarkısı çalıyordu plakta. Bütün bunları düşününce kafede bir çay içmemek mümkün değildi. Kafe çizimlerle süslenmiş, her gelenin içinden geçenleri yazdığı bir not köşesi olan, rafları kitaplarla dolu, şarkıları plaktan çalan ve güler yüzlü bir hanımefendinin işlettiği bir yerdi. Bir süre etrafı gezindim. Gezdiğim her köşe ben de farklı bir duygu uyandırıyordu. Herhalde bir zamanlar böyle bir kafe açma hayalim olduğu içindir. Rahat bir köşeye geçtim. Sağ tarafımda kitaplık vardı. İçlerinde özellikle dikkatimi çeken ve beni etkileyen kitaplar olması nedeniyle orayı seçmiştim. Güler yüzlü hanımefendi diyeceğim şimdilik. Halen ismini öğrenemedim. Siparişimi sorduğunda çay istedim. Çayım geldiğinde etrafı incelemeye koyuldum. Çalan müziği dinlerken üniversite yıllarımı düşünüyordum ki yan tarafta oturan bir çiftin sohbeti çalındı kulağıma. Zaten tek başınızayken birilerinin sohbetine kulaklarınızı tıkamak pek mümkün olmuyor.
Yirmili yaşlarımda konuştuğum şeyleri şimdi başkalarından duyuyor olmak hem dinlememe hem de biraz düşünmeme, geçmişi hatırlamama sebep oldu.
Bir tarafta çalan müzikler, bir tarafta ben ve düşüncelerim, diğer tarafta kulağıma çalınan cümleler…
-
Bazen eve hiç gitmek istemiyorum.
-
Noldu ya, niye öyle dedin ki?
-
Ne bileyim her gittiğimde babamı görüyorum.
-
Yani?
-
Babamı görmek, gözlerindeki yorgunluğu, çaresizliği, çaresizce görmek ve bunlara rağmen ‘Nasılsın baba?’ diye sormak, o gün aldığım her nefesin boğazımda düğümlenmesine neden oluyor.
-
Çok mu fazla abartıyorsun? Baban o senin, sizin için çabalamasından daha normal bir şey yok ki.
-
Neyse işte, bazen böyle hissediyorum. Boş verelim şimdi beni, sen nasılsın sevgilim?
…………………..
“Neyse işte” ben de böyle söylemiştim ona. Babam, hissettiklerim, çaresizliğim, bütün bunlara bir de anlaşılmadığını hissettiğin bir sevgilinin eklenmesi… Ne gariptir ki ayağa kalkıp o çocuğa olacakları anlatmak istedim. Bak işte görüyor musun? Böyle olacak ileride. Şimdiden vazgeç, bırak ve git demek geliyordu içimden.
Vazgeçtim. Beni meczup zannedecektir zaten geri zekâlı. Yaşasın da görsün anyayı konyayı. Çayım bitmişti. Öfkeliydim hem geçmişe hem de o çocuğa. Kalktım ve çıktım. Mekân sahibinin ismini de öğrenmedim. Öğrenmek istemedim. Not köşesine bir not ekledim:
“ Başlamadan bitsin istedim bu hikâye”.
Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.
