Panzehir Öyküler

 Tuhaf Bir Gün/ Aysel Karaca/ Panzehir Öykü

Halime ‘ye

Tuhaf Bir Gün    

Tuhaf bir gün olacağı başından belliydi.

Yatağımda kollarımı başımın altına alıp uzanmış, boyası yer yer dökülen tavana bakarak geçmişi deşeliyordum. Uykuda mıyım, uyanık mıyım belirsiz.

O sırada karganın biri bahçe katı penceremin pervazına konmuş, gaklayıp duruyor. Susar diye bekledim bir süre, susmadı. Ulan dedim, bir pazarım var lanet olası hayvan, git nerede öteceksen öt. Gitmedi. Kalkıp tozdan kararmış perdeyi araladım, cama tıklattım, bağırdım. Gitmiyor. Pencereyi açtım “Ne istiyorsun yine?” dedim, masum bir çocuk gibi başını öne eğdi. La havle! çektim. İçeriden bir parça ekmek getirip önüne koydum. Ekmeğini kaptığı gibi uçtu.

“ Eee, işte böyle karga kardeş, işi biten arkasını dönüp gidiyor, değil mi!” diye bağırdım. Sonra güldüm kendime, yahu Metin dedim,  iyice tuhaf bir adam oldun. Çık dışarı, iki insan gör de ferahla. Yoksa temelli sıyıracaksın.

Banyoya girip elimi yüzümü iyice ovaladım. Mesai saatleri dışında üniforma gibi kullandığım kot pantolonu çekip aldım sandalyenin üzerinden. Havalar soğumaya yüz tutmuş, nemli ve karanlık günlere iç titreten rüzgârlar da eklenmişti. Rafta duran siyah kazağa uzandım. O sırada kapı çaldı. Kazağımı telaşla başımdan geçirirken kapıya yürüdüm. Kim olabilirdi; pazar günü, bu saatte… Ara sıra şehre yolu düşen ve benim evi pansiyon olarak kullanan bir kısım hısım akrabayı saymazsak- her defasında, “ Ya amcaoğlu bul birini de evlen artık, hayat böyle çekilmez,”  diye nasihat etmeyi ihmal etmeyen tayfa- başka bir gün, başka bir saatte beklediğim biri de yoktu.

Kapı deliğinden baktım, sarışın bir kadın zile hırsla basıp duruyor. Ürkerek geri çekildim. “Kim o” dedim, cevap vermedi. Bir daha çaldı, bir daha sordum, yine cevap yok. Çaresiz açtım. Günün modasına uygun, temiz pak giyinmiş, kısacık sarı saçları jöleyle şekillendirilmiş, hafif bir makyajla boyanmış otuz yaşlarında bir kadındı. Ne meczuba ne de hırsıza benziyordu. Vücudunda belli belirsiz bir seğirme ve masmavi gözlerinden ateşler saçarak bir şeyler geveliyor ancak “ ba, be…” seslerinden öte bir ses çıkaramıyordu.

Birkaç saniye aynı ürkeklikle bakıştık. Derken beni eliyle itekleyerek içeri daldı, ben de arkasından.

Odayı tedirgin bakışlarla süzüyor, bir şeyler arıyor gibiydi. Sonra çok bildik bir şey yaparcasına balkon kapısına yürüdü. Bahçede uzayıp giden kavak ağaçlarına, dökülen yapraklara, kirlenmiş pencere camlarına dikkatle baktı. Gözlerindeki alev daha da şiddetlendi. Ne zaman dikildiği belirsiz, tüm heybetiyle bahçeyi kaplamış incir ağacına yanaştı, kavlamış gövdesini titreyen eliyle okşadı, sokulup öptü.  Yere dökülmüş birkaç inciri toplayıp boynuna çapraz astığı bez çantaya koydu.  Sonra o çakımlı gözler gözümle buluştu. Bildiğimiz türden bakışlar değildi bunlar, varlığı emerek ruhuyla bütünleştirmek, ya da kendini varlıkta yok etmek ister gibi… Başka bir evrenden buraya düşmüş gibi.  Olanı biteni kavramaya çalışırken,  rüzgâra eşlik eden yapraklar içimdeki ürpertiyi çoğalttı.

“ Sigara içebilir miyim?”

Konuşabiliyormuş demek. Cevabımı beklemeden büzüşmüş elleriyle sigarasını çıkarıp yaktı.  Bahçeye, ağaçlara, yerde birikmiş yapraklara, gökyüzüne tekrar tekrar bakmayı sürdürürken yaprak gibi titremeyi de sürdürüyor, kısık kısık soluyordu…

Ne olup bittiğini anlayamamıştım. Kimdi bu kadın, evimde ne arıyordu? Bir açıklama yapsın diye epeyce bekledim; oysa ağaçtan düşmüş bir serçe gibi çırpınırken panikle ileri geri dönenip duruyordu.

Ansızın, unuttuğu bir şey hatırlamış gibi yekindi. Yalpalayarak içeri girdi. İkinci elden alınmış,  tahta bir masa, iki adet köşeleri yenmiş sandalye, televizyon sehpası, kanepe ve küçük bir halıdan ibaret olan eşyalarımı incelemeye koyuldu.

Gözleri  büyük bir acıyla gölgelendi. Belli ki aradığı burada değildi.  Başını öne eğdi. Pelteleşmiş bedeniyle yığıldı eski kanepeye.  Elleriyle yüzünü kaparken sarsılarak ağlamaya başladı. Ne söyleyeceğimi bilemez halde; çaresizdim. Kımıldaman, konuşmadan öylece bekledim. Sonra istemsizce “ Çay, içer misiniz?” dedim.

Şaşırmış gibi kaldırdı kafasını. Gözyaşlarını avuç içlerine sildi. Sarkmış dudağını topladı. Hızla ayaklandı. Montunun yakasını düzeltirken kaybolan ruhu geri dönmüşçesine kocaman gülümsedi.

“ Teşekkür ederim, çayı hiç sevmem.”

Kapıyı açtı, arkasına bakmadan yürüdü.

Lan Metin, dedim…

 

Aysel KARACA

 

Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

2 thoughts on “ Tuhaf Bir Gün/ Aysel Karaca/ Panzehir Öykü

  1. Semiha dedi ki:

    Ne keyifli bir öyküydü. Emeğinize saglik

  2. Aysel Akıllı dedi ki:

    Çok güzel devamını bekleriz

Aysel Akıllı için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Anka kuşunun

kanatları sözcüklerimizi sarmaya geliyor

kapat
Start typing to see posts you are looking for.
Logo
Sidebar Scroll To Top