Savrulmaları Bitmeyen Kalemşör Peyami Safa‘nın Anısına Saygıyla

Bugün 15 Haziran. Tam altmış yıl önce İstanbul’da bir yıldız söndü.

O gün, şiir dışında hemen tüm edebi türlerde (öykü, roman, deneme, fıkra, makale, biyografi, polisiye) sayısız eser kaleme almış, çok başarılı romanlar yazmış, yıllarca gazetelerde çalışmış, dergi çıkarmış,   Türk Edebiyatı’nda yazdığı romanlar ile psikolojik roman geleneğini başlatmış, yaşamını sadece kalemiyle kazanmış, usta edebiyatçı Peyami Safa aramızdan ayrıldı.

O İstanbullu bir yazardır ve aynı zamanda bir İstanbul yazarıdır. Yazdığı öykü ve romanların mekânı İstanbul’dur. O, yayınevlerinin ve gazetelerin idari binalarının bulunduğu Bâb-ı Âli (Babıali, bugünkü Cağaloğlu)  yakınlarında doğmuş, bir arkadaş evinde geçirdiği kalp krizi sonucunda gene İstanbul’da yaşama veda etmiştir.

Son derece üretken bir yazar olan Peyami Safa her yaştan, her düzeyde okura hitap edebilen, güncel olayları işleyen sürükleyici romanlar yazmıştır.

Siyasi yelpazede “muhafazakâr” olarak tanımlanan kesimin dışında kalan grupların 1980’den sonra doğan çocuklarının Peyami Safa’nın adı ile yalnızca ortaokul ve lise yıllarında Türkçe ve Edebiyat derslerinde ödev konusu olarak karşılaşmış olduklarını düşünüyorum.

Ülkemizdeki siyasi kutuplaşma arttıkça hep birlikte çok şey kaybetmekteyiz. Bu ayrışma sırasında edebiyatçılarımızı da “öbür taraftan”  ya da  “bizim mahalleden” diye etiketleyerek, öz kültürümüze yabancılaştığımızı, kültürel birikimimizi kaybettiğimizi düşünüyorum.

Bu büyük kaybı Ahmet Hamdi Tanpınar ile de yaşadık. CHP sıralarında 3,5 yıl milletvekilliği yapmasına ve batı uygarlığından yana olmasına hiç aldırmadan, sadece maziye olan ilgisini öne çıkararak, yazar listemize “eskiye bağlı ve Osmanlı hayranı” olarak kaydettik. Yetmedi!   Kitaplarının yayın haklarını bir şekilde ele etmiş olan muhafazakârlığıyla bilinen bir yayınevinin ve adı geçen çevrenin okur kitlesinin kadirbilirliğine terk ettik.  Ta ki, Tanpınar kitaplarının yayın hakkının kısa bir dönem YKY tarafından elde edilmesine kadar. Birkaç yıllık bu balayı döneminde yeni bir okur kitlesi Tanpınar yazını ile buluşmuş ve Türkçe’nin büyük yazarını tanımış olur. Bir kere baraj yıkılmıştı. Çağının ilerisinde bir fikir ve edebiyat adamını keşfetmiş olan okur, yazarını bir daha terk etmedi. Kitaplarını kimin bastığına, mirasından kimlerin haksız kazanç elde etmekte olduğuna aldırmadı ve Tanpınar’ın kaleminden çıkan her satırı okuyarak, geçmişi ve bugünü yeniden değerlendirmeyi öğrendi.

Peyami Safa örneğinde de benzer bir durumla karşı karşıyayız. Muhafazakâr kesimin dışında kalan özellikle genç okurlar Peyami Safa ile buluşmaya halen oldukça mesafelidir. Türk Edebiyatı’na klasik değerde eserler kazandırmış olan “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”  ile “Fatih-Harbiye” adlı romanları Milli Eğitim Bakanlığı’nın “100 Temel Eser” listesinde yer almış olan Peyami Safa’ya geniş bir okur kitlesinin kavuşması maalesef henüz mümkün olamamıştır.

Foucault | Novel Heroes

Peyami Safa ile Ahmet Hamdi Tanpınar hem çağdaş, hem de arkadaştılar. Neredeyse aynı yaştaydılar. Peyami Safa, Tanpınar’dan 2 yıl önce doğmuş, 6 ay önce de bu dünyaya veda etmişti. Aynı dönemde dergilerde ve gazetelerde öyküleri, makaleleri yayınlanmış, romanları tefrika edilmişti. Bohem hayatın gecelerinde aynı masalarda içkiler içilmiş,  edebiyat, memleket meseleleri konuşulmuş, güzel kadınların hayali ile avunulmuştu. Aynı çevrenin insanları idiler ama aralarındaki tatlı rekabet nedeniyle çok yakın bir dostlukları yoktu. Tanpınar’ın, Peyami Safa’nın ünlü psikolojik romanı “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” için yazmış olduğu “acının ve merhametin yegâne kitabı”  kısa cümlesi dışında bir değerlendirmede bulunmadığı, hatta hazırladığı bir Türk Edebiyatı seçkisinde Peyami Safa’ya yer vermediği bilinmektedir. Peyami Safa’nın da Tanpınar’ın öykü ve romanları konusunda eleştiri ve yorum yazmamış olduğunu, sesiz kalmayı tercih ettiğini Tanpınar’ın anılarından öğrenmekteyiz. Bu yazı için araştırma yaparken, Peyami Safa kitaplarının yayın hakkı konusunda da tartışmalar olduğunu ve kavgalar yaşandığını öğrenince acı acı gülümsedim. Aramızdan ayrılışlarından altmış yıl sonra Türkçe’nin bu iki dev yazarının ömür boyu yoksulluk ve yoksunluk içinde yaşadığını anımsıyor, büyük ustaların sırtından geçinmeye devam edenlerle ilgili haberleri üzülerek okuyorum.

Peyami Safa hayat kavgasına 1-0 yenik başlamıştır. Henüz iki yaşındayken ünlü bir şair olan babası İsmail Safa’yı kaybetmiştir. Hastalıklı ve fakir annesinin geçimine yardımcı olabilmek için henüz çocuk sayılacak bir yaşta Karton Matbaası’nda bir süre çalışan Peyami Safa, daha sonra Posta Telgraf İdaresi’ne girmiş ve 1914 yılında I. Dünya Savaşı’nın başlamasına kadar orada çalışmıştır. 1914-1918 yılları arasında Boğaziçi’ndeki Rehber-i İttihat Mektebi’nde öğretmenlik yapmıştır. Dört yıl çalıştığı bu okulda, hem öğretmiş, hem de kendi çabasıyla Fransızca bilgisini ilerletmiştir. Düyun-u Umumiye İdaresinde de bir süre görev yapmıştır.

Babası İsmail Safa Trabzon kökenli bir aileye mensuptu. Muallim Naci tarafından “anadan doğma şair” olarak anılan İsmail Safa, Abdülhamit karşıtı olduğu için Sivas’ta sürgündeyken veremden ölmüştür. Küçük Peyami, babasının erken ölümü nedeniyle baba dostları tarafından “Yetim-i Safa” olarak çağrılmıştır. Peyami’ye adını da babasının yakın arkadaşı Tevfik Fikret koymuştu.

Peyami Safa sekiz yaşından itibaren kolunda başlayan kemik veremi nedeniyle çok çile çekmiş, on yedi yaşına kadar bu hastalıkla boğuşmuş, kolunu kaybetme noktasına kadar gelmiştir. Yaşadıklarını Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı ünlü romanına neredeyse bire bir taşımıştır. Romanda adı olmayan 15 yaşındaki bir delikanlı bacağındaki kemik veremi ile cebelleşmektedir.

Camdandusler: DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU:YORUM

Peyami Safa bir türlü iyileşmeyen, günden güne kötüleşen hastalığı ve fakirliği nedeniyle Vefa Lisesi’ndeki öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kalmıştır. Oysa babasının yakın arkadaşı göz doktoru, çevirmen-yazar Abdullah Cevdet’in sünnet armağanı olan Fransızca Petit Larousse (Küçük Larousse) adlı ansiklopedik sözlüğü ezberleyerek, kendi kendine Fransızca öğrenebilecek kadar çalışkan, azimli ve zeki bir gençtir. İlk öyküsünü on üç yaşında yazan, okumaya ve yazmaya tutkuyla bağlı olan Peyami Safa Fransızca kaynakları da okumakta, batının kültürel dünyasındaki gelişmeleri büyük bir merakla takip etmektedir. O yaştaki bir gençten beklenmeyecek ölçüde kültürlüdür, düşünceleri olgundur. Felsefeye meraklıdır, çok ve sürekli okuyarak kendini yetiştirmiştir. Fransızca’dan çeviriler yapacak düzeyde bu dile hâkim olmayı başarmıştır. Edebi eserlerin yanı sıra tıp, psikoloji ve felsefe kitaplarını da yoğun bir ilgiyle okumuştur. Farklıdır Peyami Safa, çok yeteneklidir. Eserlerini okuyan doktorlar, yazarın kitaplarında anlattığı hastalıklar ve tedavileri konusunda nerdeyse bir doktor kadar bilgili olduğu konusunda birleşmektedirler.

Peyami Safa çok duyarlıdır, insan ruhunu analiz etmede çok başarılıdır. 1930 yılında yayınlanan Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı yüz on iki sayfalık otobiyografik romanı Türk Edebiyat Tarihi’nin ilk psikolojik romanlarından biri olarak kabul edilmiştir.

Peyami Safa tüm ömrünce yoksulluk içinde yaşamıştır. Hiç bir zaman yeni bir takım elbisesi olmamış, annesi Server Bedia Hanım’ın adından uyarladığı Server Bedi takma adıyla yazdığı piyasa işi romanlarla belki açlıktan ölmemiş ama bütün ömrü boyunca maddi açıdan çok zor koşullarda yaşamıştır. Karısı Nebahat Hanım çok genç yaşta felç geçirerek yatalak olmuş, biricik oğlu Merve’yi de yedek subay öğretmen olarak Erzincan’da görev yaptığı sırada yakalandığı bir karaciğer rahatsızlığı nedeniyle kaybetmiştir.

Peyami Safa Cingöz Recai karakterinin yaratıcısıdır. Arsen Lüpen karakterinden esinlenerek yarattığı bu tipleme okurlar tarafından çok sevilmiş, Peyami Safa da Cingöz Recai’nin çeşitli maceralarını kaleme almıştır. Yazarımız Server Bedi imzası ile 1914’ten 1961’e kadar Cingöz Recai’nin de aralarında bulunduğu 61 roman kaleme almıştır. Bu adla yazdığı eserler arasında en sevilenler Cumbadan Rumbaya (1936) adlı roman ve  Cingöz Recai serisidir. Peyami Safa da bir röportajında Server Bedi imzalı eserlerinden en çok Zıpçıktılar, Hey Kahpe Dünya, Cumbadan Rumbaya ve Cingöz Recai’nin bazı maceralarını sevdiğini belirtmiştir.

Server Bedi imzası ile yazmış olduğu romanlar zamanın edebiyat dünyası” tarafından “piyasa işi” olarak görülerek aşağılanmıştı. Ancak iyi bir yazarın elinden kötü kitap çıkmayacağını düşünen kimi yorumcular ise bu eleştiriye katılmamış,  çoğu polisiye türünde olan, bazen de kadın erkek ilişkilerini anlatan bu macera romanlarını “Halk Romancılığı” kapsamında değerlendirmiştir.

Ötüken Yayınları Seval Şahin’in danışmanlığında yürüttüğü Peyami Safa külliyatını toparlama projesi kapsamında Cingöz Recai serisini Nisan 2020’de yeniden yayınlanmıştır. Yayınevi yazarın Server Bedi adıyla yazdıkları dâhil tüm romanlarını, hatta gazete ve dergilerde kalmış öykülerini, yazılarını toparlayarak yeniden yayınlamaya başlamıştır.

Gazeteciliğe çok erken yaşlarda başlayan Peyami Safa kırk üç yıl boyunca ara vermeden köşe yazısı yazmıştır. Dert dinleme köşesini okurlarla tanıştıran ilk kişidir. Haftalık olarak yayımlanan “Yeni Hayat” dergisindeki “Aramızda” adlı köşesinde “Adem Baba” ismiyle, gelen mektupları cevaplandırmıştır.

Piyano Muallimesi adlı ilk öyküsünü 1910 yıllında henüz on iki yaşındayken yazmış birinden söz etmekteyiz.  Bu dönemlerde yayımladığı “Sakın Bu Kitabı Almayın” adlı ilk hikâye kitabı adından ötürü merak uyandırmış ve birkaç gün içinde tamamı satılmıştı. Kitabın adı bugün ancak pazarlama dehalarının önerebileceği bir çekiciliğe sahipti.

Peyami Safa 1914-1961 yılları arasındaki yazın hayatında kendi imzası dışında Server Bedi, Çömez, Serâzâd, Safiye Peyman ve Bedia Servet gibi takma adlarla sürekli yazılar, romanlar yazmıştır. Farklı isimler altında yüz kırk roman yazdığı iddia edilmekte, dergi ve gazetelerde kalmış 500’e yakın yazısı olduğu bilinmektedir.

Yaşamı boyunca, ara vermeden eser üretmesini, “yaratıcı sefalet” olarak niteleyen Peyami Safa, bir yazısında, “Fakirlik ve hastalık dirilticidir. Korkutur ve iradeyi kamçılar. Uyuklayan enerjileri ayaklandırır. Başarmak için korku da ümit kadar şarttır. İnsana, fakirliğin ve insanlığın öğrettiklerini hiçbir okul ve kitap veremez.” ifadelerini kullanmıştır.

Vikipedia sitesinde Peyami Safa üzerine diğer yazarların aksine çok ayrıntılı bir tanıtım ve değerlendirme yazısı bulunmaktadır. Yazarımızın yaşamı, dünya görüşü, edebi kişiliği ve eserleri hakkında uzun açıklamalar yapmak yerine söz konusu yazıyı okumanızı öneriyor ve linkini bu yazının sonuna ekliyorum.

Ancak, tam burada biraz durmak ve yazarımızı anan bir saygı duruşu olan bu yazıya neden “Savrulmaları Bitmeyen ve Kalem Savaşları Dinmeyen“ ifadesi ile başladığımı açıklamak istiyorum.

İlk gençlik yıllarında babasının arkadaşı olan Abdullah Cevdet’in etkisiyle pozitivist ve materyalist dünya görüşüne yakınlık duyan Peyami Safa, kısa ömründe, komünist, liberal, Kemalist, milliyetçi, faşist, antikomünist olarak anılmıştır. Savrulmaları hiç bitmemiştir. CHP listesinden Bursa milletvekili olmak istemiş, kazanamamış, Demokrat Parti’ye ve Adnan Menderes’e yakınlaşmıştır. Büyük şairimiz Nazım Hikmet’le yakın arkadaş olmuş, onunla aynı gazete ve dergilerde yazmış, “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” adlı romanının ilk baskısını Nazım Hikmet’e ithaf etmiştir. Ancak birbirlerinin siyasi fikirlerini etkileme çabaları aralarındaki dostluğu bitirmiş, derin bir düşmanlık yaratmıştır.  Bu düşmanlık yıllarca süren bir kalem savaşına (kalemşörlük) yol açmıştır.

Peyami Safa Cumhuriyet Dönemi’nde gerçekleşen Harf Devrimi’ne ise tıpkı Ahmet Hamdi, Tanpınar gibi kuşaklar arasında kültürel kopukluklara neden olacağını düşünerek endişeli yaklaşmış, fakat ilerleyen dönemde harf devrimini desteklemiş ve dil kurultaylarına katılmıştır.

Peyami Safa en büyük kırılmalarından birini II. Dünya Savaşı sırasında yaşamış,  baba dostu Abdullah Cevdet’in İngiliz yanlısı tutumunu benimsememiş, Fransızları da İngilizlerin işbirlikçisi olarak değerlendirmiş, Almanya yanlısı yazılar kaleme almış ve tek şefli bir düzeni savunmuştur. II. Dünya Savaşı döneminde Peyami Safa’nın siyasi görüşünde oldukça büyük değişimler olmuş, milliyetçilik, Turancılık konularındaki düşünce ve yaklaşımlarında farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bu dönemde mistisizm, parapsikoloji ve metapsişik konulara ilgisi artan Peyami Safa’nın düşünce yapısındaki değişiklikler bu dönemden sonra yayınladığı romanlarına ve yazılarına da yansımıştır.

Peyami Safa, çağın düşünce akımlarıyla ilgilenmiş, siyasal sorunlar karşısında tavır almış, kendisi gibi düşünmeyenlerle Türk basınında derin izler bırakan çok sayıda polemik içine girmiştir. Türk basın tarihinde “Saman Ekmeği Kavgası” olarak geçen ilk büyük kalemşörlük macerasını Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile yaşamıştır.  Bu kavgadan sonra Nazım Hikmet ile karşılıklı yazılarla ve manzumelerle uzayan bir tartışmaya bodoslama dalmıştır. Polemik yaşadığı, kalem kavgası yaptığı diğer yazarlar şunlardır:  Ahmet Haşim, Yahya Kemal,  Cenap Şehabettin, Necip Fazıl Kısakürek, Nurullah Ataç, Aziz Nesin, Doğan Nadi, Çetin Altan, Sabiha ve Zekeriya Sertel.

Nâzım Hikmet'in "Memleketimden İnsan Manzaraları"nı Yeniden Okurken – 5 | Mevzu Edebiyat

2016 verilerine göre Peyami Safa hakkında en az 12 doktora ve 54 yüksek lisans tezi yazıldığı bilinmektedir. Sözde Kızlar (1924, 1968, 1990) , Cingöz Recai (1954, 1968, 2017), Cumbadan Rumbaya (1960), Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1967), Sabahsız Geceler (1968), Alnımın Kara Yazısı, Selma ve Gölgesi (Gölge-2008), Canan (2012), adlı romanları sinemaya uyarlanmıştır.

1985 yılında Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanından TRT 1’de aynı adla yayınlanan bir dizi çekilmiştir. Fatih- Harbiye (1990-2013),  Yalnızız (1992), Cumbadan Rumbaya (2005) adlı romanlar da televizyon dizisi olarak yayınlanmıştır.

Yazın hayatına çoğu yazar gibi öykü yazarak başlamış olmasına rağmen Peyami Safa’nın öykücülüğü öne çıkmamış, daha çok romanları ile tanınmıştır. Hatta Peyami Safa üzerinde akademik çalışma yapanlar öykücülüğü ve biyografi yazarlığı üzerinde pek durmamıştır. Öykülerinde romanlarını anımsatan konulara yer vermiş, toplumdaki değişimi, yozlaşmayı, kadın erkek ilişkilerini, hırsız ve dolandırıcıları öykülerine taşımış, gözlemci ve araştıran bir üslûp benimsemiştir.

Peyami Safa yazın hayatı boyunca Doğu-Batı sentezine inanmış, ömrünün sonuna kadar makalelerinde ve romanlarında bıkmadan, vazgeçmeden bu konuyu işlemiştir. Doğu Batı ayrımını roman karakterleri üzerinden başarıyla anlatmıştır.

Doğu-Batı sentezinin gerekliliğini savunan Peyami Safa, bu konuda şu yaklaşımı savunmuştur: “Aramızda müfritler müstesna, hepimiz hem Doğulu hem de Batılıyız. Doğu- Batı sentezi bizim yani bütün insanların tarih ve ruh yapısı kaderimizdir. Doğu ile Batı arasındaki mücadele her insanın kendi nefsi ile mücadelesine benzer. Bunların sentezi insanın var olmak için muhtaç olduğu vahdetin ifadesidir. İnsan bütünlüğünü ve tamlığını ancak bu sentezde bulabilir.’’

Eleştirmenler Peyami Safa’nın romanlarını insan psikolojisini tanıma, çözümleme, kurgu, anlatımın akıcılığı, dilinin kıvraklığı açısından başarılı olarak değerlendirmiştir. Bir kısım edebiyat eleştirmeni ise Peyami Safa’nın romanlarında kendi siyasi görüşünü ve toplumsal konulara bakış açısını fazla öne çıkarmış olduğunu düşünmektedir.

Söze başlarken, toplumda kimi kesimlerin Peyami Safa’yı zorunlu ödev konusu olması dışında hiç okumadığından, tanımadığından söz etmiştim. Bunun bir nedeninin yukarıda değindiğim gibi toplumdaki keskinleşen ayrışmanın edebiyatı da kapsamasından ileri geldiğine inanıyorum. Bana göre aynı derecede vahim bir diğer nedeni de görüşlerinize sunmak istiyorum.

Peyami Safa’nın psikolojik romanı “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” orta öğrenimde altıncı sınıftan itibaren Türkçe Edebiyat derslerinde okuma ödevi olarak verilmektedir. Kitabın, bakanlığın 100 Temel Eser listesinde yer alması ve yüz on iki sayfadan ibaret kısa bir kitap olduğu için kolay okunabileceği düşüncesiyle küçük yaştaki öğrencilere ödev olarak verilmesini doğru bulmuyorum. Kitabın kısa olması ve kahramanın on beş yaşında olması bu romanın 11-14 yaş aralığındaki çocuklar tarafından ilgiyle okunması ve anlaşılması için yeterli olduğunu  düşünmüyorum.

Bacağındaki kemik veremi ile uğraşan fakir ve kimsesiz gencin derin ümitsizliğine tanık olmak, öyküde mutlu bir son, bir çıkış yolu görünmemesi, romanın baştan sona bir acı ve ümitsizlik hikâyesi olması genç okuru zorlayacak niteliklerdir. Ayrıca yaranın temizlenmesi ve yeniden kapatılması sahnesi ile  gencin çektiği fiziki acıların ve korkuların anlatıldığı satırların bu yaş grubuna  sevimli ve çekici gelebileceğini sanmıyorum.

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu - Peyami Safa | kitapyurdu.com

On beş  yaşındaki hastalıklı gencin kendisinden dört yaş büyük paşa kızına duyduğu tutkulu aşkın ve aralarındaki ilk cinsel uyanışların anlatıldığı paragrafların da ortaokul öğrenciler için uygun olmadığını düşünüyorum. Henüz duygu ve düşünceleri yeterince gelişmemiş, olgunlaşmamış çocukların ilk karşılaştıkları Peyami Safa romanının ağır fiziki ve psikolojik acılarla dolu bu roman olması, çocukları Peyami Safa’nın diğer kitaplarından da uzak tuttuğunu düşünüyorum.

Peyami Safa’nın Fatih Harbiye adlı romanı da üniversitenin ilk yılındaki Türk Dili ve Edebiyatı dersinde ödev konusu olmaktadır. Doğu Batı tartışmasının ana eksenini oluşturduğu bu romanın kahramanları gençlerdir. Kızımın zorunlu ödevi nedeniyle bu romanı yıllar önce incelemiştim. Ancak çok etkileyici, edebi değeri yüksek ve ilginç bir eser olarak hatırlamıyorum. Bu romanın da, 100 Temel Eser arasında olması nedeniyle öğrencilerin okumasının önerildiğini düşünüyorum. Diğer yandan edebiyat eleştirmenleri Peyami Safa’nın en iyi 3 romanının Yalnızız (1951),  Matmazel Noraliya’nın Koltuğu (1949) ve Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1930) olduğu hususunda birleşmektedir. Üniversite öğrencilerine ödev konusu verilirken edebiyat tarihçilerinin ve eleştirmenlerin değerlendirmelerinin de dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum.

Ortaokul çağındaki öğrencilerine kitap öneren öğretmenlerimizin belli siyasi düşüncelerle ya da bazı yazarları ve yayınevlerini desteklemek amacıyla belirlenmiş olan zorunlu okuma listeleri dışına çıkarak, çocukların yaşlarına, algılarına uygun olan eserleri önerme özgürlüğüne sahip olmaları gerektiğine inanıyorum.

Son bir söz olarak; edebiyatı seven ve iyi kitap okumak isteyen okurları hep birlikte düşünmeye davet ediyorum: Öykü, roman, şiir, oyun, deneme yazan, edebiyata emek veren, dilin gelişmesine ve kültürel zenginliğe katkı sağlayan ama muhafazakâr olarak bilinen insanlarımızı “öteki mahallenin yazarı” olarak tanımlama yanlışından nasıl kurtulabiliriz. Siyasi yelpazenin hangi tarafında olduğuna takılmadan edebiyatçı kimliklerini öne çıkararak, geniş kitleler tarafından okunmalarını nasıl sağlayabiliriz?

Bu ütopyayı başardığımız anda ülkemize çöreklenmiş olan cehaletin belini de kırmaya başlamış olacağımıza inanıyorum.

Peyami Safa’nın yaşamına, düşünce yapısına ve eserlerine yakından bakmak için bu linkin ziyaret edilmesi önerilmektedir.  https://tr.wikipedia.org/wiki/Peyami_Safa

Birsen Karaloğlu

9 thoughts on “Peyami Safa‘nın Anısına Saygıyla/ Birsen Karaloğlu

  1. Melek Koç dedi ki:

    Sevgili Birsen hanım, Peyami Safa ile ilgili bu kapsamlı çalışma için teşekkürler. Bu ayki yazılar için ben de Safa’yı düşünmüş ama vakit bulamamıştım. İyi ki yazmamışım, siz o kadar mükemmel anlatmışsınız ki, benimki yayınlanmazdı zaten. Yazınızda değindiğiniz 100 temel eserler için sizinle aynı fikirdeyim. Öğretmenler alınmasınlar ama kitaplar konusunda bazıları çok duyarsız ve ilgisiz… Geçen yıllarda “Yazarlar Okullarda” projesi gereği pek çok okulu talep üzerine ziyaret ettiğimde nelerle karşılaştığımı tahmin edemezsiniz. 11 yaşında bir çocuğa “Benim Adım Kırmızı” romanı ödev olarak verilir mi Allah aşkına? (Bu arada kitap sevgisi ve bilinci içinde olan öğretmenlerimizi tenzih ederim) Bu arada “öteki mahalle yazarları” tanımınıza bayıldım. Öyle çoklar ki maalesef…

  2. Birsen Karaloglu dedi ki:

    Sevgili Melek Hanım merhaba,
    Çok alçak gönüllü bir Hanımefendisiniz. Sizin ban göre çok daha güçlü, etkili ve vurucu bir kaleminiz var. Ben sadece uzun yazıyorum.

    Bakış açılarımızın ve duygularımızın benzer olmasına çok sevindim. Sizi ve kaleminizi çok önemsiyorum. Edebiyata yolculuğumuz hiç bitmesin. Bu güzel kesişmelerin yolculuğumuzu zenginleştirmesini diliyorum. sevgiyle,

  3. Ali İhsan Tunçağıl dedi ki:

    Kalemine sağlık arkadaşım. Çok güzel anlatıyorsun…

    1. Birsen karaloğlu dedi ki:

      Çok teşekkür ederim değerli arkadaşım. beni onurlandırmaktasınız. Sağ olunuz. Sevgiyle selanmlıyorum.

  4. Sevgili Birsenciğim, üretken, dinamik , detaycı kaleminle dergiye, okuyucuya ve yazarlarımıza büyük katkı sağlıyorsun, kutlarım. Bir eklemem olacak: 100 Temel Eser listesi artık yürürlükte değil, öğretmenlerin sorumluluğuna bırakılmış. Sevgiler

    1. Birsen karaloğlu dedi ki:

      Ah kıymetli Hocam, sizden övgü almak “pekiyili karne” almaya benziyor. Sağ olunuz. Ne yapmak istediğimi o kadar güzel tanımlamışsınız ki, ben daha iyi ifade edemezdim. Bir yararım olduğuna inanmak isterim.

  5. Mehtap Hamzaoğlu dedi ki:

    Birsen Hanım, kaleminize emeğinize sağlık. O kadar güzel anlatıyorsunuz ki insanda tekrar tekrar okuma arzusu doğuyor. Edebiyat yolculuğunuz hiç bitmesin

    1. Birsen karaloğlu dedi ki:

      Çok teşekkür ediyorum. Vakit ayırıp, okuduğunuz ve yorum yazdığınız için çok duygulandım. Sizin gibi değerli genç kadınlarımıza da ulaşabiliyorsam ne mutlu bana. Gözlerinizden sevgiyle öpüyorum.

  6. Birsen Karaloglu dedi ki:

    Çok teşekkür ediyorum. Okur olarak hep birllikte edebiyatın var olmasına çok önemli bir katkı sağladığımızı düşünüyorum. Bugünün tüketim hızında hala kitap okuyanlara selam olsun. Sevgiyle.

Birsen karaloğlu için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir