peri kapak
Mehtap Sağocak

PERİ

Sabah gün ağarırken, mesleki bir sempozyuma  katılmak üzere, Anadolu’nun kalbine doğru yola çıkmıştım.

Saatlerdir araba sürmekten tüm eklemlerim tutulmuş, gözlerim kanlanmış, dilim damağım kurumuştu. Yol boyunda gördüğüm ilk dinlenme yerinde durma niyetiyle bakınırken, “Yeşillim – Köy Kadınları Dayanışma Derneği” tabelasının çağrısına uydum ve ok yönünde saptım. Kır kahvesi görünümüne sahip, ahşap direkli çardağın gerisinde, kırmızı çatısında bacası tüten, pencereleri buğulanmış dikdörtgen yapının önünde park ettim. Yorgun bedenimi esnettim, serin ve temiz havayı ciğerlerime doldurdum ve kasım soğuğuna rağmen, çardakta oturan, çay sigara molası verdiklerini düşündüğüm gençlerin yanından geçip, çıngıraklı yeşil kapıyı itip girdim. İçerde, cam önündeki masaların birinde oturan çocuklu genç bir aile dışında müşteri yoktu. Uzunca bir bankoyla ayrılan mutfak bölümü açıktı ve başları bir örnek yeşil yazmayla bağlı dört kadın dikkatimi çekti. Biri gözleme açıyor, biri bulaşık yıkıyor, biri çayı demliyor, biri de camlı bölmedeki, salataları, tatlıları düzenliyor, kasaya ve yanındaki hediyelik ürünlerin satışına bakıyordu. Güler yüzlü bir karşılamayla buyur edildim. İçeri girer girmez,  renkli çiçekli kumaş kaplı minderleriyle düzenlenmiş şark köşesini gözüme kestirdim. Köşeye yerleştim, sırtımı dayadım, bacaklarımı gerdim ve sobadan yayılan sıcaklığın keyfine vararak, ellerim ensemde birkaç saniye gözlerimi kapattım.
“Periii, müşteri geldi. Sipariş alır mısın!” diyen bir sesleniş çalındı kulağıma. Gözlerimi açıp, sipariş almak üzere yanıma yaklaşan genç kadını gördüğümde ise belli etmemeye çalıştığım bir anlık bir şaşkınlık yaşadım. Rastalı uzun kırmızı saçlarını geriye attığında, boynundaki kelebek dövmesi, kırmızı kazağının yakasının üstünden açığa çıkan Peri, beyaz tenli, ince kemikli yüzünde ışıldayan iri yeşil gözlerindeki samimiyetle,
“Hoş geldiniz, yorulmuşa benziyorsunuz. Ne verelim size?” diye sordu. Sesi, görüntüsüne uymayan bir şekilde, kısık ve çatallıydı. Otuz yaşında var yoktu. Yeşil yazmalı köy kadınlarından farklıydı. O, yeşil yazmasını, desenli şalvar modelli pantolonun beline bağlamıştı. Benim gibi büyük şehirde yaşayan ve türlü insanla temas halinde olan bir hekim için bile sıra dışı bir tipti. Bu yörenin insanı olmadığı belliydi, merakımı uyandırmıştı. Menüye şöyle bir göz gezdirip:
“Sormayın, bir psikiyatri toplantısına yetişmem gerektiği için saatlerdir araba kullanıyorum. Yoruldum ve acıktım doğrusu. Patatesli bir gözleme ve çay alayım” dedim. O, olumlayan bir baş işaretiyle adisyon açarken, ben de “Ne güzel, ne şirin bir yer burası böyle” diyerek bir sohbetin yolunu açmak istedim. “Sağ olun, Köyümüzün kadınları, kendi emekleriyle işletiyor burayı üç senedir. Hem üretiyorlar, hem de dönüşümlü olarak burada çalışıyorlar. Aile bütçelerinin yanı sıra, köyün tanıtımına da katkı sağlıyorlar” dedi düzgün bir Türkçeyle. “Örnek bir girişim” dedim ve “Siz de mi bu köydensiniz?” diye sordum merakımı yenemeyerek. Gözbebeklerindeki yeşil ışık perdelenirken “Yok “dedi. “Ben güneyden, Akdeniz sahillerinden geldim.” Ben: “Kalabalıklardan köylere kaçmak, herkesin hayali. Siz şanslılardansınız o halde” deyince “ Pek öyle değil. Benim gelişim biraz farklı oldu.” dedi; ilgili bakışımı görünce devam etti: “Turistik beldelerde, dövmecilik yaparak geçiniyor, yalnız başıma yaşıyordum. Yaşamaya çalışıyordum diyelim… Kötü alışkanlıklarım, bağımlılıklarım da vardı. Sonra bir adamı sevip, onunla buralara geldim…” dedi. Ben biraz da mesleki dürtüyle dinlemeye ne kadar meraklıysam, o da anlatmaya hevesliydi sanki. “Buraya gelin geldiniz demek…” derken, gaf yaptığımı fark edip, kızdım kendime: ‘gelin gelmek ne demek yahu, sana ne el âlemin medeni durumundan, özel yaşantısından!’… Peri, benim bu iç konuşmamdan habersiz, acı bir gülümsemeyle: “Bir yuvanın hayalini bile kuramadan terk edildim maalesef. Beni burada köyünde bırakıp çekip gitti” dedi; “Ne param, ne tanıdığım vardı, annesi de istemedi beni. Ortada kaldım. Fatma Ana’nın kapısından köy kadınları aldılar beni, sahip çıktılar bana. Korudular, iyileştirdiler. Haklarını ödeyemem” diyerek, çalışan yeşil yazmalı kadınları işaret etti. Umursamaz bir gevezelikle anlatıyor gibi görünse de, yabancı, Batılı bir hemcinsine, hem de bir psikiyatra hikâyesini anlatmak iyi geliyor gibiydi. İçten içe, dışarıdan görünen ayrıksılığının altındaki zorlu mücadelesinin bilinmesini, desteklenmesini ve onaylanmayı istiyordu belki de.
Şaşkınlık ve takdir dolu mimiklerle dinliyordum. Benimle fazlaca oyalanınca bankodan seslendiler: “Peri, masanın hesabını alıver…”. Eliyle tamam işareti yapıp, bana da “İzninizle… birazdan siparişinizi getirim” diyerek, diğer masaya yöneldi. Az sonraysa gözleme ve çayımı servis ediyordu. “Teşekkürler Peri Hanım… Hikâyeniz etkileyici, çok takdir ettim azminizi. Kendiniz gibi isminiz de çok güzel bu arada” dedim dostane bir tavırla. Hoşuna gitti, rahatladığını hissettim; “Adım Perihan aslında ama buraya geldiğimde Fatma Ana bana bakıp ‘ Abaaam, şuna da bah, coğ gözlü cin misin, peri misin, sen nidiyon burada gızııım? Buralar sana göre değeldir, zarlanın sen burada. Tey şurda gapı, var git sen yoluna, heç gerneşme  buralarda sen…” demişti, hiç unutmam. O zamandan bu zamana adım köyde Peri bilindi. Rahmet olsun, öldü gitti kadıncağız üç ay önce.” diyerek ellerini açtı. Ne diyeceğimi bilemedim, sessiz ve hüzünlü gülümsedim. İşine döndü, mutfakta kayboldu bir süre. İç Anadolu ağzıyla yaptığı aktarım hoşuma gitmişti. Buraların insanıyla kaynaştığının, aidiyet hissettiğinin işaretiydi bu bana göre. Bu genç kadın, buranın insanları için garip, alışılmadık bir yaşamın içinden gelmiş ama yeşil yazmalı köylü kadınlar tarafından kızıl rastalı bir peri olarak kabul edilmiş, hatta sahip çıkılarak şifalandırılmıştı. Artık bir evi, işi ve güçlü, akıllı, cesaretli kadınlardan örülü bir kalkanı vardı. Gözlerim onların üzerinde saygıyla gezindi. Kadın olmakla gurur duydum bir kez daha. Kadın demek, azim, emek, mücadele, sabır ve fedakârlık demekti. Her türlü zorluğun üstesinden gelirdi isterse, hele ki güç birliği yapar, birbirine omuz verirse…
Karnım doymuş, vücudum dinlenmiş, içime de umut ve iyimserlik dolu bir sıcaklık yayılmıştı. Canım oradan ayrılmak istemiyordu. Gideceğim bilimsel toplantı dahi önemini yitirmişti o an. Pencereden yansıyan tabeladaki “dayanışma” kelimesinin önünden görüş açıma giren kırmızı siluetini görünce seslendim: “Peri Hanııım…”. Saçlarını eliyle tek tarafa toplayıp, yeşil ışıklı, güvenli bakışlarıyla döndü bana, boynunda açığa çıkan kelebek canlandı ve özgürce havalandı sanki o an. Dudağımın kenarına yerleşen bir gülümsemeyle boşalan bardağımı işaret ettim:  “Bir çay daha alabilir miyim lütfen?”

 

Panzehir Öyküler için buraya tıklayabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazımızı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

2 thoughts on “PERİ / Mehtap Sağocak

  1. Hulya Duman dedi ki:

    Icimi ısıttı doğrusu.. elinize sağlık iyi ki yazmışsınız, umut oldu

  2. Şevkiye dedi ki:

    Ellerinize yüreğinize sağlık çok güzel yazmışsınız Hocam. O kadar güzel tasvir etmişsiniz ki kendimi orada hissettim.

Hulya Duman için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir