Oğuz’a Mektup

Canım Oğuz, özlemle ve aşkla merhaba,

Bugün ölüm gününmüş… Sahi sen öldün mü!

Bir arkadaşım, Oğuz hakkında yazdığın yazıyı dergide paylaşalım mı, deyince fark ettim. Öyle bir yazım yok… Şaka değil gerçekten yok.

Hakkında pek çok yerde canlı, cansız pek çok lakırdı eden sen, yani ben; hakkında yazdığım küçücük bir yazıyı saymazsak, aşığım dediğin yazar hakkında kalem oynatma, olacak iş mi? Olmuş Oğuzcuğum, olmuş. Meğer senin hakkında bildiğim, okuduğum, düşündüğüm, hayal ettiğim, kurduğum ne varsa hepsini zihnime yazmışım…

Tavan arası sevdiğim bir yerdir bilirsin. Sen de severdin biliyorum…

Gün bugünmüş, kalktım sana mektup yazdım…

Ben hep böyleyim, olmayacak zamanlarda olmayacak işlere girişirim.

‘Evet efendimiz akşama bir Zoom toplantınız vardı, ona hazırlık yapacaktınız.’

Evet,  ama bu da önemli bir iş, hatta bu çok daha önemli bir iş.

Neyse canım Oğuzumm, 12 Ekim 1936’da İnebolu’nun denize yakın, ahşap konaklarından birinde dünyaya gelmişsin, deden adını kulağına üç kere üflemiş… Oğuz, oğuz, oğuz…

O sıralarda Süleyman Kargı denen kişi de seninle birlikte doğmuş diyorlar ama arkeologlar bunu henüz kanıtlayamadı…

Baban kasabalı bir memur, annen İstanbullu gencecik, taze, dal gibi bir kız imiş. İnceden inceden ona ekmek, peynir doğrarmış… Baban görürgörmezvuruluvermiş…  Gel zaman git zaman kuşu kafese oturtmuş.

Çoban baban, prenses anan, olur mu lan hayvan! der gülerdik, o meşhur piyesi birlikte izleyebilseydik… Ya da bütün tarla kuşlarının Allah belasını versin, der, sabaha dek içer, içer, ağlardık… ‘Efendimiz, şaşkın okur; yazar ne saçmalıyor, diyor içinden’.  Biliyorum Olric, ama olsun Oğuz beni anladı…

‘Peki, efendimiz…’

Rahat bırakmıyor ki yazayım.

Oluyor işte Oğuzcum, hayatta böyle şeyler hala oluyor… Kimin kimi anladığını zaman biliyor, insan bilmiyor… Halit Refiğ’e yazmıştın ya, senden başka konuşacak kimsem yok, diye. Kızma ama onun da seni anladığını pek sanmıyorum.

Ne diyordum, ha içer içer ağlardık. Biten sevgilere lanet ederdik… Sonra sen o şahane fıkralarından birkaçını anlatırdın, ağız dolusu gülerdik. O da yetmezse gece vakti Beyoğlu turuna çıkardık, belki yolda Nazım’la karşılaşır, ona 19 Yaşım şiirini okurduk, olmadı arkasından avaz avaz haykırırdık; “Yıldızlara iyi bak delikanlım! Yıldızlara iyi bak!” duyardı belki biz kim bilir…

O da olmazsa Pera’da kızlara laf atar, arkalarından ıslık çalardık… Olur mu öyle şey deme, oluyor… Böyle şeyler hala oluyor…

Kızlar biraz sersem işte biliyorsun, bacaklarına bakarak türküler yakan erkeklere şıp diye âşık oluveriyorlar… Bunlar eveekmekegetirenadamalardan olur mu demeden, tutuluveriyorlar. Sonra da şıp diye çocuk yapıyorlar…

‘Efendimiz yine oldukça saçma lakırdılar ediyorsunuz.’

Herkesin saçmalama hakkı var Olric,

‘Herkesin mi, efendimiz?’

Sulandırma meseleyi,

‘Peki efendimiz…’

Tıpkı senin gibi Oğuzcum… Sen de oldukça saçmalamış,  önce evlenmiş, sonra çocuk yapmıştın da dördüncü Hikmet buna çok kızmıştı. Sevgi sadece ikinci Hikmet eve gelsin, diğerleri kapıda kalsın istiyordu. Oysa sen her gece biriyle giriyordun kapıdan içeri. Sevgi gittikçe içine kaçıyordu, sen de…

Google senin için Doddle açmış, görseydin eminim; Olric, gördün mü başımıza gelenleri derdin. Hatta belki de insanın başına iyi şeyler de gelebiliyormuş, bilseydim ölmezdim, bile diyebilirdin. Ama öldün işte…

Canım Oğuz, sen gideli her bir şey daha da çekilmez oldu buralarda. Senin Ubor Matengacılar yeni bir tarikat kurmuşlar. Adına da Ubor Corona demişler. Hepimiz oturduk Corona’yı bekliyoruz. Ben de senin gibi önce bu tarikata mektup yazmayı denedim ama mektubu nereye göndereceğimi bilemediğimden vazgeçtim.

Şaşılacak şey canımm Oğuz, hepimiz senin gibi aylarca evde oturup pencereden gelip geçen mevsimleri izledik. Bahar bitti, kış kapıda… Oysa bir bahar akşamı tanışmak seninle, kışa doğru salınmak vardı zamanda. İnanmazsın siyah- beyaz albümleri döktük ortalığa. Eski defterleri, kitapları, giysileri ayıkladık günlerce. Mektupla öğretime yazıldık. E-dünyada, e-kurslara kaydolup onlarca e-sertifika sahibi olduk. Milli Piyango ne idüğü belirsiz bir şeye dönüştü, ne bankadan arandık ne de voleyi vurduk…

Bakkal çırağı, getirciler hepimizin evini öğrenmişler, ölmeyelim diye bize her gün ekmek-su-şarap taşıdılar. Ölmedik… Ölmemiş dostlarımıza emesen yoluyla mektuplar yazdık.

Bakkal çırakları mı, ha Corona ilk tehdit mektuplarını onlara yazmıştı ama umursayan olmadı. Sonra Doktorlara ve hemşirelere sıra geldi. Onların başına gelenler ilk günler rahatsız eder gibi oldu kimilerini ama sonra ona da alıştık. Görmez, duymaz olduk. Ölenin yerine yenisini imal ediyorlar nasılsa, sistem çok hızlı işliyor artık.

En çok kafa yorduğun eğitim meselesini de kökten çözdük, canım Oğuz. Eğitimi kapattık gitti. Katılamadığın jimnastik dersleri için artık kimse üzülemeyecek, katılacak ders kalmadığından üzülecek çocuk da bulunmayacak… Kimse kimsenin sırtına binmeyecek… Senin üzerine kitaplar yazdığın, Ülkemizin Sınırları, meselesi ise televizyonlarda parodi olarak gösterilecek, dileyen çocuklar oyuna kurşun asker olarak katılabilecek. IV. Hikmet, Fransız Devrimi’ni yeniden yapmayacak. İngilizlere gıcık olduğundan Rus ordusuna yazılmaya karar vermiş, Azerbeycan’a savaşa gidecekmiş. Balkondan atladığı da yalanmış, haberin ola. Düşüş dediği bambaşka bir şeymiş. Onu ikinci mektupta anlatacağım.

Üzüldüğün üzere; İnsanlar aralıksız ağaç kesmeye ve o ağaçlardan yaptıkları kâğıtların üzerine, doğayı koruyalım, yazmaya devam ediyor. Dünyanın merkezine,  yani bir klozetin üzerine oturup oradan çekilmiş bir dişin oyuğuna benzeterek hüzünle izlediğin inşaat kazılarına yurdum insanı büyük rağbet göstermeye devam ediyor. Önümüzdeki ay televizyonlarda Bu Çukuru Kim Gözetliyor isimli bir program başlayacakmış, merakla bekliyoruz. Kazı yapılırken ağaçların bir bir öldürülmesi de canlı olarak verilecekmiş. Bu hikâyeyi kim yazıyor Canım Oğuz, kim yazıyor…

Edebiyat dünyamıza gelirsek; tıpkı o günlerdeki gibi, suyun başını tutanlar suyun içinde yüzmeye devam ediyor. Kimisi senin gibi kıyıdan tutunacak bir dal bulup onunla yol almaya çabalıyor, kimisi suya hiç yanaşamıyor. Rivayet odur ki susuzluktan düşüp ölenlere bile bir tas su verilmezmiş. Kimisi kendini suya atarak intihar etmeyi, kimisi sucu başına yaltaklanarak bir yudum su içmeyi dilermiş. Günler böyle akıp giderken birkaç şuursuz kefal, kalkıp roman filan yazarmış…

Yine de memleketimizde her yıl yüzlerce kadın aşk cinayetine kurban giderken,  hala bir tek edebiyat cinayeti bile işlenmemiş olması şaşılacak şey. Lakin sükût suikastları, kasten ve taammüden devam etmekte. Taciz hikayeleri ayyuka çıkmakta. Kim bilir kaç Tanpınar, kaç Atay daha ziyan edilmekte.

Canım Oğuz, boş ver şimdi bunları bana biraz Özge’den bahset. Mutlu mu, sağlığı yerinde mi, hayırsızın birine kapılmadı ya, dediğini duyar gibiyim.

‘Çok mutlu efendimiz, bir de oğlu oldu. Ağlamazsanız söyleyeyim, adını da Oğuz koydu.’

Ne münasebetsiz bir konuşma bu Olric, sırası mı şimdi…

‘Herkesin saçmalama hakkı var, demiştiniz efendimiz’

Sen de haklısın Olric, hadi git şimdi…

Evet canım Oğuz, soyadı Atay olmasa da senden izler taşıyan bir çocuk var buralarda. Seninle konuşamasak da belki bir bahar akşamı onunla seni konuşma şansımız olur, kim bilir…

Neyse neyse çok uzadı bu iş farkındayım, ama sen de çok kısa yazabildiğini iddia etmeyeceksin herhalde. Kaynana gelin toprağındansa, okur da yazar satırlarından yaratılmış olabiliyor, ne edelim. Şunu da bil ki bizler,  baş ağrısı, diş ağrısı, gönül yarası, yürek acısı, beyin tutulması için Shakespeare niyetine her gün senin kitabını üç kere öpüp başımıza koyuyor. Demir Yolu Ağrısı diye öyküler yazıyoruz.

Türküm, doğruyum, okurum, buradayım diye yeminler içiyoruz!

Son söz, bir dostla seni ziyarete geleceğiz haftaya, bu ahmak dünyadan dilediğin bir şey var mı diyeceğim ama bir Nazım bir de Shakespeare’den bir şeyler okursan mutlu olurum, dediğini duyar gibiyim. Okurum elbet, sen iste her gün okurum.

Türküm, doğruyum, okurum, buradayım!

Biz buradayız Cannnımmmm Oğuz. Biz buradayız…

17 thoughts on “Oğuz’a Mektup/ Aysel Karaca

  1. Ayşe Özdoğan Özek dedi ki:

    Çok sevdim bu mektubu…
    devamı çalışmaların ve elbette geçmişteki çalışmaların için kutluyorum.

    1. panzehir_dergi dedi ki:

      Ayşecim ne güzel bir sürpriz oldu. Çok teşekkür ederim. Var olasın… Sevgiler…

    2. Hatice şimşek dedi ki:

      Yüreğine sağlık arkadaşım çok güzel yazmışsın ve seslendirmesin..Sevdiğim bir yazar….

  2. Ayşegül Gezgin dedi ki:

    Cok duygulandım.

    1. panzehir_dergi dedi ki:

      Canım ben de çok duygulandım yazarken. Yazarla gönül bağı kurmak insanı böyle bir şeye dönüştürüyor. Teşekkürler…

  3. ali tanrısever dedi ki:

    Bir öykümün isminin italik harflerle bir oğuz atay yazısının içinde yer almasından, adımın onunla yan yana anılmasından ne kadar gurur duydum anlatamam. tarihe bir bir not düşen bu güzel mektubundan dolayı seni kutluyorum. eminim oğuz da kutlardı. okuyunca kutlamıştır.. iyi ki varsın.. ne çok şey kattın bana. hakkını zor öderim..

    1. panzehir_dergi dedi ki:

      Ali canım, bir güzel yolda yan yana, omuz omuza yürümek, harflerin büyüsüne aynı heyecanla kapılmak ne güzel. İyi ki varsın. Oğuz’la aynı metnin içinde var olmak bence de çok gurur verici. Demir yolu hikayesi yazmak her kişiye nasip olmaz, bu da sana kısmetmiş. Sevgiler…

  4. kalgayhan donmez dedi ki:

    Ayselcim
    Kaç kez okudum, bilmiyorum. Her seferinde başka bir cümlede durdum. Bitmesin, uzun bir roman olsun istedim. Ama mektuptu okuduğum malesef vedayla biterdi mektuplar. Üstüne üstlük bir de okumuşsun yazdıklarını. İşte o zaman tutamadım süzülen damlaları. Hele, Oğuz’a veda sahnesinde; oturdum bir güzel ağladım. Koyverdim makaraları…

    1. panzehir_dergi dedi ki:

      Ben de bu ağlama huyu bana mahsus sanıyordum, meğer değilmiş. Ne mutlu ki onu böylesi içselleştiren anlamak için çabalayan güzel ruhlar var. Biz buradayız Oğuzcum. Ruhun şâd olsun. Teşekkürler Kalgaycım…

  5. HASAN OZAYDIN dedi ki:

    Ne güzel yazılmış bir mektup. Aysel aklına, bilincine sağlık. Tam Oğuz Atay’a yakışır güzellikte olmuş. Oğuz Atay seni tanısaydı eminim o da sana mektup yazardı. Bundan sonraki mektupta birazda Albaydan haber versen sevinir sanırım. Teşekkürler. Seslendirme de çok güzel. Defalarca dinledim. Eeee devamını bekliyoruz artık.

  6. Gönül Ak dedi ki:

    Ayselciğim, kalemine ve yüreğine sağlık. Çok dokunaklı olmuş. Tebrik ederim

  7. Ahmet Tahsin Meral dedi ki:

    Çok güzel bir mektup . Orken dolu dolu ağlamak geldi içimde kendimi zor tuttum. Hep isyan eder dururum bu güzel insanlar neden böyle erken ölürler diye bunca boş çuvalllar ve yaşaması doğaya insana havaya zararlı olanlar …tecavüzcüler yolsuzcular vurguncular yüzssüźler görgüsüyle vb. Sekseni dosyanı bulurlaken.. güzel insanlar 40 50 60 larda gidiyor.
    Neyse ikinci mektubuda okumak için gözüm yollarda. Umarım bana gönderirsiniz.
    Saygı sevgi sağlıkla…

    1. panzehir_dergi dedi ki:

      Tahsin Bey teşekkürler. Oğuz ve onun gibi erken vefat eden yazarların çoğunun yaşama ve yazma işini fazlasıyla ciddiye aldığını görüyoruz. Bu stres belki de uzun yaşamalarına müsaade etmiyor, kimbilir… Yine de iyi ki yaşadılar ve yazdılar diyelim…

  8. Birsen Karaloğlu dedi ki:

    Elinize, yüreğinize sağlık. Çok donanımlı bir Oğuz Atay okuru olduğunuz satırlarınızda dile gelmiş. Kutlarım.

    1. panzehir_dergi dedi ki:

      Birsen Hanım çok teşekkür ederim…

  9. Alev Turanlı dedi ki:

    Ah! Ne kadar güzel bir mektup ve ses inanılmaz güzel olmuş harikasın:))))

  10. Hulya Duman dedi ki:

    Tüm kitaplarını okudum. Tutunamayanlari okdugumda üstüne iki yıl kitap okuyamadım.
    Poyraz Karayel dizisini bile ozenle izledim içinden Oğuz Atay kitapları okunuyordu . Pakize Barista dan dinledim .. Oguz Atay diye bir adam gecti bu dünyadan insanın inanası gelmiyor. Ben de öyle çok severim ki.Ayselim kalemine sağlık

Gönül Ak için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir