Derindeki Sesler

 

İçimdeki sesler, sevgili okura bir kaç soru sorarak konuya giriş yapma meylinde. Başlayalım!

Eğer tanrıçalar ve tanrılar insan kılığında olmasa dünyayı nasıl yorumlardık? İnsan kılığında olmayan yaratıcılar hayal etmemiz mümkün olur muydu? Gezegenin ruhunu yaratıcı kabul etmeye devam etseydik dünyaya bu kadar kötü davranmaya devam edebilir miydik? Vaat edilmiş başka cennetler, boyutlar Nirvanalar olmasa dünya yaşamımız ne kadar farklı olurdu?  Şimdi artık şimşeklerin nasıl oluştuğunu bildiğimize göre İndra ve Zeus bizim için anlamsız mı? Ya da tek tanrılı dinlerin Havva-Adem yaradılış öyküsü on binlerce yıllık inançlarımızı yok saymalı mı?

Peki ya, mitokondriyal Havva kim?

Bilim İnsanları "Adem ve Havva" ile "Nuh Tufanı" Anlatılarını Akademik Bir Çalışmayla Doğruladılar mı? - Evrim Ağacı

On binlerce yıl çocukların kulağına üflenmiş, tabletlere kazınmış, halktan kaçırılmış, krallara mal edilmiş insanlık öykülerini bugün neden önemseyelim?

Ne diye mitolojiye merak duyalım?

Değerli okur, Mitoloji derken yalnızca Yunan Mitolojisi ve panteonundan bahsetmiyorum elbet. Dünya milletlerinin yaradılış öykülerini kastediyorum. İndra, Agni ve Kök Tengri’den bahsediyorum. Thor ve Osiris’ten. Enkidu’dan Yoruba’dan bahsediyorum.  Benim için Zeus ve ailesi Kardashian’lar gibi. İstesek de istemesek de hepimiz haklarında bir şeyler biliyoruz. Batı merkezli eğitim sistemleri için mitoloji elbet Zeus ve kadınlarının aşk hikâyeleri ile başlıyor.  Ta ki insan gözünü doğuya çevirene kadar. Benim öykümde olaylar öyle gelişti en azından:

Amazon Annem, Çerkez Babam ve Habeş Akrabalarım sağ olsun… Çocukken hasta olduğumda annem ecza dolabını değil baharat dolabını karıştırırdı. Gerçekten biraz zencefil, sarımsak, bal ve limonun iyileştiremeyeceği hastalık yok gibiydi. Kahvaltıda yenen balık ve etler kimi evlerde görmediğim yiyeceklerdi. Hep merak ederdim. Neden sofralarımız bu kadar farklı? Şanslı bir çocuktum. Annem ve babamın meslekleri sebebiyle çocukluğumda farklı ülkelerde yaşama şansım oldu. Komşularımız arasında Afrikalılar ve İrlandalılar, Haitililer ve Rumenler vardı. Şimdi geri dönüp baktığımda ilk fark ettiğim şey, çocukların ritüelleri ne kadar kolay ayırt edebildiği ve birbirine öğretebildiği. İçinde büyüdüğüm çok kültürlü, çok dinli ortamın bana en büyük armağanı insanın öyküsünün renkli ve zengin farklılıklarını düşün dünyama işlemiş olması oldu.

Kırımlı ve Çerkez dedelerim gözümü Kafkas coğrafyasına çevirmemi sağladı. Habeş akrabalarım sayesinde Kuzey Afrika’yı keşfettim. Afrika’dan Amerikalara gitmemin sebebi ezoterik meraklardı. Dünyanın farklı yerlerinden gelmiş çocuklar olarak kutladığımız bayramların sonu gelmiyordu. İki metrelik boyu, zarif uzun parmakları ile bir masal kahramanı gibi gördüğüm Bahattin dedem köle atalarının kaderinden kurtulmuş ve saygıdeğer bir din adamı olmuştu. Dedeleri toprağında rahat bırakılmış olsa yine de böyle mi olurdu? Büyük büyük babaanne Suskun Maria’nın hikâyesi aile içinde kendi başına bir mite dönüşmüştü. Bağdat’tan İstanbul’a göç eden büyük hala. Mısır’daki vali dede.  Hamursuz, Paskalya ve Kurban Bayramı. Hıdırellez için kurulan ateşler. Bahçelerden eksik edilmeyen gülfidanları. Boça, kuyruk yağlı kıkırdaklı poğaça, lakerda, kırlangıç çorbası, Çerkez tavuğu, fava, dolma.

Thomas Mann’ın dediği gibi;

Ne kadar derinden seslenirsek, geçmişin derinlerine o kadar iniyor ve o kadar aşağılara batıyoruz. İnsanlığın ilk temellerini daha çok buldukça, tarih ve kültürünün kavranılmazlığı daha çok anlaşılıyor.”

 İnsan uygarlığının hikâyesi çok derinlerde. Eski uygarlıkların altında. İlkel insanın avcı toplayıcı toplulukların, bitkilerin yerini bilen hayvan izlerini sürebilen kadınların ve erkeklerin yüzbinlerce yıllık tarihinde yatıyor. Eğer, biraz şanslıysanız bir süre sonra tüm bu ayrışmanın ve farklılıkların ortak noktalarını görmeye başlıyorsunuz. Yas, ağıt, kutlama, sevinç ilk temas ettikleriniz oluyor. Benim mitoloji aşkım, çevremi sarmış ritüellerin öykülerine meraklanmakla başladı.

Anadolu ve Yunan destanları, masalları ile tanıştım ilkin. Avrupa masallarına meraklanınca kökü Hint’tedir dedi biri ve Asya’ya açıldı gözlerim.  Ankara Üniversitesi Hindoloji Bölümünü kazandığımda çok sevindim. Böylece dünyayı Doğudan okumayı öğrendim. Mitoloji öyle bir merak ki, sizi ister istemez arkeoloji, antropoloji, etimoloji, tarih, etnoloji ve felsefe ile tanıştırıyor. Dil ve kültür ile ilişkinizi değiştiriyor. İnanç meselesine bakışınızı derinden etkiliyor. Halk bilim olmadan olmaz diyorsunuz. Bir ucu Astronomi ile el ele tutuşurken Astroloji bilimini yok saymanız mümkün olmuyor. Bana kazandırdığı en beklenmedik dost Etoloji bilimi oldu. Lakin insanın öyküsünü ve ritüellerini hayvanın ritüellerinden ve zekâsından ayırmak mümkün görünmüyor. Hayvanların zekâsını anlayamadığımız sürece bizim öykümüz eksik kalıyor.

Antropo-sentrizim ve Ataerkil Tarih

 Tarihin bir yerinde yaratan kadın yancı bir role itiliyor. Saklanması gereken, erkeğin ya büyük aşkı ya büyük belası bir karaktere dönüşüyor. Yaradılış mitlerinden modern tarihe doğru baktığınızda bu dönüşüm net şekilde gözüküyor.

‘O ihtişamlı tanrıçalar nasıl oldu da bu hallere düştü?’ diye incelemeye başladığınızda karışınıza bir kaç kavram dikiliyor.

Benim üzerinde kafa patlattıklarım İnsan-merkezcilik ve Patriarki. Hani her şeyi yaratanın bir erkek olduğu, kadınlara şeytanlığın yakıştırıldığı toplumsal inançlar ve kültürler. Onlar bu kavramlardan doğuyor.

Mitolojiyi bu iki düşünce sisteminden soyutlayarak okumaya çalıştığınızda karışınıza başka bir resim çıkıyor.

O manzara dünyadaki herkes için az bilinen bir alan. Neyse ki evrensel görüşleri benimsemiş, eşitlikçi, feminist pek çok bilim insanı farklı disiplinlerde bu kavramların dışına çıkmak için uğraşıyor. Yeni görüşler oluşuyor.

Tarihi, arkeolojiyi ve antropolojiyi ataerkil ve insan-merkezci düşünceler çerçevesinden değil de gezegeni kapsayan, cinsiyetçi olmayan, eşitlikçi bir gözle incelediğimizi düşünsenize. Kazanımlarımız neler olurdu?

İnsanın tarihini kendi yarattığı uygarlık çerçevesinde görmesi en kötü hastalığı. Yaradılış mitleri bunun aksini anlatmaya çalışsa da düştüğümüz tuzak hep aynı ataerkil tarih anlatısı oluyor.

Tunç Çağı hakkında yapılan yeni çalışmalar, bize mitlerin nasıl siyasi araçlara dönüştüğünü anlatıyor.

Mithos – Logos

Benim dünyamda mitolojiyi tanımlayan üç kişi ayrı bir yer tutuyor.

Prof.Dr. Korhan Kaya, Prof.Dr. Fatmagül Berkay ve Joseph Campbell. Mitolojiyi yaradılış destanları, masallar -ve hatta ninniler- ile beraber ele alıp içinde yaşadıkları zamanı-coğrafyayı-toplumu anlamamı sağlayan bir bilgi bütünü haline getiren bakış açısının önünü açan insanlar bunlar. Ve elbet feminist tarihçiler ve arkeologlar. Feminist din bilimciler, toplum bilimciler.

Mitolojiyi; antropoloji, arkeoloji, etoloji, tarih ve dilbilimden ayırmak haksızlık gibi. Tıpkı destanları, ninnilerden ve masallardan, ritüellerde ayırmak gibi. Bu sebeple mitoloji kelimesine hangi anlamları yüklediğimiz çok önemli.

Mitoloji Yunanca ‘mithos’ yani ‘söylenen ya da duyulan söz’ ile ‘logos’ yani ‘konuşma’ kelimelerinden oluşuyor. Türkçe ’de efsane, söylence, masal gibi sözcüklerle karşılanmış olsa da sözcüğün aslı ‘anlatı’ anlamına geliyor. Zaten efsane, söylence, masal aslen mitolojinin kaynaklarını oluşturuyor.

Levent Yılmaz Dost Kitabevi için yayına hazırladığı, Yves Bonnefoy yönetmenliğindeki ‘Antik Dünya ve Geleneksel Toplumlarda Dinler ve Mitolojiler Sözlüğü’ kitabı girişinde çok güzel bir öneri getiriyor, “Mythos’u hikaye sözcüğüyle karşılamak belki de daha doğru.

En eski zamanlara ait olan, insan topluluklarının aktara aktara bugüne getirdiği, insanların, şehirlerin, dünyaların, tanrıların ve evrenlerin nasıl ortaya çıkmış olduklarını anlatan hikâyeler, bu süreçte başka işlevler de yüklendiler. Evreni, dünyayı, tanrıları ve insanı, yani açıklanamaz olanı anlatıp, açıkladılar.

Mitoloji nedir? İnsanın milyonlarca yıldır yankılanan hikâyeleri. İçinde neler yok ki; elementer tanrılar, insansı tanrılar, tanrıların insanlara duyduğu aşktan doğanlar, hepimizi doğuran Toprak Ana ve onu sarmalayan Gök Baba, yarı tanrılar, kahramanlar, aşklar, ihanetler, savaşlar. Mucizeler ve vaatler.

İnsanın kırılgan varlığını anlamlandırmak için ihtiyaç duyduğu ne varsa, dünyanın bir yerinde anlatılmış bir öyküsü var.

Ya sizin ki?

Kaynakça

‘Antik Dünya ve Geleneksel Toplumlarda Dinler ve Mitolojiler Sözlüğü’

Yves Bonnefoy

‘Hint Mitoloji Sözlüğü’

Korhan Kaya

‘Upanishadlar’

Korhan Kaya

‘İlkel Mitoloji’

Joseph Campbell

‘Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın’

Fatmagül Berktay

‘Antropolojiye Giriş’

Bozkurt Güvenç

 

 

1 thoughts on “Lili’nin Sesi/ Elisabet Kafadar

  1. Alev Turanli dedi ki:

    O çok beğendim mitolojiye yıllardır gönül vermiş biri olarak aşağıdaki tanım ve paragrafınıza bayıldım. O kadar sevindim ki burada olduğunuza merakla bekleyeceğim yazılarınızı meğer ben bir Dergiye değil okula kaydolmuşum Sevgilerimle

    “Mitoloji nedir? İnsanın milyonlarca yıldır yankılanan hikâyeleri”

Alev Turanli için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir