Yayımcının Notu,
Kısa bir süre önce dergimize gönderilen bu metnin gerçekleri yansıtıp yansıtmadığı hakkında kesin bir söz söylemeyeceğimizi belirtmek isteriz. Yazar, böylesi bir septisizm ortamı hazırlayarak metne gösterilecek ilginin artmasını arzulamış olabilir
JORGE LUIS BORGES YA DA BENİM DON QUIXOTE’M
 Yazarımızın ardında bıraktığı külliyatı dizine sokmak hiç de kolay değildir; buna rağmen Prizma dergisinin yayınladığı okuru yanılgıya düşüren asılsız dizin bağışlanmaz niteliktedir. Borges’in sadık okurları bu dizini dehşetle hatta biraz da hüzünle karşıladılar. Onun eşsiz külliyatı önünde toplanmış ne yapacağımızı konuşuyoruz. Kim cesaret edebilirdi ki böyle bir oyuna (Arkadaşlar bunun Masonların ve Kalvinistlerin işi olabileceğini söylüyor) En iyisi en baştan başlamak.
Bu konudaki cılız birikimimden yola çıkarak görevin bana verilmesine itiraz edenler oldu biliyorum. (İtiraz edenlerin büyük çoğunluğu Borges’in bir kitabını bile baştan sona okuyabilmiş değillerdir) Neyse ki Borges uzmanı olarak ün yapmış hocam Profesör Yuang Tui birkaç gün evvel kuruldaki tüm arkadaşlara çalışkanlığımdan ve başarılarımdan dem vurarak beni onaylayan bir mektup yazdı. Bu vesileyle görevin bana verilmesi önündeki diğer engeller de bertaraf edilmiş oldu (Borges’in üçüncü kuşaktan akrabası olduğunu iddia eden ve görevin mutlak suretle kendisine devredilmesini isteyen Bayan Solara bile…)
Yazarın ardında bıraktığı külliyatı dizine sokmanın hiç de kolay olmadığını söyledim. Yapılan pek çok çalışma epeyce kafa karıştıracak düzeydedir.
  1. Kimi kaynaklar altı yaşında Cervantes’ten esinlenerek düşsel hikâyeler yazmaya başladığını ve basılan ilk kitabının dokuz yaşındayken çevirdiği Oscar Wilde’ın Mutlu Prens’i olduğunu kimisi ise 24 yaşındayken basılan Fervor de Buenos Aires(Buenos Aires Tutkusu) isimli şiir kitabı olduğunu söylüyor, 1923. Gerçekte olansa şudur,  Borges daha okula başlamadan şiir yazmaya başladı, 1906
  2. 1925 yılında Yolun Ötesinde Ay isimli bir şiir kitabı ve El tamaño de mi esperanza, Umudumun Boyutu isimli deneme kitabı yayımlandı.
  3. 1928 yılında El idioma de los argentinos, Arjantinlilerin Dili isimli deneme kitabı yayımlandı.
  4. Cuaderno San Martin;San Martin Defteri isimli şiir kitabı 1929’da yayımlandı.
  5. Bazı kaynaklar ilk hikayesinin Alçaklığın Evrensel Tarihi isimli hikaye dizisi olduğunu (1933) (kimileri bunun pek çok eserden alıntılarla örülü kolaj çalışması olduğunu iddia ediyor) bazı kaynaklar ise “Al-Motasim’e Bir Bakış isimli metnin ilk hikayesi olduğunu yazıyor. (1935), ( Ve kimileri de bunun bir hikâye değil bir eleştiri yazısı olduğunda ısrarcı.)
  6. Evaristo Carriego ( Şairin Hayatı) 1930’da
  7. Discusión (Tartışma) 1932’de
  8. Sonsuzluğun Tarihi1936’da  (Denemeler)
  9. Don İsidro İçin Altı Problem1942’de (Yakın arkadaşı Adolfo Bioy Casares’le birlikte yazdığı ve hayali bir isimle yayınladıkları detektif hikâyeleri.)
  10. Poemas 1943’de ( Şiir)
  11. Ficciones Hayaller ve Hikâyeler1944’de yayımlandı.
  12. Yine Adolfo Bioy Casaresile yazılmış detektif hikâyeler ve fantastik hikâyeler, 1946’da
  13. Alef 1949’da ( Denemeler, Hikâyeler)
  14. Aspectos de la poesía gauchesca, Gauço Şiirlerinin Özellikleri, 1950’de
  15. Antiguas literaturas germánicasAntik Alman edebiyatı 1951’de ( Eleştiriler)
  16. La muerte y la brújula, Ölüm ve Pusula,1951’de ( Kısa hikâyeler)
  17. Otras inquisiciones, Öteki Soruşturmalar. 1952’de ( Denemeler ve Eleştiriler)
  18. Historia de la Eternidad, Sonsuzluğun Tarihi, 1953’de yayımlandı denemeler, (Kısa Hikâyeler ve Eleştiriler)
 
Yayımcının Notu,
Ne yazık ki dizin burada son buluyor, yazarın bu kadar önemli bir görevi yarıda bırakması olası görünmüyor,  arşivlerini gözden geçirmeyi sürdürüyoruz. Aradaki kayıp sayfayı bularak bir dahaki sayıda okurla paylaşacağımızı umut ediyoruz…
Metin şöyle devam ediyor;
Şimdi onun eşsiz ve sonsuz bir metafor olan eserine bakalım;
Babil Kitaplığı
Modern zamanların en önemli metni diyebileceğim eser, Fıccıones kitabının birinci bölümünün (Yolları Çatallanan Bahçe) altıncı öyküsü olarak karşımıza çıkıyor. Metnin modern çağın en önemli eseri olması iddiam belki size saçma gelecektir, biliyorum. Bu değerlendirmenin amacı da bu “saçma”lığı haklı çıkarmak.
Bu girişimi bana esinleyen elbette yazarın kendisidir. Özellikle şu iki cümleyle “ Kitaplığın bütün insanları gibi ben de hac görevini yerine getirdim, bir kitabın ardına düştüm…”ve “Ötekilerin tümünün anahtarı ve yetkin özeti denebilecek bir kitap olmalı mutlaka.”  Aramızda bir kitabın peşine düşmemiş hacı var mı?
Borges bu kadim hikayeyi belediye kütüphanesinde memur olarak çalışırken yazdı. İşin tuhaf tarafı tüm bunlar olup biterken arkadaşları onun yazar Borges olduğundan habersizdi, hatta öylesine habersizdi ki bir arkadaşı ona kendisiyle aynı ismi taşıyan bir yazarın şaşırtıcı tesadüfünden söz etti… O her zaman yaptığı gibi kendine paralel evrenler yaratarak, yazar Borges’le memur Borges’i ayrı evrenlerde var etmişti. Biri gün ışığında yaşarken, öbürü kütüphanedeki arşiv odasında bir rüya görmekteydi… Günün çoğunu arşivde öykü yazarak geçiren Borges’in çalıştığı mekândan esinlenerek yazdığı Babil Kitaplığı onun nasıl bir rüya görmekte olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Bense o sıralarda okuldan sonra şehrin en işlek caddesindeki bir kitapçıda tezgâhtar olarak çalışmaktaydım, doğrusu çalıştığıma emindim. Oysa annem kitapçı arkadaşı Rafael ile konuşmuş, benim kitaplarla daha fazla haşır neşir olabilmem için böyle bir oyun kurgulamıştı. On bir yaşımdaydım ve her hafta için 5 Pezo alıyordum, hiç fena değildi. Yıllar sonra bu maaşı annemin ödediğini öğrenmek tam bir hayal kırıklığıydı. O günlerde tanıştığım, kitapçıya hemen gün uğrayan, başımı okşayan ve bana şaşırtıcı sorular soralar adamın Borges olduğunu öğrenmekse sonsuz mutluluk kaynağı…
Yaptığım bu açıklama size yetersiz ve saçma göründüyse uyarayım, Borges okuyup/tanıyıp da efsunlanmayan birini bulmak güçtür.
Bana kalırsa o da bütün yaşamını küçük yaşlarda okuduğu Don Quixote ve Leyle Elf Leyle’den( Binbir Gece Masalları) efsunlanarak geçirdi -Bana ilk sorduğu sorulardan biriydi, Masallar’ı okuyup okumadığım- Ve ömrünü kadim anlatılarla örerken tüm umudu bu anlatılarla örtüşecek birkaç sayfa yazabilmekti.
Aklına gelen ilk yöntem hayranlık duyduğu bu kitapları taklit etmekti, onları başka dillerden kendi diline çevirerek de bu arzusunu neredeyse gerçekleştirdi.  Daha sonra hayranı olduğu bazı kitaplara yeni bölümler ekleyerek ya da eserleri ve kahramanları kendince dönüştürerek yazabilmeyi keşfetti. Bunlar onun ilk hikâyeleri oldu.
Bir öyküsünde bu düşüncesi şöyle yüzeye vuruyor, “peki neden illede Quixote? diye soracaktır okurumuz ( …) Don Quixote beni derinden ilgilendiriyor (… )17.yy’ın başında Don Quixote yazmak akla yakın, gerekli hatta kaçınılmaz bir girişimdi; 20. yy’ın başındaysa neredeyse imkânsızdır.”
Yine de onlarla örtüşecek birkaç sayfa yazabilme umudunu hiç yitirmedi,  Babil Kitaplığı hikâyesinin başına tutturduğu cümleyle kendini cesaretlendirirdi; “ İşte bu sanat aracılığıyla 23 harfin çeşitlemelerini tasarlayabileceksin”*
Hikâyesinde, anlatıcının kusurlu kütüphaneci diye tanımladığı insanın; Tanrı, evren, zaman, varlık, anlam kavramlarının gizine ermeye çabaladığı süreci semboller yoluyla anlatır. Evreni sonsuz bir kütüphane, insanı kusurlu kütüphaneci olarak tanıtır. Birbirine geçmeli sonsuz altıgen odalarla örülü bu kütüphanede, her duvarda 5 raf, her rafta 32 kitap, her kitapta 410 sayfa, her sayfada 40 satır her satırda 80 harf bulunur. Ayrıca kitaplıkta var olduğuna emin olunan ve bir türlü bulunamayan,  kataloglar kataloğu (arketipler kataloğu) ve bir toplam kitap’tan söz eder.
Hikâyeyi okuyanlar onun devasa bir kütüphanede çalıştığını bu nedenle de böylesi bir hikâyeyi kurgulamasının pek de olağanüstü bir şey olmadığını iddia etseler de o dönemler çalıştığı Belediye Kütüphanesinin bizim de ara sıra uğradığımız, mütevazı bir kütüphane olduğu bilinsin isterim.
Anlatıda ruhumuzu ve aklımızı esir alan ilk cümleler, bizi heyecanlandıran ve merak uyandıran cümlelerdir; Evren, (kimileri kitaplık diye anıyorlar) birbirinden engin hava sütunlarıyla ayrılmış, çok alçak parmaklıklarla çevrili, sayısı belirsiz, belki de sonsuz, altıgen dehlizlerden oluşmuştur. Altıgenlerin hangisinden bakılsa uçsuz bucaksız üst katlarla alt katlar görülebilir.”
Borges’in tüm çocukluğu babası ve “Onu bir putperest gibi sevdim” dediği babasının arkadaşı Macedonio Fernandez’in etkisi altında geçti. Babasının ruhuna üflediği felsefe ve metafizik merakı Fernandez’in de etkisiyle ömür boyu sönümlenmeyecek bir aşka dönüştü.    – Anneme ve babama sorsanız Macedonio berduş herifin tekidir-
O artık bir antik dönem ve metafizik tutkunu olmuştu. Ontoloji, Teoloji, Evren bilim hakkında pek çok okuma yaptı. İdealizm, Sembolizm, Mistisizm hatta Kabalizm’e merakı hiç bitmedi,  antik döneme ait metinleri neredeyse ezbere okur hale gelmişti. Babasının ve Fernandez’in ona daha çocuk yaşlarda sorduğu; “Varlık nedir, bir fiziksel nesnenin var olduğunu kanıtlamak mümkün müdür?” sorularına cevap ararken tanıştığı filozofların kitapları ve kadim metinler ömür boyu başucu kitapları oldu.
Bu oyunu benimle de oynamayı denedi ancak ben onun gibi değildim, çocuktum işte. Bana şöyle dedi elimdeki portakalı işaret ederek, “Söyle bakalım Fierro, nedir elindeki?”, “Portakal…”, “ Emin misin?”, “ Elbette eminim efendim, buyurun tadına bakın…” Oracıkta portakalı ikiye bölüverdim, yarısını ona uzattım. Teşekkür etti, başımı okşadı, gülümsedi ve gitti…
Büyük titizlikle yazdığı pek çok metninde kendine yakın bulduğu; Berkeley, Schopenhauer, Hume ve antik çağ filozoflarından Platon (M.Ö.427) Parmenides ( M.Ö. 540), -işin tuhaf yanı Parmenides Metafiziğin tam karşısında duran Yunan diyalektiğinin babasıdır.- Pythsagoras     ( M.Ö.580) okumalarından ruhuna sızan düşünceleri kullandı.
Bu öyküde ise kimi cümlelerin ise Platon ve Parmenides’ten esinlenerek yazıldığı gözle görülür düzeydedir. “İdealistler altıgen odaların mutlak uzamın, en azından bizim uzam sezgimizin vazgeçilmez bir biçimi olduğunu savlıyorlar… Kitaplık, kesin merkezi altıgenlerinin herhangi biri olan, çevre kuşağı erişilmez bir küredir.  Bunlar okuru metnin merkezine taşıyan cümlelerdir.
Platon, kürenin en mükemmel ve tekbiçimli şekil olduğunu, Parmenides ise varlığın bir varlık olduğunu o bir varlığın da kendi içine kapalı olan, doğmamış, değişmeyen, bölünmeyen ve yok olmayan bir varlık olduğunu savlar. Ayrıca bu bir olan varlığı kendi içine kapalı, küre biçiminde diye tanımlar.
İlerleyen bölümlerdeyse etkisi altında kaldığı diğer düşüncelerden birine gönderme yapar,      “ Geçitte, her görünüşün aslına bağlı bir suretini çıkaran bir de ayna bulunur.” Bu cümlenin Sufi Metafiziğine gönderme olduğu açıktır,  Sufiler varlığı şöyle tanımlar,  öyle ki varlık bir “Mutlak Varlık” ve O’nun aynada yansımalarından oluşan görüntülerden ibarettir.
 Hikâyenin devamında yazarın yaşam felsefesinin kaynağına ulaşılır, “Kitaplığın bütün insanları gibi ben de hac görevini yerine getirdim, bir kitabın ardına düştüm, belki de kataloglar kataloğuydu bu…”; ifadesi benimsediği Plâtoncu anlayıştır.  Kataloglar kataloğu dediği ise Platon’un bahsettiği arketipler( ilk örnekler) dünyasıdır.
Platon’a göre dünyadaki her varlığın- ona göre gölge varlığın- idealar dünyasında aslı, gerçek olanı, ilk örneği (arketipi) bulunmaktadır. İdealar çokluğa karşı birliği, değişme ve sonluluğa karşı da değişmezliği ve kalıcılığı temsil ederler. Ayrıca İdealar maddi ve cismi olmayıp ruhsal veya manevi varlıklardır, dolayısıyla zaman ve mekân ile ilişkileri yoktur.
Ve okuru böylesi bir heyecanla yola düşüren yazar,  kusurlu kütüphaneci dediği insan soyunu da kataloğun peşine düşürür.
Bendeki kusur ise bambaşkaydı, bir kitabın ya da kataloğun değil bir yazarın peşine düşmüş, hatta onun hülyasına dalmış gibiydim…
Bu arada gizemciler diye bir tarikattan ve onların, yuvarlak bir odada duran yuvarlak bir kitaptan ve bu kitabın Tanrı olduğunu iddia ettiklerinden bahseder.
Okurla ve metinle oyun oynamaktan keyif alan yazar, bu yolla kendi evren ve tanrı anlayışını metnin içine sızdırır, bu konuda da oldukça başarılıdır. Kitaplığın (Evrenin) varlığının sonsuz olduğunu, ancak insan soyunun sonlu olacağını vurgularken Tanrının varlığı konusundaki agnostik bakış açısını şöyle anlatır,  “İnsan, o kusurlu kütüphaneci, rastlantının ya da kötücül bir yaradanın ürünü olabilir; evren, bağışlanmış soylu rafları, giz yüklü ciltleri, yolcuya sunduğu tükenmez merdivenler ve oturgan kütüphaneciye sunduğu helâlarla ancak bir tanrının elinden çıkmış olabilir.”
 
Yazar tüm hikaye boyunca Sembolizm ve Ezoterizm’in yardımıyla, sembol, metafor, giz kovalama süreçlerini birbirine örerek Borgesvari diye nitelenen üslubunu inşa eder. Kendi deyişiyle, “İlk bakışta bağlantısız görünen bu tümceler, hiç kuşkusuz şifresel ya da allegorik bir tutumla temize çıkarılabilirler…” Bu onu tam da arzu ettiği septik/ kuşkucu okura kavuşturur.
Onun hülyasındaki okurlardan biri olarak ben de hikâyede geçen 1594 rakamının ve MRV harflerinin peşine düştüm, “…babamın bin-beş-yüz-doksan-dördüncü devrede bir altıgende bulduğu kitap, ilk satırdan son satıra durmaksızın, sapıkça yinelenen MRV harflerinden oluşuyormuş,”diyordu. Yaptığım pek çok taramadan sonra ulaştığım netice ilginçti; 1594 yılının, Borges’in çokça ilgilendiği antik çağ ressamlarından Nicolas Poussin’in doğum yılı olduğunu ve sapıkça yinelenen MRV harflerinin Minimum Rated Value’nun ( Minimum Nominal Değer) kısaltması olabileceği varsayımlarına ulaştım. Ki alt paragraftaki cümle beni doğrular biçimdeydi, “Kimileri, her harfin bir sonrakini etkileyebildiğine, 71.sayfanın üçüncü satırındaki MRV değerinin, başka bir sayfada, başka bir konumdaki aynı dizge değeriyle tıpkı olamayacağına değindiler,”  
Her ne kadar bazı kaynaklar bu kısaltmaların ve rakamların bir anlamı olmadığını söylese de böyle olduğunu düşünmek hoşuma gitti.
Bir de altıgenlerden birinin başkanı tarafından bulunan bir kitabın şifresinin gezgin bir şifreçözücü tarafından çözüldüğünü söylerken Cervantes’e gönderme yaptığını düşünmeden edemedim, ne de olsa o da benim Don Quıxote’mdi.
“Bulgusunu gezgin bir şifre- çözücüye gösterdi, ondan bu satırların Portekizce olduğunu öğrendi; başkaları, Yidişce dediler. Yüzyıla kalmadan dil kesinlik kazandı: Klasik Arapça çekimleriyle Guarani’nin bir Litvanya lehçesiymiş söz konusu. İçeriği de çözüldü: sınırsız sayıda yinelenen çeşitlemelerle örneklendirilmiş birtakım bileştirici çözümleme kavramları.” Bu tanım Cervantes ve eşsiz eseri Don Quıxote’yle örtüşüyor gibiydi.
Ve,Bu örnekler, üstün zekâlı bir kütüphanecinin, Kitaplık’ın temel yasasını keşfetmesine yol açtı. Bu düşünürün gözlemine göre, kitapların tümü farklılıklarına karşın, eşit öğelerden oluşuyordu: boşluklar, nokta, virgül ve abecenin yirmi-iki harfi.” Cümlesin de bahsini geçirdiği üstün zekâlı bir kütüphanecinin de Cervantes olduğunu düşündüm ancak bu durum obsesyona dönüşmeden vazgeçmek en doğrusu olabilir…
 
Hikâyede dikkat çeken başka bir detay ise dinlerin, uzantısı olan boş inançların ve ahmakça bulduğunu söylediği yüzyıl savaşlarının da ironik bir üslupla eleştirilmesi söz konusudur,
Bu hacılar, daracık geçitlerde tartışıyor, kara sövgüler savuruyor, tanrısal basamaklarda birbirlerinin boğazına sarılıyor, düzmece kitapları hava sütunlarına fırlatıyor ve uzak yöre yerlilerinin eliyle aynı biçimde aşağılara fırlatılarak ölümlerini buluyorlardı,”
“…engizisyoncular, Onları işlerinin başında gördüm: yolculuklarından her zaman çok bitkin dönerler; az kalsın ölümlerine yol açan basamaksız bir merdivenden söz ederler; kütüphaneci ile dehlizleri ve basamakları konuşurlar…”
 
Ve uygarlık tarihinin vebası sansür kurulları da bilime ve sanata vurduğu darbeler sebebiyle anlatıcının oklarından nasiplenir,“Buna karşılık kimileri, tam tersine, yararsız yapıtların ortadan kaldırılmasını baş koşul sayıyordu. Altıgenleri bastılar, zaman zaman sahici arama izinleri gösterdiler, bir cildi can sıkıntısıyla karıştırırken rafları boydan boya mahkûm ettiler; milyonlarca kitabın yok olmasını onların bu bağnaz arındırma taşkınlığına borçluyuz,”
 
Bunu yaparken bilim insanlarının her koşulda iş başında olduğunu “…ben çocukluğumda ne ihtiyarlar gördüm, helâlara uzun uzun kapanır, yasaklanmış zar çanaklarına koydukları madeni kürelerle sözüm ona tanrısal düzensizliğe öykünürlerdi.” hatırlatmayı ihmal etmez. Bu cümle aynı zamanda Entropi/ Düzensizlik yasasına bir göndermedir.
 
Hikâyenin sonuna doğru evrenin ve zamanın kaynağının gizinin çözülemezliğini kabullenen ve bu ızdırapla kıvranan anlatıcı içine düştüğü çaresizliği şöyle anlatır,
“İşte yıllarımı bu tür serüvenlerle harcadım, boşa geçirdim. Hiç kuşkusuz evrenin raflarından birinde bir toplam kitap var. Bilinmeyen tanrılara yakarıyorum, n’olur biri -tek kişi, isterse binlerce yıl önce- onu incelemiş, okumuş olsun. Onur, bilgelik ve kıvanç bana bağışlanmayacaksa, başkalarına bağışlansın varsın. Cennet var olsun, ben cehennemde kalayım. Sövgüler yağsın, hiçliğe itileyim, yeter ki bir an, bir varlıkta Senin o dev Kitaplık’ın aklansın.”
 
Onu en son on iki yaşımdayken gördüm, kim olduğunu ve ülkeyi neden terk ettiğini öğrendiğimdeyse oldukça şaşkındım. Yıllar sonra o yurduna geri döndüğünde, bu sefer ben altıgenimden sürülmüş bir göçebeydim. Bir daha hiç karşılaşmadık. Ömrümün büyük bölümünü onu tek bir an daha görebilmek için dua ederek geçirdim.  Şimdi geriye dönüp baktığımda onun bu ulvi ve bilge duası karşısında benim duamın bilgelikten oldukça uzak, bireysel hatta kısır bir dua olduğunu hatırlayıp, sıkılıyorum. Yine de diyorum ki, yeter ki bir an, tek bir an senin o eşsiz gülüşünle karşılaşabilseydim…
Onun çocukluğu benimkine pek benzemiyordu, çocukluğunu ve eğitim hayatının büyük kısmını kimi sosyolojik ve fiziksel nedenlerden ötürü dışlanarak ve ötekileştirilerek geçirdi. En yakın arkadaşları çoğu kez evdeki büyükler, kız kardeşi ve elbette annesi oldu. -Annem onunla aynı okula giden bir arkadaşı olduğunu ve ondan; takım elbiseli, şişe dibi gözlüklü ve bolca pataklanan çocuk olarak bahsedildiğini söyler-
Yetişkinlik döneminde edindiği yakın dostları Victoria Ocampo,  Adolfo Bioy Casares haricinde ömrünün büyük kısmını yalnızlık duygusuyla geçirdi. Buna kadınlarla yaşadığı kimi sorunlar ve ellili yaşların sonunda hapsolduğu görmezlik de eklenince, metinlerinde paralel evrenleri, ölümsüzlük ve sonsuzluk metaforlarını çokça kullanmasını,  hikâyenin sonunu yalnızlığım bu umutla avunuyor diyerek tüm kalbiyle inandığı Biricik Düzen’i okuruyla paylaşarak bitirmesini anlamakta zorlanmayacağınızı umuyorum.
 
Kitaplık sınırsız ve sarmaldır. Bir sonsuzluk yolcusu ondan geçerek hangi yöne giderse gitsin, yüzyıllar sonra aynı ciltlerin aynı bozuk-düzende yinelendiğini görecektir (ve böyle bir yineleniş, yeni bir düzene değişecektir: Biricik Düzen’e).
Yazının sonuna gelindiğinde kimi okurun, anlattıklarından ne anlamamız gerektiğini pek anlamadık dediğini duyar gibiyim. O zaman şöyle bitireyim;  “anlam,  metin ile okuyucunun ortak etkinliğinin bir ürünüdür; her okur kendi anlamını kendi üretir ve bu yaratıcı bir edimdir”.**
Bayan Solara’nın da, “Tanrım, ne yazmış bu adam,  ne idüğü belirsiz bir metin bu, üstelik çoğu yeri de kopya…” dediğini duyar gibiyim. Ona da şöyle bir cevap vereyim:
Ey ahmak okur, “bu metnin zihnin düşünülebilecek en güzel, en zarif, en akıllıca ürünü olmasını isterdim… Ancak, tabiat kanunlarına karşı çıkamadım; tabiatta her şey, benzerini doğurur…” ***
Fierro Menard
1989/ Pekin
Yazarı: Aysel Karaca

 

 

  1. *Robert Burton (1651). The Anatomy of Melancholy/ Melankolinin Anatomisi
  2. ** Ecevit Yıldız (2014). Türk Romanında Postmodernist Açılımlar. İstanbul: İletişim Yayınları
  3. *** Cervantes Miguel de (2006). Don Quijote. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları
  4. **** Borges Jorge Luıs (1998) Fıccones. İstanbul: İletişim Yayınları

 

Yayın Yönetmenimizin diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

 

Related Posts

2 thoughts on “JORGE LUIS BORGES YA DA BENİM DON QUIXOTE’M/ Babil Kitaplığı… Aysel Karaca

  1. Birsen Karaloglu dedi ki:

    Okudum, derinlemesine anlamasam da içeriğindeki gizeme, farklı katmanlara, yoğun bilgiye hayran oldum. Bilgi ve yorum düzeyiniz, alkışlıyorum.

  2. Alev Turanlı dedi ki:

    Borgesi çok severdim bilmediğim yönlerini öğrendim. Sembolleri metaforları masalları sevdiğini hayal dünyasında gezdiğini bu bilgilere beni ulaştırdığın için teşekkürler Aysel Karaca çok iyi geldi sevgiler

Alev Turanlı için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir