??
Özlem Çuhadar

İNSAN OLMANIN İMKÂNI

                      

Gözlerini açtığında yanında kendisine gülümseyen bir kadın olduğunu fark etti.  Şehirlerarası otobüs yolculuklarında yanına oturan kadınlar, genellikle bir merhaba bile demeden sorunlarından söz etmeye başlarlar, dışarıyı izlemenin, camların buğusuna sevdiğinin adını yazmanın keyfini yaşamasına bir süreliğine engel olurlardı. Gelinini çekiştirip oğlunun vefasızlığından söz edenler mi dersin, sürekli otobüsün içindeki kötü kokudan, klimanın açılmadığından veya ikramların kalitesizliğinden dem vuranlar mı…

Yolcu arkadaşları, onu hiç tanımaya, anlamaya çalışmadan ‘anlatmanın’ lüksünü yaşarlardı bu kasvetli zaman diliminde. Belki de bir psikoloğa bile anlatamayacakları sırlarını rahatlıkla paylaşıp sonra da bir daha görüşmemenin garantisiyle inecekleri duraklara geldiklerinde kaçarcasına uzaklaşırlardı ‘aman ha sırlarım yayılmasın’ korkusuyla. Bu duruma öylesine alışmıştı ki bazen bir süre dinleyip sonra uyuyor numarası yaparak kurtulmaya çalışırdı hep aynı şekilde anlatılan hikâyelerin ağırlığından.
Bu sefer farklıydı sanki.
“Merhaba, öyle güzel uyuyordunuz ki rahatsız etmek istemedim.”
Gözlerini mesafe koymak için kapattığını söylemeden hafifçe doğrulup yol arkadaşına güvenle baktı. Yüzünde yaşına göre oldukça olgun bir ifade vardı Derin’in; bana güvenebilirsin, anlatabilirsin edasıyla bakıyordu. Gözü elinde sımsıkı tuttuğu kitaba takıldı, Wilhelm Schmid Mutsuz Olmak.
“Bu adla bir kitap yazıldığına inanmıyorum” dedi şaşırarak
“Yaşadığımız toplum, içinde bulunduğumuz egemen dünya düzeni bize hep mutlu olmamız gerektiğini dayatıyor da ondan böyle düşünüyorsun,” diye cevap verdi Derin. Sakin, yumuşacık bir sesle.
“Peki,  siz mutlu olmak istemez misiniz?”
Siz, ne sihirli bir sözcüktü. İnsanlarla tanışmasının üzerinden epey bir zaman geçse de mesafeli görünmek pahasına siz demekten vazgeçemiyordu. Hangi sosyal tabakadan gelirse gelsin her insanı eşitliyordu sanki “Siz” sözcüğü.
“Bakın bu Antik Çağ filozoflarından itibaren tartışılan bir soru. Platon,  Aristo gibi filozoflar mutluluğun insan yaşamının nihai hedefi olduğunu, bunun yolunun da erdemli ve iyi insan olmaktan geçtiğini vurgulamışlar hep ama mutsuzluğun yaratıcı, iyileştirici etkisinden hiç bahsetmemişler. Asıl mutluluğun diğer gerçek âlemde olduğunu belirten kimi düşünürler bu dünyayı değersizleştiren ve gerçekte insanı erdem adı altında edilgenleştiren çıkarımlarda bile bulunmuş. İşin ilginç tarafı mutluluğu bu kadar soyutlaştırırken onun bence anlık ve en etkili ifadesi olan gülmeyi toplum için tehlikeli görmüşler hatta toplumdaki dengenin bozulmaması için gülmenin denetlenmesi gerektiğine bile karar vermişler.”
“Çok ilginç, gülemedikten sonra ne anlamı var yaşamın, yaşamanın”
“Haklısın da gülebilme koşullarının sağlanması çok önemli ama. Bergson’un Gülme adlı kitabında, kişilerin korunma kaygısından kurtulup birbirlerine sanat yapıtı gözüyle bakmaya başladıklarında gülmenin anlam kazanacağı ifade edilir. Bu da temel ihtiyaçların karşılanması ve insanların kendilerini güvende hissetmesiyle mümkün olabilir belki de.”
“Peki mutsuzlukla ilgili Kant ne düşünüyor acaba?”
“Kanta göre ise önemli olan mutluluk saplantısını bırakmak ve bunun yerine iyi insan olmaya çalışmak.”
Derin anlatırken Montaigne’nin Mutluluk Üstüne denemesindeki  “İnsan son gününü beklemeli her zaman, mutlu dememeli ona ölmeden” cümlesini anımsadı. Evet, gerçekten de genelde mutluluk üzerine bir şeyler söylemişlerdi sanki filozoflar, yazarlar.
Konuşmaları muavinin yanlarına yaklaşıp ne içmek istediklerini sormasıyla kesildi. İkisi de birer çay istedi. Çaylarını yudumlarken Derin kitabını okumaya başlamıştı bile.
Bir süre dışarıyı seyretti. Keşke ben de kitabımı getirseydim ama midem bulandığı için okuyamıyorum ki,  diye düşündü. Otobüste kitap okuyabilenlere hep çok imrenirdi, şimdi de Derin’e imrenmişti işte. Nasıl da yutarcasına okuyordu cümleleri, sayfalar hızla çevrilirken onun felsefi bir kitabı bu kadar hızlı ve anlayarak okumasını şaşkınlıkla izledi. Merak etmişti kitabın içinde yazılanları;  daha fazla dayanamayıp sordu.
“Schmid bu kitapta mutsuzluğu nasıl anlatmış?”
Derin kitabı elinden bırakmadan doğruldu.
“Kitapta ilk olarak mutluluğun, mutlu tesadüfün eseri olduğuna dikkat çekilmiş. İnsanların tüm yaşamları boyunca lehlerine gelişecek tesadüflere muhtaç oldukları ama tesadüfün sihirli bir değnekle çağrılamayacağı gerçeğiyle yaşamak zorunda oldukları söylenmiş. Ayrıca Almanca “glück” (mutluluk) kelimesinin başlangıçta bir meselenin tesadüfen olumlu veya olumsuz anlamda sonuca bağlanmasını tanımladığını, modern insanın ise yalnızca lehteki tesadüfü talih olarak kabul ettiğini bu yüzden mutlu tesadüf kapıyı çalmadığında hayal kırıklığına uğrayıp mutsuz oldukları belirtilmiş.”
Derin anlatırken çocukluğundan itibaren şans, baht sözcüklerini ne kadar çok duyduğunu düşündü. Herkes birbirine hep şans diliyordu ve “Bahtın açık olsun” diyorduk sevdiklerimize.  Her an bir kötülükle karşılaşma ihtimalinin tek nedeni çoğu zaman şansızlık olarak adlandırılıyordu. İçinde yaşadığımız sistemde sınıf atlamak da hep şans eseriydi nedense.
“Kitapta yine insanların mutsuz oldukları için mutlu olmaya çalıştıkları, hiçbir insanın sadece sevinç duyamayacağı, insanların hazzı arayıp acılardan kaçındıkları ama bunu her zaman başarmanın mümkün olmadığı anlatılıyor. Bak, şu cümleyi aynen okuyayım sana.
İnsanların hayatlarına dair huzursuzluk duymaları için bir şeyin onları acıtması gerekir: İşte bunu mutsuzluğa borçluyuzdur.” 
“Kitapta toplumsal gelişmelerle mutsuzluk arasında bağlantı kurulmuş mu peki?”
“Evet, okuyorum yine.
Sanatların ve bilimlerin tarihi, insanların ne kadar dikkate değer gelişmelere kadir olduğunu gösteriyor. Bu gelişmeye katılanların birçoğu eserlerini hoşnutluktan yaratmamış, keşiflerini hoşnutluktan yapmamıştır. Galilei ve Einstein gibi kâşifler kafalarını çatlatırcasına düşünmeye gömülüp durmasalar, Madam Curie gibi araştırmacılar hayatlarını riske etmeseler, ne olurdu?
Şöyle devam ediyor bu paragraf.
Sisyphos Efsanesi’ni yeniden anlatan Albert Camus’yu mutlu bir insan olarak mı düşünmeliyiz?”
 diyerek bütünleşti kitabın sayfalarıyla.
Kafası iyice karışmıştı, çocukluğundan beri bütün hesapları hep mutluluk üzerineydi oysaki.  Sınavları kazanmak, iyi bir kariyer… Her adımda hep çok mutlu olacağını zannetmiş,  her defasında da hep hayal kırıklığına uğramıştı.  Çevresindeki insanlar sahte gülücüklerle onun bu hırslı yarışını izlemişler, takdir ettiklerini söylerken bile onu hep yeni bir beklentiye mahkûm etmişlerdi.
“Bu sayfada pozitif düşünmekle ilgili bir bölüm var mesela, sence önemli mi bu?”
“Önemli tabii, yaşadığımız sorunlar ne olursa olsun ancak pozitif düşünerek üstesinden gelebiliriz.”
“Schmid’e göre insan kendisini sürekli olarak pozitif düşünmek için zorlamamalı ancak zıtlıklar arasındaki tecrübelerin olanca genişliği, kemâle ermiş olgun bir hayatın heyecanını kazandırır insana.”
“Evet, ama toplumda negatif düşünen insanların sayısı o kadar fazla ve tutumları o kadar yorucu ki belki de bu yüzden Polyannacılık bazen iyi geliyor insana.”
“Haklısın. Önemli olan sürekli pozitif olmaya çalışmamak bence de.”
Hiç böyle bir deneyim yaşamamıştı daha önce. Bilge bir kadınla yolculuk yapıyor, üstelik kitaplardan söz ediyorlardı. Bir yandan da kendi yaşamına dönüp sorgulamalar yapıyordu. Mutluluk tam da bu olmalıydı. Melankolik roman karakterlerini düşündü, özellikle Romantizm etkisiyle yazılmış romanlarda ne kadar da geniş yer tutardı kopan fırtınaların anlatımı. Çatışmanın nedeni de çoğu zaman karşılıksız aşk hali ve kavuşamama sorunuydu.
Derin’in üzerindeki elbise dikkatini çekti. Uyumlu tonlar içinde sadeliğin ışığı yayılmıştı elbisenin tüm kıvrımlarına. O ise yeniden kaldırdı kafasını.
“Melankoli bu kitaba göre insanın var olmasının tarz ve biçimlerinden biriymiş, dünya sancısı kasıtlı olarak her zaman duyulabilir.”
“Bence de. İçinde yaşadığımız dünyada açlık, ırkçılığın artması, küresel ısınma, salgın hastalıklar gibi sorunlardan dolayı kaygı duymamak, melankoliye kapılmamak mümkün mü?”
“Melankoliyle depresyon arasındaki fark önemli, melankolinin anlam arayışıyla bağı var, depresyonda ise o anlam bağı ortadan kalkıyor ve insan kendi varlığına son vermeyi bile düşünebiliyor.”
Çocukken, intihar edersem annem, babam çok üzülür mü, diye sorardı kendine.  Yıllar sonra arkadaşlarının da belli dönemlerde bu duyguyu genelde yaşadıklarını, özellikle ergenlikte bu duyguyla baş edebilmenin yaşamın devamı için ne kadar da hayati olduğunu anlamıştı.
Bir süre hiç konuşmadılar. Heyecanla bekliyordu kitabın bitmesini, çünkü bu özel kadına kitap dışında da sorular sormak, ona kendisinden, geçmişinden bahsetmek istiyordu. Sabırla bekledi. Beklerken, camın buğusuna  “Gülmek, bir halk gülüyorsa gülmektir” dizesini yazıverdi şairine gülümseyip.
Nihayet kitap bitmişti. Derin birazdan inmesi gerektiğini, kendisini tanıdığı için çok memnun olduğunu söyleyerek kitabı çantasına koydu ve üst raftan montunu aldı.
Çok şaşırmıştı. “Daha konuşmaya yeni başlamıştık ama” dedi çocukça bir tavırla. Baş edemediği bir hüzün kapladı yüreğini. “Peki, ne yazıyordu kitabın sonunda?”
Derin düşmemek için koltuğa tutunurken gülümsedi, “Anlam” dedi.  “Mutluluk dayatması daha çok mutsuzluk getirir. Mutsuz olmayı insan olmanın bir imkânı olarak değerlendirmeliyiz.”
Otobüs durduğunda usulca karanlığa karışan bu bilge kadının arkasından bakarken muavinle göz göze geldi.
“Abla” dedi muavin. “Deminden beri kendi kendine konuşuyorsun,  yolcular rahatsız oluyor.”
Daha fazla Panzehir Öykü okumak için buraya tıklayınız.
Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

3 thoughts on “İNSAN OLMANIN İMKÂNI / Özlem Çuhadar

  1. Sülbiye Yıldırım dedi ki:

    Özlem Hanım emeğinize sağlık, severek, ilgiyle okudum.

    1. özlem dedi ki:

      çok teşekkür ederim,sevgilerimle

  2. Baykan Akar dedi ki:

    Kaleminize sağlık, devamı gelir umuduyla başarılar.

Baykan Akar için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir