Gogol’un Palto’sunda Yüz Seksen Yıldır Yaşayan Küçük İnsan

Kapanma günlerindeki yürüyüşler sırasında edindiğim sesli kitap dinleme alışkanlığım bu kez beni Rus Edebiyatında öykü geleneğinin kurucu yapı taşı Palto ile buluşturdu.

Rus Edebiyatında modern öykünün ve gerçekçilik akımının öncüsü Gogol’un 1842 yılında yayınlanmış olan bu öyküsü Rus Edebiyatında yepyeni bir çığır açmış, sadece kendisinden bir dönem sonra gelen Tolstoy, Dostoyevski ve Çehov gibi Rus yazarları değil,  başka ülkelerdeki edebiyatçıları da az ya da çok etkilemiştir.

Kafka’nın 1915’de yayınlanan uzun öyküsü Dönüşüm‘deki ana karakter Gregor Samsa ile Sabahattin Ali’nin ünlü romanı Kürk Mantolu Madonna‘daki Raif Efendi karakterlerinin, Palto’nun ana karakteri Akakiy Akakiyeviç ile benzerlikleri edebiyatçıların dikkatini çekmiş ve yorumcular bu iki karakterin yaratılması sürecinde Palto’dan etkilenme ve esinlenmenin söz konusu olduğu hususunda birleşmişlerdir.

Yıllar, yıllar önce Gogol’un öykülerini okumuş, özellikle Palto öyküsünden çok etkilenmiştim ama aradan geçen yıllarda bu olağanüstü eserin ne kadar çarpıcı olduğunu unutmuşum.

Ne anlatır Palto bizlere?

Gogol’un neredeyse adıyla özdeşlemiş olan bu önemli yaptın, Paltonun içinde neler vardır, neler saklıdır?

 

 

Bir kere “küçük adam”ı anlatır. Gogol’a kadar Rus Edebiyatında dikkate alınmayan, yer bulamayan o silik, kimsesiz parasız, sıradan, çirkince, ezik küçük adam ilk kez bir öykünün ana karakteri olarak Palto öyküsünde var olmuştur.

Gogol’un büyük sevgi ve hayranlık duyduğu, yazı hayatı boyunca etkisinde kaldığı ve yönlendirmesine ihtiyaç duyduğu büyük Rus yazarı Puşkin yalın anlatımlı romanları ile gerçekçilik akımını başlatmış, Rus Edebiyatında yeni bir dönemin başlamakta olduğunu göstermişti. Puşkin’den etkilenen, ona hayranlık duyan Gogol da bu yeni başlayan gerçekçilik akımını güçlendiren, daha ileriye taşıyan zengin bir kaynak, gürül gürül akan bir kanal olmuştur.

Gogol’un gerçekçilik akımını güçlendiren eserleri aynı zamanda taşıdığı derin hüzünle,  metinlerine hâkim olan büyük umutsuzluk ve süregelen neşesizlik duygusu ile öncülerinden farklılaşıyordu. Gogol’un kullandığı alaycı ve eleştirel üslup ise yapıtlarının çok daha etkileyici ve vurucu olmasını sağlıyordu.

Edebiyatta yalın gerçekçiliğin aşılmaz doruklarından biri olan Palto, modern öykünün doğuşunu da müjdelemiştir. Sıradan insan ilk kez Gogol ile birlikte öykü sanatının sahnesine çıkmıştır. Gogol’dan önceki Rus yazarlar, üstün ve önemli kişileri, onların yaşamını ve duygularını, bir hikâyesi olan kahramanları anlatmaya değer görmüş, sessiz çoğunluğa köylülere, küçük memurlara, hizmetlilere edebiyatta hiç yer vermemişti. Palto ile birlikte ilk kez aciz, silik, sıradan bir insan edebiyat kahramanı haline dönüşüyordu.

Palto’nun edebiyat çevrelerinde bir başyapıt olarak kabul edilmesinin önemli bir nedeni de Akakiy Akakiyeviç’i anlatan öykünün son bölümünün gerçeküstü bir üslûpla yazılmış olmasıdır. Gogol’un bu ölümsüz eseri zamanına göre çok ileri bir adım atarak fantastik bir sonla bitmektedir.

Gogol palto öyküsünü gerçek yaşamda duyduğu bir olaydan esinlenerek yazmıştır. Arkadaşları ile birlikte bir davet ortamında bulunduğu sırada birisinin yaşadığı trajikomik bir olaydan söz edilir. “Bir adam çok istediği tüfeğe sonunda kavuşmuştur. Daha yeni tüfeği ile ilk ava çıktığı gün, elindeki tüfeği sandaldan suya düşürür. Tüfeğini yitirdiği için çok üzülen adam hastalanır, yataklara düşer, bir türlü kendisini toparlayamaz. Sonunda arkadaşları aralarında para toplayarak yeni bir tüfek alırlar ve hasta adama armağan ederler.” Bu hikâyeyi dinleyenler anlatılanı komik bulup, gülüşürlerken, Gogol ise susmuş ve derin düşüncelere dalmış.

Burada, Gogol’u derin düşüncelere sevk eden husus şudur: Küçük adamın, sıradan insanın çok istediği bir şeye kavuşma hevesinin derinliği ve elde ettiği zaman ise,  o değer verdiği şeyi elinde tutmayı, korumayı başaramadığı için düştüğü derin karamsarlığı ve umutsuzluğu, kırılganlığı çok iyi anlamıştır.

Gogol Palto’yu Çar 1. Nikola döneminde yazmıştır. Fransız Devrimi’nden etkilenen Rus aydınları 14 Aralık 1825 tarihinde Dekabrist Ayaklanması ile yeni bir anayasa hazırlanmasını ve Çar’ın otoritesini sınırlanmasını isterler. Ancak aydınların darbe girişimi başarısız olunca, aydınlar ve halk çok daha baskıcı bir yönetimle karşılaşırlar.

Gogol tam da bu atmosferde yazdığı Palto’nun başlangıç satırlarında Çarlık Rusya’sını alaycı bir dille ve üstü örtük bir şekilde eleştirmiştir. Birlikte okuyalım: “Devlet dairelerinden birinde… Ama hangisinde olduğunu belirtmeden geçsek daha iyi olacak. Çünkü devlet dairelerinde, askeri birimlerde, özel kalemlerde, kısacası kamu hizmeti gören kurumların herhangi birinde çalışanların hepsi tepki göstermek için fırsat kolluyorlar; alınganlıkta üstlerine yok.”

Palto, Akakiy Akakiyeviç adlı alt düzey bir memurun hikâyesidir. Tüm hayatı koyu bir yokluk ve yoksunluk içinde geçmiş, çirkince, çok sakin, çok silik ve sessiz bir insandır kahramanımız. Her nasılsa bir devlet dairesine kapak atmayı başarmış, yıllık dört yüz ruble tutarındaki çok az bir maaşla memur olmuştur. Akakiy Akakiyeviç’in tüm iş hayatı aynı dairede geçmiştir. Evrakları düzgün el yazısıyla temize çekmektedir. Yaptığı işi çok önemsemekte, hiç şikâyet etmeden, sürekli aynı işi yapmaktan asla sıkılmadan adeta zevke çalışmaktadır.  Bir keresinde özverili çalışmasını takdir eden bir amiri onu terfi ettirerek evrak temize çekme işinin bir üst seviyesindeki benzer bir işi yapmak üzere görevlendirmiş, ancak Akakiy Akakiyeviç bu yeni görevinde çok bocalamış, hiç mutlu olamamış, kısa bir süre sonra eski görevine iade edilmesini talep etmiştir.

Akakiy Akakiyeviç bir robot gibi çalışmakta ve bir robot gibi yaşamaktadır. Hiçbir şeyi sorgulamadan önüne konan evrakları özene bezene temize çekmek için didinmekte, mesaisi erince de çevresine hiç dikkat etmeden yaşlı bir kadının bir odasında kiracı olarak yaşadığı evin yolunu tutmaktadır. Diğer memur arkadaşları gibi işten sonra eğlenmeğe gitmiyor, kimseyle görüşmüyor, yaşlı kadının sunduğu bir tabak yemeği yedikten sonra mum ışığında daireden getirdiği yazıları temize çekmeye devam ediyordu.

Akakaiy Akakiyeviç’in çalışma ortamı ve iş arkadaşları ile ilişkisi hakkında kitaptan bir cümleyi paylaşmak istiyorum: “Aynı dairede görev yapan genç memurlar hiç acımadan Akakiy Akakiyeviç’le alay eder, onun gururunu zedeleyen espriler yaparlardı. Örneğin onun duyacağı şekilde, yetmiş yaşındaki ev sahibesiyle ilişkisi hakkında kendilerinin uydurdukları çirkin hikâyeleri birbirlerine anlatırlar; hatta Akakaiy Akakiyeviç’in ihtiyar kadından dayak bile yediğini iddia eder, ikisinin ne zaman evleneceğini sorar, kâğıttan hazırladıkları konfetileri başından aşağı dökerek ‘A! Kar yağıyor!’diye dalga geçerlerdi.”

Akakaiy Akakiyeviç bu saldırılar çok artınca dayanamaz, fiziki tacize varan saldırılar karşısında  fazla yüksek olmaya bir sesle itiraz eder, “bırakın beni neden bana bu kadar eziyet ediyorsunuz, canımı yakıyorsunuz” diye acı acı söylenirdi. Aynı dairede göreve yeni başlamış bir memur da önceleri arkadaşları gibi kötü davranmış, zavallı Akakaiy ile alabildiğince dalga geçmişti. Sonra bir gün adamcağızın acı çeken haline ve yakarışlarına daha fazla dayanamaz ve yaptığından utanır. Akakaiy’in zavallılığı memuru derinden etkiler, bu tür kötü davranışlarına son verir. Nihayet Akakiy’in acı haykırışlarını duyan ve ona gerçekten acıyan bir kişi çıkmıştır.

Gogol acıma duygusu olan memurun bu durum hakkındaki duygularını eserinde şu cümle ile anlatmıştır:  “Hayatı boyunca bu sahne gözünün önüne geldikçe, genç adam elleriyle yüzünü kapatıp insan denilen varlığın ne kadar acımasız olabildiği; ince, kültürlü, terbiyeli kişilerde (Tanrım!),hatta toplum tarafından asil ve şerefli insanlar olarak kabul görmüş kişilerde bile ne kadar gaddarca bir yan olabildiği gerçeğini gördükçe derinden sarsıldı.”

Petersburg kentinin ayazı çok korkunçtur. Günlerden bir gün bizim Akakaiy sabahları işe giderken sırtının ve omuzlarının ağrısına dayanamaz olur.

Kitaptan bir bölüm okuyalım: “Yılda dört yüz ruble kadar gelir elde eden herkesin mücadele etmek zorunda kaldığı amansız bir düşman vardır Petesburg’da. Söz konusu düşman, her ne kadar insan sağlığına iyi geldiği söylense de, bizim ünlü kuzey ayazından başka bir şey değildir.”

Akakaiy Akakiyeviç kuzey rüzgârlarına karşı giymekte olduğu paltonun yetersiz kaldığını düşünür. Paltosunu incelediğinde sırtını ve omuzlarını örten kumaşın iyice eridiğini hatta yer yer delindiğini fark eder. Üstelik astarı da çok incelmiş ve yırtılmıştır.

Eskiden serf olarak bir derebeyinin topraklarında çalışırken, dikiş becerisi sayesinde kentte terzilik yapmaya başlayan Petroviç’i ziyaret ederek, paltosunu birkaç kapik karşılığında onartmayı düşünür.

Zaten dairedeki çalışma arkadaşları da en çok Akakiyeviç’in bu eski paltosu ile dalga geçmekte, o giydiği şeyin bir alto değil, olsa olsa bir tür sabahlık olabileceğin söyleyerek, onunla alay etmekte  ve aşağılamaktadırlar.

Öyküde Akakaiy’in terzi Petroviç’i eski platosunu onarması için ikna etmeye çalışmasının anlatıldığı satırların bir edebiyat şaheseri olduğunu söylemek isterim. Serflikten kurtulduktan sonra bu kez de alkolün kölesi olan, votkasız yaşayamayan Petroviç, Nuh” der, “Peygamber” demez ve Akakaiy’in yeni bir palto diktirmek zorunda olduğunu ısrarla belirtir. 150 ruble ödemesi halinde Akakaiy’e güzel ve yepyeni bir palto dikebilecektir.

Zavallı Akakaiy’in yıllık 400 ruble olan geliri ile bu paltoyu diktirmesine olanak yoktur. Uzun görüşmeler sonunda yakası kedi kürkünden olmak üzere 80 rubleye yeni bir palto dikilmesi için anlaşırlar.

 

Kıt kanaat geçinmekte olan Akakaiy Akakiyeviç’in 80 rublesi de yoktur ve biriktirmede çok zor, hatta imkânsızdır. Zaten çok zor koşullarda yaşayan Akakaiy’in para tasarruf etmek edebilmek için akşam yemeği yemek, mum ışığında yazı temize çekmek gibi yaşamsal konulardan vaz geçmek zorunda kalır.

Akakaiy Akakiyeviç yeni bir palto sahibi olma hayali ve hevesi ile para biriktirmeye çalıştığı aylarda bir dönüşüme uğramış, dinçleşmiş, hayaller kurmaya başlamıştır.  Kitaptan bir bölüm alıntılıyorum: “Önüne ne pahasına olursa olsun ulaşacağı bir hedef koyan insanlar gibi kendini şimdiden daha hayat dolu hissediyor, karakteri güçleniyordu. Yürüyüşünde ve hareketlerinde kararsız ve ikircikli ne varsa gitmiş, gözlerinde yeni bir ateş parlamaya başlamıştı. Hatta en cüretkâr hayallerinde bazen paltosuna sansar kürkü bir yaka diktirmeyi bile kurar olmuştu.”

Bu öyküde en etkileyici bulduğum bölümler, Akakaiy’in zorunlu harcamalarından vazgeçmesinin anlatıldığı satırlar ile aylar sonra yeterli para sağlandığında terzi Petroviç ile birlikte dikilecek paltonun kumaşını ve astarını satın almalarının anlatıldığı paragraflar oldu.

Sonunda palto dikilir ve bir saba erkenden bizzat Petroviç tarafından Akakaiy’in evine getirilir ve özenle üzerine giydirilir. Palto çok güzel olmuştur.

İş yerine koşar adımlarla ulaşan Akakaiy Akakiyeviç’i dairedeki öteki memurlar büyük tezarühat ile karşılarlar. Yeni paltosunu öven sözler söylerler. Ondan bu yeni paltoyu kutlamak için kendilerine yemek ısmarlamasını isterler. Zavallı Akakaiy kem küm ederken, müdür yardımcısı herkesi akşama kendi evine davet eder.

Mesai bitince herkes gibi Akakaiy de evine gider, yemeğini yer ve biraz dinlenir. Sonra kalkıp giyinir ve yürüyerek müdür yardımcısının şehrin öteki ucunda, zengin mahallesindeki evine gider.  Akakiy yeni paltosunu giyene kadar silik, görünmez bir adam olarak, programlanmış bir robot gibi işine gidip gelirken, o sabahtan beri bambaşka bir adam olmuştur. En başta yürüyüşü değişmiştir. Daha özgüvenli, emin adımlarla, çevresine bakarak, vitrinleri seyrederek, adeta neşeyle yürümektedir. Eski dalgınlığından eser kalmamıştır. Akakaiy Akakiyeviç kendisini değişmiş hissetmekte, farlı bulmakta hatta önemsemektedir.

İş arkadaşları onu gene coşkuyla karşılarlar. Çaylar içilir, yemek yenir, hatta yeni palto şerefine şampanya içilir. Akakaiy de iki kadeh içer. Sonra yorulur ve sessizce kalkar, evine dönmek üzere yola koyulur.

Vakit geç olmuştur, şehrin ıssız ve karanlık bir bölümüne geldiğinde karşısına çıkan iki kişi zorla sırtındaki paltoyu çıkarıp alırlar.  Zavallı Akakaiy Akakiyeviç gece yarısı ayazda titreyerek, meydanın öbür ucundaki güvenlikçinin kulübesine koşar.  Güvenlik görevlisi onunla hiç ilgilenmez, “yapacak bir şey olmadığını” söyler. Ertesi gün karakola gitmesini önerir. Üşüyerek, titreyerek evine ulaşan Akakaiy’e yaşlı ev sahibesi “sabah gidip, komiseri görmesini” öğütler. Sabah sırtında onu kuzeyin ayazından koruyamayan eski paltosu ile sokağa çıkan Akakaiy karakola gider, uzun uzun bekledikten sonra komisere derdini anlatır. Ancak karakolda da beklediği ilgiyi görmeyen ve üstelik azarlanan küçük adamımız iş yerinde gider, oradaki memurlara derdini anlatır. Herkes çok üzülür. Kendi aralarında para toplayarak, ona yeni bir palto almak isterler ama toplayabildikleri para çok yetersizdir. Memurlardan biri Önemli Adam’a gitmesini, ondan yardım istemesini salık verir.

Önemli Adam’ın kapısında saatlerce bekletildikten sonra bu kez de Önemli Adam tarafından yol yordam bilmediği için azarlanır.  Buyurun, gene kitaptan bir bölüme göz atalım: “Önce görüşmek istedikleri konuyu kayıt memuruna bildirmeliydiler, kayıt memuru bunu yazmana, yazman da düzeltmene ya da ast üst ilişkisine göre sırada kim varsa ona iletmeliydi; konu ancak bu sıra izlenerek kendisinin görüşüne sunulmalıydı.”

Çok üzgün ve umutsuz bir şeklide evine dönen Akakaiy titreyerek yatağına girer, gece ateşi çıkar ve iki gün içinde de ölür.

İş yerindekiler onu merak edenler evine bir hademe yollayınca öldüğünü öğrenmiş olurlar.

Palto sisteme getirdiği eleştiri ile o güne kadar hiç değinilmemiş olan yönetici sınıfın halka yabancılaşmasını anlatmaktadır. Kamu kurumlarına başvuran sıradan bir kişinin derdini anlatacak bir yetkili bulamaması,,  yoksul ve eğitimsiz kişilerin bürokrasinin çarkları arasında ezilmesi,  vatandaşın başına gelen bir hırsızlık olayı için bile hakkını arayamaması, en basit vatandaşlık haklarını bile  kullanamaması Palto’da çok etkileyici bir şekilde gözler önüne serilmektedir.

Kitaptan bir paragraf sunmak istiyorum: “Akakiy Akakiyeviç toprağa verildi ve Petersburg onsuz kaldı; sanki bu kentte böyle biri hiç var olmamıştı. Davasına kimsenin sahip çıkmadığı, kimsenin yakınlık göstermediği, bir iğnenin ucuna yerleştirdiği sıradan bir sineği bile alıp mikroskop altında incelemeyi ihmal etmeyen doğa bilimleri uzmanlarının dahi dikkatini çekmeyen bir yaratık, ömrünün son günlerinde de olsa palto biçimine bürünmüş ışıl ışıl bir misafir tarafından ziyaret edilmiş, sonra da çarların ve dünyadaki diğer tüm hükümdarların üzerine çöken felaket onun da karşısında belirmiş yıllarca dairedeki arkadaşlarının acımasız alaylarına sabırla katlanan Akakiy Akakiyeviç bir hiç uğruna bu dünyadan sessizce göçüp gitmişti.”

Öykü burada sona ermiyor.  Bir süre sonra Petersburg gecelerinde bir hayalet belirir. Hayalet karanlık meydanda, köprübaşında rastladığı kişilerin zengin fakir ayır etmeden sırlarındaki paltoları çekip almaktadır. Tüm şehir bu acayip olayı konuşmaktadır. Bir gece katıldığı bir davetten mutlu mesut dönmekte olan Önemli Adam sürücüsü olan kızağında kürk örtülere sarılmış otururken, aniden boğazına sarılan hayalete sırtındaki samur kürk yakalı en iyi kumaştan dikilmiş paltosunu kaptırır. Ne hikmetse o geceden sonra hayalet bir daha kimseye musallat olmaz.  Akakiy Akakiyeviç’in öcünü aldığı düşünülmektedir.

Bu fantastik son çok etkili ve önemlidir. Bir kere, bu günden tam yüz seksen yıl önce yazıldığı dikkate alınacak olursa, bu öyküde fantastik ögelere yer verilmiş olması başlı başına önemlidir. Ayrıca, öyküdeki sorunun çözülebilmesinin ancak fantastik kurguyla, bir hayaletin yardımıyla mümkün olabilmesi dönemin koşullarının ne denli insafsız olduğunu çok çarpıcı bir şekilde anlatmaktadır. Son olarak da, insanların özendikleri ve zor şartlarda edindikleri bir mal veya bir eşyanın o kişinin gözünde çok önemli bir değere sahip olduğu, yaşamında önemli bir yer yer edindiği,  dolayısıyla bu mail veya eşyanın kaybedilmesi halinde adeta gözlerinin arkada kalacağı da vurgulanmaktadır.

Bu öykü bir çaresizlik ve karamsarlık manifestosu olarak da okunabilir. En alt katmanlardaki sıradan insanların, küçük yaşamlarında katlanmak zorunda kaldıkları yoksulluk, ezilmişlik, yalnızlık ve çaresizlik karşısında, o dönemde bir çözüm, bir çıkış görünmemekte, ufukta bir uyanışın işaretleri de bulunmamaktadır. Bu durumda Gogol, bu uçsuz bucaksız yoksulluğun ve yok sayılmanın karşısına çare olarak öykünün sonunda fantastik bir çözüm yaratmayı seçmiştir.  Fantastik bir öç alma dışında bir çıkış bulunamaması, o dönemdeki aydınların ve en başta da Gogol’un içinde bulunduğu karamsarlık, adaletsizlik ve güvensizlik duygusunu anlatmaktadır

Palto öyküsünün yayınlaması ile soylu kesim ve bürokratlar Gogol’a tepki gösterirler. Gogol aydınlar üzerinde kurulmuş olan baskıcı düzende işini yoluna koymuş olanlar, mevcut düzenden çıkarı olanlar tarafından suçlanır. Gogol’a karşı olanlar bu kitap ile Rus insanını aşağıladığını, kötü yönlerini vurgulayarak, ihanet ettiğini iddia ederler. Oysa Gogol Rus halkını aşağılamak gibi bir düşünceyle yazmamıştı Palto’yu.  Gogol yozlaşmış düzenin gerçekçi bir fotoğrafını çekmişti. Çarlık Rusya’sında soylular ve yönetici sınıfın tepkisi ile karşılaşsa da Palto, dönemin alaycı bir eleştirisini yapması açısından döneme damgasını vuran bir başyapıt olarak kabul edilmiştir. Bu kanı  yüz seksen yıldır da değişmemiştir.

Kitabın ilk baskısında ödüllü çizer Noemí Villamuza’nın  anlatılan öykü ile bütünleşen çizimleri de kitabın başarısına katkı sağlamıştır.

Palto’da sıradan insanların yaşadıkları acılar, karşılaştıkları haksızlıklar, ve yaşadıkları yoksulluk ve yoksunluk tüm çıplaklığıyla anlatılmaktadır. Akakiy Akakiyeviç’in başına gelen acı olaylar aslında XIX. Yüzyılın Rus halkının ve dünyadaki bütün küçük insanların ortak hikâyesidir.  Palto’da küçük insanın yok sayılması çok etkili bir anlatımla, okuru sarsacak bir ustalıkla dile getirilmiştir.

İnternette dolaşırken bir yerde ünlü Rus yazar Belinski’nin Gogol için  “gündelik yaşamın şairi” dediğini okudum. Gogol’u bir cümlede anlatmanın daha iyi bir yolu olduğunu düşünmüyorum.

Son olarak,  ünlü rivayetten söz edelim. Dostoyevski’nin “Hepimiz Gogol’ün Palto’sundan çıktık” dediğine inanılmaktadır.

Gogol’un Palto’su yüz seksen yıl önce yayınlanmıştı. Bugün durup düşündüğümüzde dünya halklarının önemli bir bölümünün yaşamında hiç bir değişiklik ve iyileşme olmadığını görmekteyiz.  Bu konuda uzun değerlendirmelere girmek için bu yazı uygun bir mecra değil. Kendi ülkemizdeki küçük insanın bugün Gogol’un 1842’deki Çarlık Rusya’sındakine benzer koşullarda olduğunu, yok sayıldığını ve görmezden gelindiğini belirterek, sözü bağlayalım.

Nikolay Vasilyeviç Gogol Rusya’nın Ukrayna topraklarında varlıklı bir ailenin evladı olarak, 19. yüzyılın ilk yıllarında 31 Mart 1809 yılında doğmuştur. Kazak kültürü ile iç içe büyümüştür.  İlk dönem eserlerinde folklorik unsurlar çok yoğundur. İlk öyküleri ve oyunlarını yazarken Ukrayna’daki köy yaşamından ve içinde büyüdüğü Kazak kültüründen esinlenmiş,   çevresinde dinlediği halk hikâyelerinden yola çıkarak, folklorik ögelerle, halk deyişleriyle bezeli, renkli, eğlenceli yapıtlar ortaya koymuştur.

Gogol daha on dokuz yaşındayken, 1828 yılında Petesburg kentine gider, amacı iş bulup çalışmaktadır. Ancak işler umduğu gibi gitmez. Uzun müddet ailesinin desteği ile yaşar. Sonunda arkadaşlarının yardımıyla Puşkin ile tanışır. Büyük yazarın ilgisine ve desteğine mazhar olur.

Gogol, 1936 yılında, henüz yirmi yedi yaşındayken, “Araba” adlı neşeli öyküsü ile hem eğlenceli hem de iğneleyici bir üslûpla yazdığı gerçeküstücü öyküsü “Burun” Puşkin’in çıkardığı bir dergide yayınlanmıştır.

Henüz kırk iki yaşındayken, 4 Mart 1852 tarihinde aramızdan ayrılan Gogol’un psikolojisi özellikle 1837 yılında Puşkin’in ölümünün ardından iyice bozulmuştu. İtalya’nın başkenti Roma’da Ölü Canlar romanını yazarken duyduğu bu haber onun hayatını alt üst etmiştir. Moskova’ya döndükten sonra çalışmaya devam eder.

Gogol 1942 yılında Ölü Canlar’ın 1. Cildini ve sekiz yıldır üzerinde çalışmakta olduğu Palto’yu bitirerek yayınlar. Bu dönemden sonra dine yönelen, kendi içine kapanan, karşı olduğu kiliseyi övmeye başlayan Gogol hayranlarını şaşırtır. 1948 yılında Kudüs’ü ziyaret eder. Moskova’ya döndükten sonra yanına sığındığı gerici rahibin telkinleriyle ünlü eseri Ölü Canlar’ın ikinci cildini yakan, yemek yemekten vazgeçen, gerçeklikten iyice uzaklaşan Gogol’un yaşamından ve edebi kimliğinden daha fazla söz etmek istemiyorum. Panzehir Dergi’nin Genel Yayın Yönetmeni sevgili Aysel Karaca Hanımefendinin Gogol’u anlattığı videosunun linkini buraya ekleyerek, sizleri şahane bir Gogol tanıtımına davet etmekle yetiniyorum. https://www.youtube.com/watch?v=9YuRV1nEQ0w

 

Birsen Karaloğlu

4 thoughts on “Gogol’un Palto’sunda Yüz Seksen Yıldır Yaşayan Küçük İnsan/ Birsen Karaloğlu

  1. Alev Turanlı dedi ki:

    Tanrım!
    Palto’ yu yıllar önce okumuştum. Ancak bu kadar güzel bir yorumla yeniden anımsamak muhteşem bir duygu oldu benim için ellerinize beyninize sağlık Ülkemde böyle muhteşem kalemler varmış sayenizde öğreniyorum iyi ki varsınız öyle beğendim öyle bilgilendim öyle mutlu oldum ki sevgiler

    1. Birsen karaloğlu dedi ki:

      Sevgili Hanımefendi
      Öyle coşkulu bir övgü yazmışsınız ki, çok heyecanlandım. Gogol’un küçük insanının bize aynı yoğunlukta dokunduğunu düşünüyorum. Özellikle yazıldığı dönemi ve yazarın yaşam koşullarını düşündüğümde işte “geçek edebiyat” dediğim ve büyük hayranlık duyduğum bir metin karşısındayım. Anlayan ve etkilenen duyarlılığınızı alkışlıyor, sizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

  2. Ayten Cenik dedi ki:

    Beni derinden etkileyen yorumunuz için çok teşekkür ediyorum. Yaşamın pek çok alanında gördüğümüz yok sayılan küçük insanlar beni hep yaralamıştır. Kesinlikle Sebahattin Ali’nin etkilendiğini, üslup olarak olmasa da Orhan Kemal’in Aziz Nesin’in küçük memurlarının benzerliğini, Türk yazarlarının da ondan etkilendiklerini düşünüyorum. Çok duygulandım okurken , iyi ki sizler varsınız.

    1. Birsen karaloğlu dedi ki:

      Değerli Hanımefendi merhaba,
      Önce yorumunuzu bu kadar geç yanıtladığım için samimiyetle özür dilerim. teknik bir sorun nedeniyle daha önce fark etmemiştim. Ne olur, kusura bakmayınız. Edebiyatla yakından ilgilendiğinizi, yazarları ve yarattıkları kahramanları yakından bildiğinizi anlayınca çok etkilendim.

      Uzun yıllar boyunca her bir romanı dümdüz okuyup bitirmiştim. Her romanı kendi öyküsü ve karakterleri içinde değerlendirmiştim. Bunun ilk nedeni çok karışık bir düzende okumamdı. Yerli, yabancı, kadın, erkek, güncel, klasik, popüler, sıradan veya önemli ayırımlarına hiç girmeden rastgele okudum uzun yıllar boyunca. Bulduğumu arkadaşımın elinde gördüğümü, kitap eklerinde önerileni, vitrinde öne çıkarılanı rastladığımı adeta oburca tükettim ve üstünde hiç düşünmedim. İkinci neden olarak da; ezberci, kolaycı bir yanım olduğu, analitik yaklaşımdan yeterince nasibi alamadığımın farkındaydım. Kişisel facebook sayfamda izlediğim filmler yada kısa geziler hakkında notlar yazamaya başladım, ardından son okuduğum kitapları anlatmaya başladım.

      İnanır mısınız, asıl kırılma noktası pandemi ile ortaya çıktı.. Evde kaldığım ilk bir buçuk aylık dönemde aynı yazarın kitaplarına yoğunlaştım. Bir süre öyle devam etti. 2020 yazında Panzehir Dergi ile yollarımız kesişti. Orada yayın kurulunun her ay önerdiği “ayın edebiyatçılarını tanıtma” programı kapsamında arka arkaya aynı dönem yazarlarını okumam gerekti.

      Biliyor musunuz ne oldu? Birden bire yazarlar, kitaplar, hatta karakterler arasında benzerlikler, etkileşimler açığa çıkmaya başladı.

      Şimdi ne haldeyim? Yolum çok uzun, hemen her yazarı yeniden okumak gibi bir hayalim var. Umarım vaktim olur.
      Sizi sevgiyle ve iyilik dileklerimle selamlıyorum.

Birsen karaloğlu için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir