EVE ERKEK ALIRSAN/ Berrin Yelkenbiçer

Asansör yok. Bütün gün çalışıp üzerine üç saat süren vapur, metro, minibüs yolculuğundan sonra şimdi gel de bu beş katı çık. Babası söylemişti. “En üst kattan ev tutma, dam akar, en alt kattan ev tutma, su basar.” demişti. Oysa o alt katları değil ama üst katları sevmişti hep. Gökyüzüne ve kuşlara yakın olma sevdasından bir de odalarının asimetrik dizilişine nedense bayıldığından bu eski apartmanın en üst katını kiralamıştı. O çok da uzak olmayan taşra şehrindeki ailesi yalnız yaşamasından pek hoşlanmasa da hem çalışmaya başladığı kurumun kurumsallığından hem de apartmanın mahalle görünümlü konumundan dolayı ses çıkarmamışlardı.

Şimdi o kurum kurum şirkette günde on iki saate yakın saat çalışıyor, sonra saatlerce trafik çekip beşinci kattaki gökyüzüne yakın evine dönüyordu. Gerçi etraftaki daha yüksek binalar yüzünden ancak balkona çıkıp kafasını sol çaprazından yukarı kaldırırsa gökyüzünü görebiliyordu ama salonun köşesindeki odadan u dönüşü yapıp dipteki yatak odasına girmeyi seviyordu. Ters köşeleri hep sevmişti.

Sabahları ikişer ikişer indiği, akşamları yemek kokularına rutubet ve çöp kokularının karıştığı merdivenleri teker teker tırmandı. Daire kapılarının önünde dağınık duran ayakkabılara basmamaya çalıştı. Her katta dört daireden on dokuzunu geçip yirminci dairesine ulaştı. Kapıyı açıp botlarını içeri aldı. Karanlık eve girmeyi bir türlü sevemediğinden sabahları salondaki köşe lambasını açık bırakıp çıkıyordu evden. Dışarının kokulu uğultusundan sonra lambanın yumuşak sarı ışığı içini ısıttı. Elindeki paketleri mutfağa bırakıp paltosunu çıkardı. Ters köşedeki yatak odasına doğru ilerlerken kapı çaldı.

Zile basılmamıştı da üzerine sertçe vurulmuştu. Allah Allah, diye mırıldandı. Kim olabilir bu saatte?

Kapıya ilerleyene kadar da vurulmaya devam etti. Hızla açınca bir eli vurmaya devam etmek üzere havaya kalkmış kapıcıyla karşılaştı Servis saati geçeli çok olmuştu. Ne vardı acaba?

-Buyurun Mustafa Efendi, ne vardı?

Herkesin “Mıstaa Efendi “ diye seslenmesinden hiç hoşlanmayan ama sesini de çıkaramayan Mustafa Efendi, merdivenlerde keklik gibi seken bu bankacı kızın, adını böyle özenli söylemesini bir kere daha sevdi. Havadaki elini usulca indirdi. Boğazını temizledi.  Bir kâğıt uzattı.

-İmza topluyoruz, bir siz kaldınız imzalamayan.

-Ne için imza topluyorsunuz?

-Beş numaradaki Aysel Hanım’ı apartmanda istemiyoruz. Ayrılsın diye ev sahibine toplu imza vereceğiz.

-Neden istemiyorsunuz?

-Eve erkek alıyormuş.

Bir an anlamadı. Eve erkek almak ne demekti ki?

-O ne demek Mustafa Efendi?

Mustafa Efendi duraksadı. Birbirine yakın gözlerini kırpıştırdı Açıklama yapmak zorunda kalmasına şaşırmıştı. Diğer daireler hiçbir şey sormadan hemencecik imzalayıvermişlerdi Bıyıklarının sağ ucunu usulca çiğnemeye başladı.

-Eve erkek alıyormuş işte, fuhuş yapıyormuş.

Daha nasıl açıklayabilirdi?  Bu kadardı. Yapayalnız yaşayan kıza biraz daha sokuldu. Kız burnunu dikleştirip geri çekildi

-İmzalamayacağım, dedi.

Mustafa Efendi bir kez daha anlamadı. Bu evine hep geç saatlerde dönen kız nasıl olur da herkesin yaptığına uymazdı?

-Bakın Mustafa Efendi, ben Aysel Hanım’ı tanımıyorum, ara sıra karşılaşmamız dışında selam sabahımız yok. Ben nereden bileceğim fuhuş yaptığını? Kusura bakmayın, tanımadığım birini bilmediğim bir konuda suçlayamam. Ben bu listeye imza vermeyeceğim. İyi akşamlar.

Kapı aniden sertçe kapanınca Mustafa Efendi hızla geri çekilmek zorunda kaldı. Bıyığını çiğnemeyi bıraktı. Acilen yöneticiye gidip durumdan haberdar etmesi gerekiyordu. Acaba kapısını çalmak için vakit geç mi olmuştu? Fırça kaşların altından her zaman sert bakan gözler aklına gelince içindeki koşarak alt kata inme isteğini bastırdı. Sabahın ilk işi belliydi.

Kapıyı sertçe kapamak zorunda kaldığına üzülmüştü ama öyle yapmasa Mustafa Efendi’nin içeriyi görmeye meraklı gözlerinden kurtulamayacak gibiydi. Bütün gece düşündü ama şu eve erkek almayı bir türlü bir yerlere oturtamadı.

Mesaiye kaldığı için ertesi gün eve daha da geç döndü. Başı ağrıyordu. Yan masasında oturan iş arkadaşının gözlerinin içine baka baka “Tesis hazır mı tesis?” diye sorup göbeğini hoplata hoplata gülmesi tepesini fena attırmıştı. Ağzının suyu aka aka tesise alınmayı bekliyorsa çok bekleyecekti.

Kapısı yine çalındı. Bu kez hem zile basılmıştı hem de kapı neredeyse yumruklanıyordu. Karşısında yöneticiyi bulunca şaşırdı. Bekliyordu ama bu kadar çabuk değil. Her karşılaşmalarında meslek hayatında kırdığı kalemleri ballandıra ballandıra anlatan bu adamdan da kaleminden de mümkünse uzak kalmak istiyordu.

Emekli askeri yargıç Süleyman Bey, eve kaçta geleceği belli olmayan bu kızın kapısını defalarca çalmak zorunda kaldığı için daha da sinirliydi. Gür kaşlarının altından kısık gözleriyle dik dik baktı. Siyah kemik çerçeveli gözlüğünü düzeltti. Elindeki kalemi sallayarak  sert bir sesle konuştu.

-Bir siz imzalamadınız. Kaleminiz yoksa vereyim.

-Kalemim var Süleyman Bey, imzalamayacağım.

Süleyman Bey’in bakışlarına tehditkâr bir ışık yerleşti. Kalemi daha hızlı salladı.

-Biz bu çatının altında fuhuş istemiyoruz. Beş numaraya giren çıkan belli değil. İmzalamazsanız ev sahibinizi aramak zorunda kalacağım.

-Bakın Süleyman Bey, Mustafa Efendi’ye de anlattım. Ben hiç tanımadığım bilmediğim birini böyle bir şeyle nasıl suçlayabilirim? Evine girip çıkanlar bizi ilgilendirmez. Hem belki gelenler arkadaşıdır, kardeşidir, babasıdır. Hiç sordunuz mu?

Tam “Yönetici olarak siz önce kapıların önünde dağ gibi yığılan ayakkabılara bir çözüm bulun!” diye devam edecekti ki sözü kesildi.

-Sormamıza gerek yok. Durum belli. Sizin durumuz da anlaşıldı. Gerekeni yapacağım.

Göğsünü dikleştirip ince bacaklarının üzerinde hızla merdivenlere yöneldi.

Ev sahibinin telefonunu bekliyordu ama hemen ertesi sabah değil. Emekli askeri yargıç Süleyman Bey hiç vakit kaybetmemiş, bu haddini bilmeyen kız için gereğini düşünmüş, kalemini bir kez daha kırmıştı. Cezayı infaz etmek da ev sahibine kalmıştı.

Fuhuşa yataklık ve ortalıktan evi bir an önce boşaltması istendi. Kira sözleşmesi umurunda değildi. Depozitoyu da iade etmeyecekti. Taşınacağını önceden haber vermemesine sayacaktı. O da kendisini “Çık” demek zorunda bırakmasaydı. Hayır efendim, kiracısının bir yıl bile dolmadan evi boşaltacağını bilse hiç ona kiralar mıydı? Şimdi o da mağdur olacaktı. Kim bilir ne zaman yeni bir kiracı bulurdu. En kısa sürede evi birilerine göstermeye başlayacaktı. Henüz taşınmamış olsa bile eve yeni kiracı adaylarıyla girip çıkardı, bunu da bilsindi. Zaten evine gecenin o saatlerinde dönen kiracıdan hayır mı gelirdi. Babasız kocasız bir kadına kapısını açarsa olacağı buydu.

İki nakliye kamyonu apartmana aynı gün yanaştı. Kendilerine yer açmak için sokaktaki arabaları çektirmek zorunda kaldılar. Nakliyeciler iki taşınmanın aynı gün ve saate denk gelmesinden hiç hoşlanmadılar. Asansör yok diye de söylendiler. İşçiler beş numaranın ve yirmi numaranın eşyalarını merdivenlerden indirirken ofladılar pufladılar, küfürler ettiler. Birbirlerine çarpmamak için çok uğraştılar.

Beş numara Aysel Hanım’la aşağıda karşılaştı. İkisi de kendi kamyonlarının başında bekliyorlardı. Hatırladığından daha sarışın, daha solgun, daha zayıftı. Hafif el sallamasına karşılık verdi. Eve alınan ya da alınmayı uman erkeklerden hiçbiri ortalıkta görünmüyordu.

Aman, dedi sonra içinden. Zaten yamuk bir evdi. Gökyüzünü göreceğim derken de boynum ağrıyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

2 thoughts on “EVE ERKEK ALIRSAN/ Berrin Yelkenbiçer

  1. Kaleminize sağlık, yöneticiler apartmanların kralları olarak yaşıyorlar maalesef. Apartman sakinleri ise onların uyduları… O kadar kötü anı var ki insanların yaşadığı… Direnç göstermek gerek, anlatının sonu keşke böyle bitmeseydi, dedim. Kadınların çaresizliğine dayanamıyor yüreğim. Anlatı, akıcı, kurgu güzel, kutlarım.

  2. Bülent Buyruk dedi ki:

    Güzel ve keyifli bir öykü. Paylaştığınız için teşekkür ederim.

Bülent Buyruk için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir