panzehir dergi
Berrin Yelkenbiçer

DOST BAŞA

Ama o kadar söyledim. Şu ayakkabıları kapı önüne koymayın, dedim.

Hiç sevmem ben öyle şeyi, dedim. Çok ayıp, dedim. Kime ne, dedim. Sanki ben bunca lafı etmemişim gibi çıkarıp koymuşlar. Üstelik evin kapısına da değil, taa bahçe kapısının dışına koymuşlar.
Şimdi ben bunları dedim ama kime dedim? Çok da iyi hatırlamıyorum. Sadece bir kişiye mi yoksa birden fazla kişiye mi söyledim? Birden fazla kişiye söylemiş olsam birinden biri hatırlar, değil mi ama! Demek sadece bir kişiye söyledim. Acaba kime söyledim?
Yavaşlarsam ya da geri gidersem görüş açım netleşir ama işte bunu yapamıyorum. Sadece ileri gidebiliyorum ve hep kör noktadayım. Şey gibi, sakin akan bir nehirde küreksiz bir kayıkta tek başımaymışım gibi. Hani hep diyorlardı ya “akışta kal, akışta kal” diye, al işte, akıştayım şimdi. Bu sefer seçme şansım da yoktu. Nehir de sığ, tatlı tatlı akıyor, iki tarafı yeşillik. Küreğim olmadığı içim elim kolum çenem bağlı, manzarayı seyrediyorum.
Ne çok kişi toplaşmış. Demek evin önündeki ayakkabı yığını onlara ait. İnsanın istemediği ot burnunun dibinde bitermiş. Bir dakika, keçi miydi o? Şimdilik keçi değilim ama yine aynı hesap.
Tamam, eve ayakkabıyla da girmesinler ama ne bileyim, irili ufaklı, rengârenk ayakkabıları görünce insan hâlâ bir tuhaf oluyor. Sağ olsunlar, benimkileri ayrı koymuşlar. Diğerleri karmakarışıkken benimkiler nasıl da yan yana, nasıl da düzgün. Hayır, bir de rengi atmış spor ayakkabılarımı çıkarmışlar. Çok sevdiğim topuklularımı koysaydılar bari. Olamaz mı? Kim demiş?
Bu konuyu ayakkabı sevdamı bilen biriyle konuşmuş olmalıyım. O zaman niye tam tersini yapmışlar? Şimdi ben bunun altında buzağı aramalı mıyım? Bu saatten sonra henüz keçi olamamış insan aradığını bulabilir mi? Bulsa ne olacak?
Sağda solda irili ufaklı taşlar belirmeye başladı ama henüz kayığıma çarpmıyorlar. Kulağıma gelen uğultu da yok. Uğultu duymaya başladığım anda korkmaya da başlamam gerekir sanırım. Filmlerde öyle gördük, kitaplarda öyle okuduk. Akıntı hızlanıp uğultu duyuyorsanız çağlayana yaklaşıyorsunuzdur, korkunuz hatta ödünüz patlasın demektir. Ödüm filan patlamadığı gibi hiç korku da duymamamın sebebi, henüz çağlayan uğultusu gelmemesi mi yoksa artık bir öde bile sahip olmamam mı acaba? Az daha gidelim anlayacağım.
Dışarıdan değil ama evin içinden uğultular geliyor. O ayakkabı yığınını aşıp da bana nasıl ulaşıyor, şaşılacak şey. Sesin gücü işte. Işık hızlıysa ses de güçlüymüş demek. Ya da ben baştan aşağı kulak kesildim.
Birileri ağlıyor mu ne? Ama ben onu da dedim, sakın ağlamayın dayanamam, dedim. Dinlememişler. Daha da fenası dua okuyorlar. Aman yanlış anlamayın. Dua iyidir, karşı değilim. Nehirde giderken içimden geçirdiğim duaları bir bilseniz! Ama ben hiç olmazsa ne dediğimi biliyorum. Siz biliyor musunuz? Kimsenin anlamadığı bir dilde içinizden dışınızdan konuşuyorsunuz. Yanlış yamalak kim bilir neler söylüyorsunuz. Bilseniz belki de söylemezsiniz. Hayır yani, iyi bir şeyler söylemeye çalışırken beddua ediyor olmayasınız? Tamam efendim, bile isteye tabii ki beddua etmezsiniz de peki ya bilmeden istemeden?
Bak şimdi, yapmayın dediğim ne varsa yapıyor bunlar. Ayakkabı yığınına basmamaya çalışarak içeri girmeye çalışan adamın elindeki kazanda pilav mı var? Üzerine de tavuk etleri didiklemişler. Arkasından gelen çocuk da ayran kutularını taşıyor. İkisini de tanımıyorum. Onlara dememişimdir. Beni tanıyan birilerine söylemiş olmalıyım. “Eve gelenleri değil de aç çocukları doyurun!” demiş olmalıyım. Olmalıyım. Şimdi pilavın üzerine karabiber sorarsa birileri, yine sinirleneceğim. Hah! Sordu işte şu şişman kadın. Dur bakayım? Evet, arka sokakta oturan, kırk yılda bir gördüğüm, her gördüğümde tıkır tıkır topuklu ayakkabılarıma bakıp göstere göstere gözlerini deviren kadın. Sana ne, bu yaşta topuklu ayakkabı da giyer, tıkır da mıkır yürürüm, diye içimden dövdüğüm, dışımdan sessizce baş selamı verdiğim kadın.
Allah Allah! Sinirlenmedim. İnsan bu kayığa bindi mi tuhaf bir tevekkül haline giriyormuş meğer. Aslında bu durum hiç de fena değil yahu. Öbür türlü sürekli bir didişme, hesaplaşma, sinirlenme, mutlu olma, öfkelenme, hayal kurma hali.  Şimdi öyle mi ya! Artık ikircikli hayaller yok, saf gerçekler var.
Yok artık! Yahu doğum günü partisinde miyiz? O parlak paketlerde havlu mu var? Tavuklu pilavın üzerine, gelenlere bir de havlu mu dağıtıyorsunuz? Niye? Hayır yani niye? Geldiler diye mi? Yo yo, sinirlenmedim. Masraf etmeseydiniz, onu dedim. Yoksa gelen gelmiş, giden gitmiş. Kalan sağlar bizimdir. Ya da sizindir!
İnsan bu durumda sadece kulak değil, baştan aşağı göz de kesiliyormuş. Bunlar hep ondan. Yoksa nereden bileceğim o paketlerin içinde havlu olduğunu.
Ah sevdiceğim. Bütün o uğultunun, tavuklu pilavın, havada dalga dalga yayılan kavrulmuş helva kokusunun, gelenin gidenin arasında, içine içine akıttığın gözyaşlarını da görüyorum ben. Acı gelmiş, dertop olup taş gibi yüreğinin orta
yerine çökmüş. Ellerim kollarım olsa o koca taşı alır, senden en uzağa fırlatırım. O gücüm var. Seninleyken hep oldu ama artık buradan oraya erişemiyor. Bu kayıkta insan safi kulak oluyormuş, göz oluyormuş, kalp oluyormuş da bir baş, bir omuz olamıyormuş işte.
Ama şöyle düşün; artık beynimi neredeyse tamamen ele geçiren o karanlıktan, hücrelerimin her birine sızan ağrılardan, nefesimi kesecek kadar kontrolsüzce büyüyen canavardan tamamıyla kurtuldum. Bir tatlı huzur almaya bindim küreksiz kayığa.
Bu kayığın ne zaman kalkacağını bir bilen de bugüne kadar hiç çıkmamış. Az çok tahmin ediyorsun, o da şanslıysan.  “Bu da şans mı?” sorusunu ben buralardan duyuyorum. Hemen cevap vereyim; niye olmasın? Filmin sonu zaten belli. Beyninin kıvrımlarına saklanıp seni ne zamandır zorlayan bir tümör nihayet sobelendiyse, ama inat edip saklandığı yerden bir türlü çıkmıyorsa, orada kalıp seni ebelemeye niyetliyse, o zaman senin kayığının sefer saatinin geldiğini anlıyorsun. Anlamak kolay da kabul etmek zor. Bu saklambaç oyununun oynayabileceğin son oyun olduğunu fark edip kabul etme aşamasına geçersen, kayığa binene kadar geçen süreyi şansa çevirebiliyorsun. Bunu da aklınızın bir köşesinde bulundurun.
İyi insanlar vedalaşarak gidermiş. Tümör kör olasıca mör olasıca ama benim önüme bunu koydu işte. Öptüm o acılı yüzleri, sarıldım o bükülü boyunlara, pat pat vurdum o düşük omuzlara.  Sonra dedim ki, “Benden kalanları toprağa koyduğunuzda el âlemin mezar taşlarına oturup kıymalı pide yemeyin” dedim. “Sevdiceğimi yalnız bırakmayın ama başına bir de tavuklu pilav işi çıkarmayın!” dedim. “Dua okuyacaksınız ne dediğinizi bilin!” dedim. “Ha bir de kapıya ayakkabılarımı koymayın, ne o öyle!” dedim.
Bunları kime ya da kimlere söylediğimi hâlâ hatırlamıyorum. Ama demek herkese ulaşmamış. Zaten böyle durumlarda her şey çok hızlı icra ediliyor, biliyorum. Söylediğim kişiler de müdahale edememişlerdir.
Neyse, olan oldu artık.  Bindik artık bu alamete. Bundan sonra zihnimin kıvrımlarında oyun oynayan canavarlarla hiç işim olmaz. Akıntı hızlandı, uzaktan çağlayanın uğultusu da gelmeye başladı. Size bir şey söyleyeyim mi, filmlerdeki gibi olmuyormuş. Hiç korkmuyorum. Suların döküldüğü yerde onlarca gökkuşağı pır pır ediyor. Uğultu birbirine uyumlu notalarla şahane bir müziğe dönüşmüş. Hiç böyle anlatmamışlardı. Belki bütün bunlar keçi olup döneceğimin habercisidir; belli mi olur?
Siz de artık dağılabilirsiniz ama sevdiceğimi bir süre daha yalnız bırakmayın.
Biriniz de o ayakkabıları içeri alsın. Ya da topuklularımla değiştirsin. Gidişim dünya âleme bir topuk tıkırtısıyla duyurulsun.
Gerçi helvayı yiyen anladı ya!

 

Daha fazla öykü okumak için lütfen buraya tıklayın.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

2 thoughts on “DOST BAŞA / Berrin Yelkenbiçer

  1. Alev Turanlı dedi ki:

    Bu nasıl bir kurgu, nasıl güzel bir ölüm öyküsü çok beğendim çok çok çok etkilendim hüznü bile çok kişilikli ve tevekküllü bayıldım ellerinize beyninize sağlık. Sevgiler

  2. Esin Yalman dedi ki:

    Sanırım bugüne kadar okuduğum Berrin Yelkenbiçer öyküleri içinde en çok etkilendiğim öykü bu oldu. Müthiş bir anlatım, şahane tasvirler… Bayıldım…
    (Bu arada pide-ayran, tavuklu pilav ve ayakkabı konusunda merhumeye katılıyorum.)

Alev Turanlı için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir