BUDALA

 

Soğuktan katılaşmış ellerimi cebimden çıkarıp birkaç kez üfledim. Eldivenden dışarı taşan parmak uçlarım morarmış. Sıcak nefes işe yarayacak gibi değil. Bilmediğim bir şehirde bilmediğim sokaklarda kaybolma hayaliyle ne kadar zamandır yürüyorum, kim bilir. Bunca dolanmama rağmen kaybolmayı başaramadım. Lanet sokakların hepsi ya denize ya caddeye çıkıyor. Ve ben bu sokakların hepsini tanıyorum.

Cadde oldukça kalabalık. Birine çarpmadan yürümek için enikonu dikkatli olmak gerekiyor. Pek çok farklı sosyal çevreden insanın oluşturduğu gölgeli kalabalık, kurmacanın unutulduğu postmodern bir vodvile benziyor.

Apartman merdivenlerine ya da kaldırım taşlarına oturmuş; darbuka, akordeon çalan küçük çocuklar olağanüstü yeteneklerini dilenmek üzere sergileyerek hayatın saçmalığını olumluyorlar. Farklı bir sınıfın çocukları olsalar, üstün yetenekli çocuklar grubuna dâhil olacak, özel okullarda eğitilecekler. Büyük konser salonlarında konserler verecek, tarih sayfalarına büyük sanatçılar olarak kaydedilecekler. Oysa şu durumda sadece darbuka çalan birer dilenciler. Hiçbirinin ismi bilinmeyecek…

Çiseleyen, sinsi yağmurun altında üşüyen bedenimi daha fazla duymazdan gelemezdim. Bir kafeye girmek ya da eve dönmek arasında bocalarken arkamdan gelen sesle irkildim,

“Aysel Hanım!”

Döndüm. Uzun boylu, orta yaşlı, iyi giyimli bir adam. Tanımıyorum.  Tanımadığımı anladı. Elini uzattı,

“Alper, ben.”

Soru dolu bakışlarımı üzerinde gezdirdim, suratım karıştı, hatırlayamadım.

“Kim?”

“Alper, geçen hafta Face’den eklemiştim sizi, bir öykümü göndermiştim”

Üşüyen belleğimde kablolar birbirine değmeye başladı. Birden aydınlandım.  Gülümsedim…

“Ah, evet kusura bakmayın,”

Gerilen vücudu dikleşti, gülümsedi. Montunun ucunu çekiştirirken oturduğu yeri işaret ederek,

“Kitap okuyordum ben de, bir kahve içmez misiniz?”

Sıcak bir kahve reddetmeyeceğim bir teklifti ama bu ruh halinde, tanımadığım, ya da çok az tanığım biriyle sohbet etmek hiç cazip gelmezdi. İkircimde kalan, kararsız ruhum ağız kenarlarımda bazı sözcükleri gevelerken o hevesle atıldı,

“A, yerde ararken gökte buldum sizi. Bir kahve içmeden bırakmam.”

Koluma girmiş, sürüklüyordu. Kabalaşmadan kolumu çekip aldım ama asıl onun yaptığı kabalıktı. Neyse, dedim. Belki içtenlikli, iyi niyetli bir girişimdir, hırtlık yapmana gerek yok. Uysal adımlarla yürüdüm. Oturacağım sandalyeyi çekti. Oturdum. Garsona en meşhur kahve siparişi verildi. Efendim, bir Vienna kahvesi, bir Frammmbuazzzzzlı çikolata, ah mutlaka yemelisiniz. Böylesi Viyana’da bile yok.

Peki…

Bu arada yolladığı öykünün şahaneliği ve benim beğenmemiş olmamın olası olurları kolajlanıp yapıştırılıyor. Yüzüme, yüzüme…

Beğendim, diyorum…

Devam ediyor. Cümleler aralıksız gidip geliyor.

Müsaade ederseniz, diyorum. Ne mümkün!

Efendim aslında ben Nabakov’u içine koymasaydım öykünün göndermesi tam olarak…

Anladım diyorum, ben aslında öyküyü beğendim!

Beni duymuyor, susmuyor…

Biz eşimle o sırada balayına gitmiştik, hiç beklemediğimiz bir anda, adamın biri…

Elimi uzatıp ağzını kapatıyorum. Bir an ne olduğunu anlayamıyor. Bir dakika diyorum, bir dakika susar mısınız!

“Pardon,”

“Dinlemiyorsunuz ki diyorum, maile de yazmıştım. Öykünüz güzel bir öykü. Sadece gereksiz yüklerle şişirmişsiniz, biraz eksiltmeye ihtiyaç var. Hepsi bu”

Avurtlarını kırgınlıkla dolduruyor, aşağıdan yukarıya morumsu bir rüzgâra kapılıyor. Ve en baştan başlıyor. Efendim aslında niyetim, Londra’yı yazmaktı ama o sırada….

Tanrım, diye inliyorum. Mümkün mü, şuradan havalanmam… Çantamı kaptığım gibi fırlıyorum.

Ama nereye gidiyorsunuz, demeye kalmadan peşime düşüyor. Ben önde o arkada yürüyoruz. Yok artık, deyip adımlarımı hızlandırıyorum. Peşimdeki adımlar da hızlanıyor. Koşmaya başlıyorum, o da koşuyor.

O kadar idmansızım ki bu yarışı sürdürmeme imkân yok. Hızla dönüp önüne dikiliyorum.

“Ne istiyorsun be adam!” diye bağırıyorum

“Ne istiyorsun benden!”

Ağzı kulaklarında gülümsüyor, montunun yakasını yukarı kaldırıyor. Gözlerini yüzümde arsızca gezdiriyor,

“Bu gece…?”

3 thoughts on “Budala/ Aysel Karaca

  1. Birsen Yakar dedi ki:

    Çok güzel bir hikaye olmuş. O kadar insanı içine alıyor ki içimden adamı dövmek geldi . Devamını bekliyoruz, arkası yarın gibi .Tebrikler

    1. panzehir_dergi dedi ki:

      Teşekkürler sevgili okurumuz. Hikayenin değilse de öykülerin devamı gelebilir. Sevgiler…

  2. nilgün dedi ki:

    Ben de hikâyenin içine girdim, adam öfkelendim, daraldım!

nilgün için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir