Before The Coco Chanel / Chanel’den Önce

Kadının giyimini özgürleştirip yirminci yüzyılın kapısından erkekle birlikte, el ele içeri sokan protest bir devrimci.

Sahne!… Yay gibi muhteşem bir kavisle inen, fildişi beyazlığında basamakları olan, siyah ferforje parmaklıklı merdivenlerde bir kadın oturmaktadır. Giyimindeki siyah beyaz uyumu, görünüşü ve duruşu ile ruhundaki bütün zıt uçları yola getirmiş olmanın inanılmaz sakinliği ile duruyor.  Etrafındaki o tüm hareketlilik ve karmaşa içinde öylesine sakin, dingin duruyor ki, zıtlıklarla baş edebilen bir duruş sergiliyor; kömür karası gözlü, dalgalı kısa siyah saçlı ve inanılmaz şık. Yüzünde öyle bir bakış var ki, sanki o birkaç saniye içinde gözlerinden kocaman bir yaşam geçiyor… Hatta bir an küçük bir çocuk gibi saf kara gözlerle şaşırıp “buralara kadar gelen ben miyim?” diye düşünerek gülümsüyor ve o gözünün önünden geçen dediğimiz o yaşam öyle böyle sıradan bir yaşam değil.

Yukarıdaki sahne dünyaca ünlü modacı Coco Chanel’in ünlü olmadan önceki Gabrielle Chanel olduğu dönemi anlatan filmden bir bölüm. O kadar güzel bir öykü ki film bittiğinde, bitmesin devam etsin dedirtiyor.

Ayrıca bu filmi izledikten sonra en çok merak ettiğim konu, Coco Chanel gibi muhteşem bir kadının, kadın hakları savunucuları ve feminist kadınların gözünden neden kaçtığı oluyor. Bu radikal protest ve devrimci kadın neden yaşam öyküsü açısından olması gereken yerde değil. Bu durumu Yunan mitolojisindeki Hera için de düşünürüm. Hera’nın ne kadar güçlü ve protest olduğundan fazla söz edilmez. Zeus gibi narsisistik mitolojik tanrının karısı olmaktan öte gitmez, tek kollu, inek gözlü, gök gözlü gibi isimlerle anılır, oysa Zeus’un peşinde koştuğu kadınlar daima yüceltilir. Hera kendi başına inanılmaz güçlü zeki ve başkaldıran bir kadındır. Belki Coco Chanel ve Hera entelektüel seviyenin üst basamaklarında oldukları için hak ettikleri yeri alamadılar.

Olsun!…  Hipokrat’a atfen “hayat kısa, sanat uzun” belki başka bir yerlerde,  başka türlü genç kadınlar, uzay çağında bugün giydikleri özgür rahat her giysiyi Coco Chanel’e borçlu olduklarını öğrenirler. Bu başkaldıran kadının egemen, aristokratik,  katı erkekler dünyasında, kadınların hiçe sayıldığı bir dönemde, erkeklere ve kadınların bizzat kendilerine karşı verdiği inatçı ve sabırlı mücadeleyi öğrenip onu için hak ettiği yere koyacaklardır.

Bu başkaldıran kadına hayran oldum. Ancak mücadelesinde yine en çok tepkiyi kadınlardan alıyor. Camus’nun başkaldıran insanına tamı tamına uyan, hayır diyen ve asla diğer insanların ne dediklerine aldırmadan protest olmaktan vazgeçmeyen,  bütün bir dünyaya ve özellikle Avrupa aristokrasisinin merkezi Paris’te o ağır baskılara tek başına başkaldırıp müthiş bir zarafetle ve özgüvenle “hayır”duruşu sergileyen bir kadın.

Bazıları için sonradan gelecek ünlü, çok büyük bir hayata ulaşmak için küçük yaşamlarda ağır bedeller ödemek zorunda olmak bir koşul oluyor nedense…  Gabrielle  on yaşında iken babası tarafından kız kardeşi ile bir kilise yetimhanesine  bırakılıyor. Bu travma, onun hayata karşı alacağı tavrı o zamandan belirliyor sanki; hayatın kendisine sunmak istemediği her şeye karşı bir onur mücadelesine giren ve bu mücadeleyi önce rahibelere karşı vermeye başlayan, yetimhanedeki üniformayı,  dünyanın en güzel prenses elbisesi gibi taşıyan bu kadının tüm hayatı, bu sahne ve bu bakışta  odaklanıyor.

Kadını Korseden Kurtaran Kadın: 19 Maddede Coco Chanel | ListeList.com

Bu filmi neden izlemeliyim diye sorarsanız sadece bu sahne ve bu bakış için mutlaka izlemelisiniz derim… Müthiş bir oyunculuk sergileyen ve birçok unutulmaz filmde hatta “Amelie”de de oynayan Audrey Tautou burada Gabrielle Coco Chanel’in öncesini oynuyor. Bu kadının bukalemun gibi  her role göre o kişiliği oluşturmasına bayılıyorum. Yönetmen Anne Fontaine ise ayrı bir beceri sergiliyor. Diğer oyuncular da oldukça iyi seçilmiş. Dönem ise muhteşem kıyafetler ve oyunculuklarla bezenmiş. Öyle keyifle sürükleniyorsunuz ki filmin içine.

Gabrielle Chanel, yani tüm dünyaya açılan muhteşem ismi ile  Coco en çok Chanel No 5 parfümü ile tanındı. Bu, Picasso’dan esinlenerek bir heykeltıraşa yaptırılan dikdörtgen sade kristal bir cam şişe ve kapağı yine prizmatik kristal cam ile sunulan bir parfümdü. Dünyanın en büyük moda dergisi Vogue’un  yayın hayatına başladığından beri kapağını açtığımızda ilk sayfada Chanel no 5 reklamı bizi karşılar ki; 1922 yılında Marilyn Monroe bir röportajı sırasında, gece yatarken ne giyersiniz, sorusuna; sadece Chanel No 5 yeter cevabını vermiştir. Marilyn’in bu sözünden sonra Chanel no 5 parfümünün satışları patlar. O gün bugündür parfümlerin kraliçesi tahtından inmemiş, esas kız rolünü kimselere kaptırmamıştır.

Gabrielle Coco Chanel yirminci yüzyılın moda alanında en yaratıcı ve çalışkan dahi kadınıdır. Gabrielle Chanel o kadar zekiydi ki bulunduğu sıfır noktasına dönmemek için karşısına çıkan her fırsatı çeşitli satranç taktikleri ile kendi lehine çevirmiştir. Ancak bunları yaparken ne eğitimi ne de içinde bulunduğu sosyal durumu yeterli değildi. Onu ancak zekâsı kurtarabilirdi. O da bunu yaptı, zekâsına güvendi, daima ileriye baktı. Filmde hiçbir şeyi olmayan diplerde bir insanın güvenle ve hiç başını eğmeden başarıya giden yolda her şey mubahtır gibi makyavelist bir yaklaşım sergilediğini ancak bunları yaparken asla sorgulamadığını görüyoruz, sanki o geleceğini görüyordu. Belki de geleceği  zekâsı ile ilmek ilmek kendisi yaratıyordu. Ben bu filmi izlemeden önce onun bu kadar cengâver bir kadın olduğunu bilmiyordum.

Çocukluk yıllarımda bütün kadınlar gibi annemin de kullandığı parfümler; Dior, Miss Dior, Diorissimo, Diorellalar’ın arasında üzerinde Chanel no 5 yazan, altın yaldızlı şeritlerle çevrili, dikdörtgen prizmalı kutu dikkatimi çekmiş, ancak bu vesileyle Channel adını keşfedebilmiştim.

Coco Chanel'in Moda Dünyasını Değiştiren 10 Harikası

Parfümlere olan merakım, on yedi yaşımdan itibaren  asıl parfümüm olan ve tüm yaşamımı kapsayan Chanel no 5 parfümünden beni hiçbir zaman vazgeçiremedi. Filmi izlerken, genç kızlığımda losyonunu kullandığım, sonrasında herkesin ağır olur dediği halde hiç vazgeçmediğim o parfüm yoluyla bu müthiş kadınla aramda,  farkında olmadan bir bağ kurulmuş olduğunu fark ettim ve bu beni çok etkiledi. Sanki o merdivende oturan o müthiş kadın bana göz kırpıyor gibiydi…

O’na göre “Moda basit bir kıyafet meselesi değildir. Moda rüzgârla doğar. Gökyüzünde yaşar. Ara sıra ise sokaklara çıkar. Siz onu sadece hissedersiniz.”  Bu sözleri onun  içindeki yaratıcılığın derecesini çok açık bir şekilde ifade ediyor.

Kendisi daima “herhangi bir elbisenin içinde bir kadın aradığını”  söyler.  “Eğer o elbise içinde bir kadın bulamazsanız, elbise yok demektir.” Daha da öteye gider, “ Parfüm kullanmayan kadının geleceği yoktur,” diyerek radikal bir çıkış yapar.

A legendás Coco Chanel élete a divatszakma előtt | delina.huGabrielle Bonheur Chanel 1883 ayılı 19 Ağustos’ta oldukça yoksul bir ailede doğar, annesinin yazının başında da belirtildiği gibi genç yaşta ölümü yaşamını perişan eder. Bazı insanlar için yaşam doğuştan acı ve kötü olur, başına gelen bütün şansızlıkları şansa çeviren kadın bakın şöyle der; “Başarı, daima yenilginin ne demek olduğunu bilmeyenlerindir.” Gabrielle Coco Chanel için de durum aynı böyledir. Pavyonlarda ‘’Qui qu’a Vu Coco” adlı Fransız şarkısını kız kardeşi ile seslendirirler. Coco takma adı kendisine buradan kalır. Sesi çok kötü sıska ve çelimsiz, gösterileri ise berbattır. Kızkardeşi pavyona gelen bir baronla tanışır ve evlenme olasılığını  düşünerek Paris’e gider. Chanel yalnız kalır ve o kötü sesi ile gösteriye çıkamaz ve şarkı söyleyemez. Gündüzleri terzide çalışır. Bu arada çok zengin aristokrat Etienne ile tanışır. Paris onun için bir düştür. Paris’e gitmek için para biriktirmeye başlar ancak nafile… O paralarla asla Paris’e gidemez. Bir gün ansızın karar verir, bozuk paralarla yola düşer ve kız kardeşine gider. Ancak kız kardeşinin durumu hiç iç açıcı değildir. O gün sokakta kalır. Filmdeki bu sahnelerle, çaresizlik insanın içine işlerken Chanel’in daimi Çin atasözü “Sorun varsa çözümde vardır,”  düsturu seyirciyi kendine getirir.  Bu kez ikinci plan olarak, Paris yakınlarındaki Étienne’in evine gelir. Bin bir cebbarlık ve numara ile bir gece kalmak için eve girer ve yerleşir. Oradaki hizmetlilerin, zenginlerin ve kendince, alık aristokrat zengin Etienne’nin  her türlü aşağılayıcı davranışına  karşı onurlu duruşunu, inanılmaz bir zarafet ve üstünlükle korur.

10 érdekes tény a COCO CHANEL-ről - Corvin Plaza Bevásárlóközpont

Ona göre cinsiyet ayırımı kadının özgürlüğünü elinden alır. Hatta bir konuşması sırasında kıyafeti nedeni ile oğlan çocuğu diye çağrıldığında “Kadın ve erkek sadece tenden ibarettir, ” der. Aslında feministlerin en çok beğenmeleri gereken hareketi ve giyim tarzını akım olarak başlatmış olur. Kadınları doğum günü pastası kalıplardan, avize takılardan, toprakları sürüyen kabarık ve yorucu eteklerden, nefes alamayacakları can sıkıcı, rahatsız, saçma korselerden kurtararak özgürleşmelerini, hafiflemelerini ve hareket kabiliyetlerinin gelişmesini sağlar. Bu elbette ki o dönem için devrimdir.

İnsanların bunu anlaması hele zavallı ve tek başına soylu olmayan bir metres için komik olma durumudur. Ancak Gabrielle  o kadar zekidir ki yetimhanedeki küçük bir kumaş parçasına kuş ekleme yaptığı için,  kuşu komik bulan rahibe ile Aristokrat Etienne’nin komik bulduğu elbisesine aynı tepkiyi verir. Çünkü onlar komik buluyorlarsa amacına ulaşmıştır. Kendisi de diğerlerini komik bulmaktadır. Bu sahnelerdeki durum çok yıllar önce okuduğum Selim İleri’nin “Dostlukların Son Günü” adlı kitabındaki hiç unutamadığım bir öyküden bir bölümü anımsattı. İnsanlar neden farklılıklara tahammül edemezler diye düşündüm. Bazen eğitimin ilk basamaklarında ailelerimiz de küçük yaştaki çocuklara alıştıkları şeyi dayatmışlardır. Adı geçen kitaptaki bir öyküde öğretmen bir gün öğrencilere çiçek resmi çizin der. Çocuğun biri,  İstanbul’da oturduğu konağın bahçesindeki gülibrişim ağacının çiçeklerini çizer. Her gün görmekte olduğu ve kendisine ilgi göstermeyen babasının  sevgilisinin pudra ponponlarına benziyor diye o çiçeği tercih etmiştir. Öğretmen o kadar çok tepki gösterir ki; bu bir çiçek resmi değil, çiçek çiz der. Çocuk bocalar… Beni çok kederlendiren bu öyküyü hiç unutamam.

Gabrielle zor yollardan geçse de elbisenin içindeki kadın duruşundan vazgeçmemesi, sevgilisi Aristokrat Etienne’nin elbiselerini, yeleklerini ve kravatlarını keserek binici kıyafetleri dikmesi ve pantolon kavramını modaya kazandırması ve kadınları tonlarca yükten kurtarması zekâ ve gücünün o yokluktaki belirtileri… Daha sonraları kadını en vurucu yerden özgürleştirerek, erkekle el ele yirminci yüzyılın kapısından sokacaktır. Bu dönemler hayatında ilk kez âşık olduğu, denizi ve balıkçıları ilk kez onunla gördüğü sevgilisi Boy ile olacaktır.

Gabrielle Chanel, Etienne’e âşık değildir. İlişkilerinin ilk başında evlenmiş olsa ya da o kadar incitici ve yok sayıcı olmasa, o kadar ağır davranmasa âşık olabilirdi. Ancak Etienne kendisine sunulan hayatı hiç sorgulamadan yaşayan, çalışmayan basit bir adamdır. Kendisi gibi yitik bitik mavi kan taşıyan soylulara para yediren, sürekli sefahat içinde sürüklenen alkolik bir adam olarak kendi bildiği yolda yaşar. Bazen Gabrielle’yi at yarışlarına götürür. Ancak soylular gölgede tribünde oturur. Gabrielle’yi  tribünde yanında oturtamaz, çimenlerde oturtur. Ne acı bir ayrımcılık… Bu durum Gabrielle’i üzer, canı çok yanar. Hayatın bir cilvesi, baronla birlikte olan kız kardeşi de aynı şekilde çimlerdedir.  Baron, kız kardeşini soylu olmayan fakir bir kız olduğundan ailesine kabul ettirememiştir. Kız kardeşi, ‘’Bir gün evlenip çok şık bir elbiseyle o tribünde oturacağım,’’ dediğinde Gabrielle Chanel ” Bir gün bu insanlar bizimle yemek yemek için sıraya girecekler,” diyecektir.  Gabrielle bu olumsuz zamanlarda  inanılmaz bir sabır, müthiş bir zekâ, öfke kontrolü, farklı ve inatçı duruşu ile Etienne’ nin hayatına, kalbine girmeyi başarır.

Bir gün, Etienne’in çevresindeki adamlardan, kitap okuyan herkesten daha farklı görünen,  annesi soylu olmayan gayrimeşru bir İngiliz asilzadesine âşık olur. Kurallar burada da geçerlidir. Coco için aslında evlilik çok önemlidir. Sanki bütün yaşadığı acıları temize çekecektir. Belki aradaki o siyah beyaz farkı kapanacaktır ve bütün kapıları açacaktır ama onurundan hiç evlilik istemediğini söyler. Boy Copel onunla evlenmez ama ona iyi bir kapı açar. Paris’te bankaya tüm güvenceleri vererek kredi almasına yardımcı olur bu sayede  Gabrielle ilk on dokuz şapka dükkânını kısa zamanda açar. Artık çok ünlü bir kadındır ancak yine de metrestir… Ve bir gün, “Bu mutsuzluk ömür boyu devam edecek,”diyecektir.

Chanel şirketi, o muhteşem tarzı ile kendisinden, klasikliğinden hiç taviz vermeden “yıllar geçebilir, yollar gidilebilir ancak bazı şeyler her çağda aynı şekilde kullanılabilir” çizgisini hiçbir şekilde değiştirmeden, sağlam bir örgüt kültürüne sahip olarak, efsane baş desinatör Karl Lagerfeld ile yoluna devam ediyor. Başka bir ünlü moda firması Dior bile sadık müşterilerinin aynı kokuyu kullanmaya devam etme arzularına aldırmadan, çağa ayak uydurmak zorunda olduklarını düşünerek tarzını değiştirdi. Oysa moda öncüleri çağı kendilerine uydurmalılar. Şimdi Chanel’i örnek alarak eski tarzlarına dönmek isteseler de dönemiyorlar,  bunu öngöremediler. Değişmek güzeldir elbette ancak bazı şeyler kalıcı olduğu zaman daha güzeldir. Her yeni zamana direnebilen ayakta kalabilen şeyler yani klasikler elbette her zaman sevilir ve istenirler. İleriyi bu kadar gören bu muhteşem kadın öyle bir firma kurdu ki görünen o ki bu tarz geçmiş ve gelecek yeni insanlar için bu efsane olarak devam edecek. Değişmek gerekli demediler, yeni üretimlerini klasik üretimlerine göre devam ettirdiler. İnsanlar yeni kokular ister değişmeliyiz demediler, aynı kokuyu aynı şekilde sundular. Eskise bile hala aynı kokuyu isteyen sadık bir müşteri kesimi var ki onlar değişmediler. Son yıllarda Gabriel, Coco Matmazel gibi gençleri kendine çekerek yeni sadık müşteriler buluyorlar. Küçük çocuklara bile asla vazgeçmedikleri zincirli ve kapitone çantalarından üreterek küçük kızları kendilerine bağlıyorlar.

İşletme okullarının incelemesi gereken inanılmaz bir işletme tarzları var bence. Giderek en yeni ve genç kitlelere ulaşan bu büyük kadının kurduğu sistem inanılmaz bir sadakatle yeniden yeniden en birinci parfüm şirketi olma durumunda ilerliyor. Daima kraliçe olarak kalacak gibi görüyor.

Chanel filmini bir başarı öyküsü olarak izleyebilirsiniz. Ancak, filmini ilk kez izlediğim kadın yönetmenin (Anne Fontaine) ve kadın oyuncunun ( (Audrey Tautou ) ve müziğini de yapan Yönetmenin ( Alexandre Desplat) bu filmde Coco Chanel Gabrielle ile içselleştiklerini, onu duyup ne hissettiğini yürekten anladıklarını düşünüyorum. Ayrıca mekânlar, oyuncular o dönemi ne kadar güzel yansıtmışlar. Müthiş titiz bir çalışma sergilemişler. Filmin içime işleyen başarısı aynı zamanda onların emeğinin ürünüydü iyi ki yapmışlar bu filmi dedirtiyor.

Bu kadar övgüden sonra herhalde Before Coco Chanel 2009 adlı filmi benim için izleyip Gabrielle Coco Chanel’e bir göz kırparsınız artık…

Sevgilerimle

Alev Turanlı

7 Ağustos 2021

KAYNAKLAR:   http://www.martidergisi.com/coco-chanel/ Zeliha Dağhan
İlgilenenler için :

Kitap : Chanel – Rüya Gibi Bir Hayat
Yazar : Alfonso Signorini
Yayınevi: Turkuvaz Kitap
Çevirmen: Eren Yücesan Cendey
Sayfa : 219
Tür : Roman

6 thoughts on “ Before The Coco Chanel / Chanel’den Önce/ Alev Turanlı

  1. Özlem Zümrüt dedi ki:

    Muhteşem.. Yazarken yaşatmak.. Kaleminize , yüreğimize , bakışınıza sağlık..

    1. Alev Turanlı dedi ki:

      Sevgili Özlem Zümrüt , Çok teşekkür ederim. Sevgilerimle

  2. Hulya dedi ki:

    Harika Alev cim

  3. Nazlı Alkış dedi ki:

    Alev teyzeciğim yazına bayıldım. Bu yazıyı okuduktan sonra filmi izlemeyen herkes izleyecektir. Açıkçası ben de Coco Chanel’in böyle bir hikayesi olduğunu bilmiyordum. Tasvirlerin muazzam. Modadan bahsederken de vurgu yaptığın noktalar çok ilgimi çekti. Görünüşün de ötesinde bir sentezi ifade etmesi, modanın somut olduğu kadar soyut tarafını da görmemi sağladı. Ve asıl en hayran olduğum nokta bir kadının isteyince, çabalayınca, emek verince neler yapabileceği. Aslında tüm insanların içinde bu güç var ama bu gücü sanırım hayatın bazı getirdiklerine göğüs germek zorunda kaldığımız zaman anlıyoruz. İşte burda da acının gücünü fark ediyoruz. Hatta bu aralar şöyle düşünüyorum, bir virüs bile bu denli güçlüyse kim bilir biz zorluklara göğüs gerebildiğimiz müddetçe neler yapabiliriz. Yazın beni bu konuda daha da düşünmeye itti. Böyle yazılar hep yazmalısın kalemine bayıldım!!!

  4. Birsen Karaloğlu dedi ki:

    Sevgil Alev Hanım, hem kitabı okumuş, hem de filmi izlemiş birisi olrak Coco’nun devrimci niteliğini öne çıkarmanıza gönülden katılıyorum. Feministlerin bu muhteşem kadını ıskalaması konusunu hiç düşünmemiştim. Bu konuya dikkat çektiğiniz için ayrıca teşekkür ediyorum. Gururlu, zeki ve dirayetli, çok güçlü bir kişilik. Aynı anda çok zarif. Sade ve zarif olmayı kadınlara öğreten bir öncü. Selam olsun. O dünyayımızı aydınlatan özel bir yıldızdı.

    Film hakkındaki değerlendirmelerinize de katılıyorum. Oyuncu adeta Coco ile bütünleşmişti. Mekan ve giysi tasarımları muazzamdı. Coco her sahnede tüm kırılganlığ ve tüm azmi ile parıldıyordu.

    Sanata emek verenler sağ olsun. Destekleten, yorumlayan, tanıtan sizler de sağ olunuz. Sevgiler.

    1. Alev Turanlı dedi ki:

      Sevgili Birsen Hanım,
      İlginize ve güzel yorumlarınıza çok teşekkür ederim. Sevgilerimi sunarım

Nazlı Alkış için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir