Barış Celiloğlu ile Tiyatro ve “Lockedown Locked In / Karantinada Mahsur” üzerine

Sedef Ergürbüz

Barış Hanım merhaba,  biz sizi daha eski yıllarda çekilmiş, bazı önemli sinema filmlerinden tanıyoruz, sonra uzun yıllar isminizi duymaz olduk, derken ansızın “Lockedown Locked In / Karantinada Hapis” projesiyle ortaya çıktınız. Pek çok gazetede haber oldunuz. Projeniz birkaç festivalde ödül adı, almaya da devam ediyor. Bugünlere nasıl geldiğinizi anlayabilmek için okurlarımıza sizi tanıtmak isteriz.  Türkiye’deki tiyatro eğitiminiz ve faaliyetlerinizden bahseder misiniz?

Türkiye’de yaşarken genç yaşta Şahika Tekand’ın Stüdyo Oyuncuları adlı oyunculuk okuluna gittim. O dönem Türkiye’nin ilk oyunculuk özel okuluydu ve çok iyi bir eğitim aldık orada. Beklan Algan, Erol Keskin gibi değerli hocaların da atölye çalışmalarına katılıyordum. Aynı zamanda Viyana, Londra ve New York gibi şehirlerde Steven Berkoff, Jerzy Grotowski, Eugenio Barba gibi değerli tiyatro ustalarının uzun atölye çalışmalarına katıldım o dönemde. Aynı zamanda da İstanbul Üniversitesi İtalyan Filolojisi bölümünde okuyordum. İngiltere’ye tiyatro üzerine mastır yapmaya gitmeden önce Bilsak Tiyatro Atölyesi’nin Savaş Oyunları adlı oyununda yer almıştım. Bilsak’ın bir çok prodüksiyonu gibi bu da çok övgüyle karşılanmıştı. Sinemada da Tunç Başaran’ın “Uçurtmayı Vurmasınlar”, Derviş Zaim’in “Tabutta Rövaşata” filmlerinde oynadıktan sonra bildiğiniz gibi 1997’de İngiltere’ye okumaya gittim.

1997’de Londra’ya yerleştiğinizi biliyoruz. Kariyerinize İngiltere’de devam etme nedeniniz neydi?

İngiltere’ye ünlü Fransız fiziksel tiyatro ve Commedia dell’Arte hocası Philippe Gaulier’in okuluna kabul edilince gittim önce. Bu okulda bir yıl okuduktan sonra tiyatro üzerine master yapmaya karar verdim. İngiltere’nin en iyi beş konservatuarından biri olan The Royal Central School of Speech and Drama’nın master programına kabul edilince orada kaldım. Biliyorsunuz Londra tiyatro geçmişiyle ünlü bir şehir. O yüzden orada tiyatro yapmak gençlik hayalimdi benim ve bu gerçekleşince kaldım ben de. İngilizceyi çocukken öğrenmiş olmamın da etkisi oldu tabii. Yıllarca bankalarda çalışarak para biriktirmiştim bunu yapabilmek için. Bir de çocukluk arkadaşlarım orada yaşıyordu. Onların desteğinin de çok payı oldu bu kararımda.

İngiltere’de The Central School of Speech and Drama’da tiyatro üzerine master eğitiminizi aldıktan sonra da  Londra’nın çeşitli tiyatrolarında sahnelenen oyunlarda önemli roller oynayıp oyunlar yönettiniz. Bize bu süreçten bahsedebilir misiniz?

Daha yeni master’a başladığımda West End’de Don Kişot’un hayatı üzerine olan bir oyunda seçmeleri kazanıp dört ayrı karakteri canlandırdım. Sonra da ITV’de oranın The Bill adlı ünlü bir polisiye dizisinin bir bölümünde önemli bir rol aldım. Sonrasında ders vermeye ve oyun yönetmeye de başladım. İlk yönettiğim prodüksiyon Yunanlı aktris ve sonradan kültür bakanı da olan ünlü Melina Mercuri’nin hayatını ele alan Melina adlı projeydi. Bu oyun Londra’da sahnelenip başarılı olduktan sonra Atina’ya turneye gitti ve orada da çok başarılı oldu. Yıllar içinde Londra’nın The Gate, Arcola Theatre, Young Vic, Camden People’s Theatre, Cockpit Theatre gibi çeşitli tiyatrolarındaki projelerde ya oyuncu ya da yönetmen olarak yer aldım.

Ayrıca “Voila Europe Tiyatro Festivali” ve İskoçya’nın “Edinburgh Fringe Festival” gibi festivallerinde de hem oyuncu hem yönetmen olarak yer aldım. O arada 2006’da kendi tiyatro grubumu kurdum ve adını İstanbul’u çağrıştıracak şekilde “Theatre East N Bull” koydum. Bu kumpanyayla da kah İngilizce kah Türkçe bir çok proje yapıldı.

 

En son olarak Ariel Dorfman’ın yazdığı “Ölüm ve Kız”, Brezilya’lı Plinio Marcos’un yazdığı “Gece Öyle Kirliydi ki İkisi de Kayboldular” ve Yunanlı yazar Loula Anagnostaki’nin “Resmî Geçit”adlı oyunlarını sahneledim. Ölüm ve Kız’daki rolüm Paulina ile Direklerarası’ndan kadın oyuncu olarak ödül aldım. Bir yıl sonra da Resmî Geçit oyununun rejisiyle yönetmen olarak ödüle layık görüldüm Direklerarası tarafından. Tabii çok mutlu etti bu ödüller beni. Resmî Geçit Şubat 2020’de Atina ve Selanik’e turneye davet edildi ve her iki şehirde de Yunanlı seyirci tarafından ayakta alkışlandı.

Sekiz ülke yazar ve oyuncularıyla yaptığınız işbirliği sonunda, karantinada evde kalan kadının daha fazla şiddete maruz kalıp, şiddetten ve ölümden kaçamadığını ortaya çıkararak bu acı gerçeği uluslararası bir dijital tiyatro projesi olan Lockedown Locked In / Karantinada Hapis” de anlattınız. Bu projenin fikri nasıl doğdu?

 

Geçen sene karantina ilk başladığında Londra ve İstanbul’dan kadın cinayetleri haberleri gelmeye başladı. Bu beni çok üzdü bir kadın olarak. Durumun kabusunu çok derinden hissettim ve hemen sayılara baktım. Zaten Türkiye’deki kadın cinayetleri çok büyük sayılardaydı özellikle son yıllarda. Bu konuda hep bir proje yapmak istiyordum. Karantinanın ilk iki haftasında Londra’da 14, İstanbul’da 21 kadının evde eşleri tarafından öldürüldüğünü öğrendim. Bu sadece İstanbul’daki sayı. Türkiye genelinde kaydedilen ya da edilmeyen kadın cinayeti sayısı çok yüksek biliyorsunuz. Hemen bu konuda dijital bir tiyatro projesi yapmaya karar verdim ki gündeme gelsin. Çünkü hiçbir ülkede karantina döneminde haberlerde bu konuya pek yer verilmiyordu başta. Sosyal medyada çok gündemdeydi sadece.

Digital ortamda olması özellikle hazırlık aşamasında zorlayıcı oldu mu?

Bir 9 kişi görseli olabilir

Önce İngiltere ve Türkiye’deki yazar ve oyuncu arkadaşlarımla konuştum ve çok ilgilendiler. O dönem bütün tiyatrocular karantinadan ötürü evdeydi ve böyle bir sosyal sorumluluk projesi onlara çok acil, önemli ve cazip geldi. Bir de bu oyuncu ve yazarlar benim yıllar içinde çalıştığım ve işimi şu ya da bu şekilde iyi bilen sanatçılardı. Sonra aklıma tanıdığım İspanyol, Avustralyalı ve Yunanlı yazar ve oyuncuları da katmak geldi. Onlar da çok sıcak bakınca birden proje büyük uluslararası bir proje halini aldı. O arada tanıdığım bir Rus yazar ‘Bizimkileri niye katmıyorsun?’ deyince onlar da katıldılar. Aynı zamanda Kıbrıs’tan ve Polonya’dan da sanatçılar var çünkü şairler ve ressamlar da var projede. İlk üç ay Zoom’da yazarlarla toplantılar yaptım ve konuyla ilgili onlara bilgi vererek kendi ülkelerindeki spesifik kadına şiddet olaylarını araştırmalarını istedim. Onlar da ben de araştırdıktan sonra tekrar toplantı yaptık ve onlara bu olayları çeşitli türlerde monologlar şeklinde yazmalarını rica ettim ve örnekler vererek yönlendirdim. Yazılan monolog taslaklarını tekrar toplantılar yaparak ya değiştirttim ya da kısalttırdım ve sonunda hazır oldular. Çok zor olmadı benim için yani. Çok çalışmamı ve iyi organize olmamı gerektirdi ama zor olmadı. Tek zorluk yazım aşaması ve Zoom provaları bittikten sonra geldi. Oyuncular ya kendi kendilerini çekmek zorundaydı ya da aile fertlerine ve arkadaşlarına çektirdiler. Bu durumda teknik sorunlar ortaya çıktı. Görseller grenli geliyordu ya da ışık iyi olmuyordu. O nedenle oyunculara yeniden habire kamera açısı ve ışık konusunda fikir vererek monologları tekrar tekrar çektirmek zorunda kaldım. Bu epey bir zorladı hepimizi ama sonunda iyi sonuçlara ulaşmayı başardık.

Projede hangi ülkeler ve Türkiye’den kimler yer alıyor?

Lockedown Locked In / Karantinada Mahsur adlı dijital tiyatro projemize Türkiye’den benim yanımsıra Halide Eşber, Naz Yeni, Ada Burke, Dilek Yorulmaz, İrem Sayılgan Basil, Gulistan Sarbas, Aslı Özgönül ve Ezgi Bakışkan Barış gibi oyuncularla beraber,  Onsun Meryem, Yapıncak Gürerk, Aysel Karaca, Betül Dünder ve Yıldız Çakar gibi değerli yazar ve şairler katıldı. Projenin temel ekibinde ise video sanatçısı ve grafik tasarımcısı Çiğdem Boru, montaj editörü ve video sanatçısı Şeref Özdemir, ses tasarımcısı Ceren Ayşe Özbudun ile besteci Ezgi Günüç bulunuyor. Çiğdem Boru ve Şeref Özdemir aynı zamanda bazı parçaların görüntü yönetmenliğini de üstlendiler. Aslı Bayrak da son film posterimizin yüzü oldu. Kıbrıs’tan ise değerli şair Neşe Yaşın, şarkıcı ve besteci Eleni Skarpari ve görsel sanatçı Chara Savvidou yer aldılar. Katılan diğer sanatçılar da İngiltere, Yunanistan, İspanya, Rusya, Polonya, İtalya ve Avustralya’dan.

 

“Lockedown Locked In / Karantinada Hapis” gerçekten çok güzel bir proje ve hakettiği şekilde de ödüller kazandı. Ödüllerden ve gelen gösterim taleplerinden bahsedebilir misiniz?

 

Projemiz ilk ödülünü prestijli Berlin Indie Film Festivalinden “En İyi Deneysel Film” kategorisinde aldı. Bunun üzerine Haziran’da İngiltere’nin dijital platformlarındaki gösterimi iptal ettim çünkü film festivallerinin bir takım prömiyer kuralları var. Yani onların festivallerinde gösterilmeden önce başka herhangi bir platformda gösterilmesi yasak. O yüzden Kasım’da ve yeni yılda oralarda gösterilmesini bekleyeceğiz. Sonrasında Barselona Uluslararası Film Festivali tarafından seçildi projemiz ve Çiğdem Boru’nun tasarladığı posterimiz en iyi poster ödülünü aldı. En son olarak da tüm topluluk ve ekip olarak California’daki IndieFEST film festivalinden KURTULUŞ/SOSYAL ADALET/PROTESTO kategorisinde ödül aldık. Bu ödül beni özellikle çok mutlu etti çünkü benim için bu dijital proje tam bir protesto projesiydi başından beri. Kadın cinayetlerine dikkat çekmek ve bu korkunç durumu protesto etmek için yaptığımız bir projenin bu şekilde ödüllendirilmesi projenin yerini bulduğu anlamına geliyor. Çok mutlu olduk ekip olarak.

İngiltere’de yaşayan bir tiyatrocu olarak ülkemizdeki tiyatro çalışmalarını ve gelişimini nasıl buluyorsunuz?

Ülkemizde çok değerli tiyatrocular ve tiyatro kumpanyaları var. Yıllar içinde zaman zaman çok etkileyici işler izledim sahnelerde. Ancak hiç destek yok son yıllarda tiyatroya. Herkes kendi imkanlarıyla yapıyor tiyatroyu yıllardır ya da bazı bilinen özel sponsorlar sayesinde devam ediyor bir takım festivaller vs. Aslında bütün sanat alanlarında böyle bu. Devlet desteği olmayınca her yerde sanatta zorluklar yaşanır. Bu Avrupa’da da böyle olur ve bizde son 15-20 yılda sanatçılar her türlü zorluğa rağmen sanat üretir oldular. Bu da doğal olarak gelişimin duraklamasına neden oluyor tabii ama bu zorluklara rağmen mücadele eden ve çok iyi işler çıkaran kumpanyalar var. Ben Türkiye’deyken bu kadar çok sayıda tiyatro grubu yoktu mesela. Özel tiyatro mekanları da sayılıydı. O anlamda çok gelişme oldu bence ve daha da olacak diye düşünüyorum. Bazen böyle zor ve desteğin olmadığı dönemlerde sanat inadına yeşerir. Türkiye’de de öyle olacağından eminim.

İngiltere’de tiyatro yapmak hayali olan gençlere nasıl bir yol izlemelerini önerirsiniz?

İngiltere’nin bütün okulları paralı ve son 12-13 yıldır orada da ekonomik krizden ötürü eğitim ve sanattaki fonlar epey kesildi. O nedenle eğer gençler İngiltere’de okumak istiyorlarsa ya maddi olarak aile desteği şart ya da British Council’ın burslarını araştırmalarını tavsiye ederim. İstanbul’daki British Council master bursları veriyor her alanda. Üniversiteyi yüksek notlarla bitirdikten sonra bu burslara başvurulabilir. Bir de sponsorluk bulma şansı olabilir belki ama bu Türkiye’de nasıl işliyor, şimdilerde var mı bu alanda bilmiyorum. Bir diğer yolu da konservatuar sınavlarına hazırlanıp girmek. Tabii bu durumda çok iyi derecede İngilizce bilmek lazım. Bazı konservatuarlar oyuncu adayı çok iyi bir sınav verince kısmen burs verebiliyorlar. İngiltere’de yüksek öğrenim özel ve çok pahalı maalesef. Dürüst olmak gerekirse ben şimdi genç olsam bu öğrenimin daha iyi ya da en az o kadar iyi olduğu ve de bedava olduğu ülkelere giderdim. Yani Almanya, Hollanda, Fransa gibi. Hatta Rusya! Ben gençken çok istedim Moskova’da ya da Varşova’da tiyatro okumak ama o zamanlar bu ülkeler Doğu blokunda oldukları ve bize kapalı oldukları için çok zordu. Ülkelerimiz arasında hiçbir kültür ilişkisi olmadığı için de ben çok istediğim halde olmamıştı. Oysa şimdi kolay. Moskova’da İngilizce bile tiyatro eğitimi veren konservatuarlar var artık. Hem daha ucuz hem çok daha iyi. Ben olsam oraya giderdim şimdi.

 

“Bir ülkede sanat sokağı taklit etmeye başladıysa o ülkede sanat bitmiş demektir. Sokak sanatçıyı izleyecek, sokak sanatçının ne yaptığına bakacak” görüşüne katılıyor musunuz?

Ben böyle mutlakçı ifadeleri pek sevmiyorum galiba. Bence bu biraz elitist bir yaklaşıma da neden olabilir. Sokak yaşam demektir aslında. Sanat yaşamdan kopamaz ve kopmamalı. Sokak ve sanat birbiriyle var olur bence. Her ikisi de birbirini taklit eder ve etkiler ve bu dolayısıyla çok organik bir ilişkidir. Tabii sanatın sofistike ve derin olması çok önemli. Ancak sanatçı sokağı izler ve orayla ilintili ya da ilgili derin bir sanat eseri yaratır. Bu eser hangi sanat alanında olursa olsun sokağın bir yanını ya da çeşitli yönlerini bize derin, düşündürücü ve estetik bir anlatımla sergiler. Yani sonuçta sokak insan ve yaşamdır. Sanat da insana ve yaşama dair her tür duyguyu ve gerçekliği yaratıcılıkla dışa vurmaktır. Birbirlerini tamamlarlar diye düşünüyorum.

 

Yazarımızın daha önceki yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazımızı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

2 thoughts on “Barış Celiloglu “Karantinada Mahsur” üzerine

  1. Alev Turanlı dedi ki:

    Çok güzel bir ropörtaj olmuş hepimizin ellerine sağlık bu arada Türkiye’de bir yerlerde güzel insanlar güzel işler yapıyorlar hayran olmamak ve sevinmenek elde değil çok mutlu oluyor insan sevgilerimle

  2. Birsen Karaloğlu dedi ki:

    Sevgili Sedef Hanım, Barış Celiloğlu’nu ve dijital projesini panzehir okurlarına tanttığınız için size çok teşekkrü ediyorum. Bizler Ankara’nın bozkırunda yaşarken, İstanbul’da ve Londra’da çok güzel işler yapan değerli sanatçımızın çalışmalarından haberdar olamadığıma üzülüyorum şimdi. 22 Aralık gösterimi için kendime söz verdim.

    Barış Celiloğlu’nu yaşama bu denli yakın oluşu, ayağı yere basan önermeleri olduğu için kutluyor, sizleri sevgiyle selamlıyorum.

Alev Turanlı için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir